“Kitaplardan ve makalelerden yola çıkarak bilim yapmak mümkün değildir. Mutfaklara girmek gerekir.” “Makale ve kitaplar buzdağının üstüdür onun altında karmaşık bir dünya vardır. Bu dünyanın büyük bölümü mutfaktır.”
“Yabancı dil bilmek, okumak, literatüre hâkim olmak bir bilimi öğrenmeye, onu yapabilir olmaya imkân vermez.” “Tarihi bir olgu belli bir hipotez ve kavrama göre inşa edilebilir. Teorik bir tasavvur olamadan bir hipotez ve modele dayanmadan sadece arşiv hammaddesiyle tarihi bir olgu inşa edilemez…”
*****
Ayşe BÖHÜRLER
Oğuz Atay’ın Prof. Mustafa İnan’ın hayatını anlatan “Bir Bilim Adamı’nın Romanı” kitabını lise yılarımda okumuştum. Oğuz Atay’dan okuduğum ilk kitaptı ve Mustafa İnan’ı bir bilim adamı portresi olarak zihnime kazımıştı.
Mustafa İnan’ı gelecek nesillere taşıyan ve bu kitabı bugün de hala okunur kılan unsurlardan birisi de elbette yazarıydı. Oğuz Atay Mustafa İnan’ın talebesi olmuştu. Hocayı yakından tanıyordu ve O’nun bilim tutkusunu romanın merkezinde okuyucuya geçiriyordu. Bu kitap Erdal İnönü’nün önerisiyle hayata geçen bir TÜBİTAK projesiydi. Gelecek nesillere; Türk bilim adamlarının yaşam öykülerini, anılarını, arayışlarını, iç çelişkilerini, bilimin evreninde kalma mücadelelerini anlatmayı hedefleyen bu proje ne yazık ki tek kitapla sınırlı kalmıştı. Oğuz Atay gibi başka bir yazar daha ortaya çıkıp böyle bir işi üstlenmeyince proje devam edememişti. Keşke bugün bu projeyi devam ettirebilsek.
Geçen hafta Türk Kahvesi’nde konuk ettiğim Mehmet Genç de bilim tutkusu ve ortaya koyduğu tezi, metodolojisi, bilimsel disiplini ve tanınırlığa muteber etmeyen yapısıyla romanını yazılması gereken bilim adamlarımızın başında geliyor. Hocanın kitabının 15 baskı yapmasından memnun olmak yerine bunu sorgulaması bile itibar ettiği şeyleri ortaya koyuyordu.
Mehmet Genç Türkiye’nin hakiki bir değeri. Bu değerin, bunun da ötesinde çalışma biçiminin gelecek nesillere örnek olarak aktarılması gerekiyor. Hakkında ortaya konan tezler var, yapılan çalışmalar var. Bu çalışmalar bir bilim adamı portresi olarak özgün ve şahsına münhasır yapısını da ortaya koyuyor.
Mehmet Genç’in programda söylediği “Kitabımın girişindeki 15 sayfayı yazmak için 10 yıl çalıştım ve bir milyon sayfa okudum“ sözleri beynimize kazındı. Bilimsel düşüncenin nasıl büyük bir emekle ortaya çıktığının da özetiydi.
Mehmet Genç zor ve az yazan bir bilim adamı. Bunun sebeplerinin başında mutmain olmadan yazmaması geliyor. Nitekim bu sebeple de tezini 5 yılda teslim edemiyor ve akademik unvan sahibi olmuyor. Fransızca, İngilizce ve Osmanlıcayı hâkim düzeyde bilen Mehmet Genç tezi kadar yazı diliyle de bir bilim adamı olarak farklılaşıyor. Devrik cümlesi yoktur, ağdalı terminolojiden uzaktır. Her kelime ve kavramı tam da ifade etmek istediği yerde kullanır. Yazılarının kısaltılması ve adapte edilmesi ve hatta çevrilmesi de zordur.
Yazı dili de onunla ilgili araştırmalarda konu oluyor. Bu dilin muhkemliği nedeniyle aynı zamanda başka dillere çevrilmesi de çok zor. Hatta bu sebeple bir Hollandalı tarihçinin Türkçe öğrendiği de aktarılanlar arasında yer alıyor. Yazılarında “her cümlenin arkası demirden bilgi bloklarıyla takviyelenmiş bir duvarın görünen yüzü gibidir…”
İdealist, mükemmeliyetçi, çalışmalarında matematiksel keskinlik ve zarafeti bir arada barındıran, hazır ideolojik kalıplar üzerinden analiz yürütmeyen bir çalışma anlayışı benimsiyor. İktisat tarihi konusunda sentezci bir yaklaşım getiriyor, tarih, sosyoloji ve iktisat bilimine ait faktörleri bir arada değerlendiriyor.
Kaotik bir bilgiden, Osmanlı arşivlerindeki mesaisinden son derece düzenli sistematik bir bilgi çıkartıyor. Etnik unsurları ve sınırlarıyla çok geniş, tarihin gördüğü en büyük değişimi görmüş, emperyalizm çağını yaşamış ve ayakta kalmış bir imparatorluğun neden ekonomik sıçrama yapamadığını araştırıyor. Osmanlı’nın paradoksal yapısına bakıyor, zekâya verdiği öneme rağmen sanayi devrimini ıskalamasının sebeplerini araştırıyor. Osmanlı’nın kapitalizmin yörüngesine girerek inhitata uğradığı fikrini sorguluyor… Üçlü teorik kurgusuyla Osmanlı üzerine çalışanların tezlerine karşı çıkıyor.
50 yıldır yaptığı çalışmalar ve tek kitabı sahasına adanmış bir çalışmanın ve tefekkürün ürünü.
Ona göre Osmanlılar ihtiyaç ekonomisini insanların yaşaması için bir hizmetçi olarak düşünüyorlardı. Tapılması gereken bir put olarak değil. Kapitalizm ekonomik tapınmayı merkeze alır. Osmanlı bunu yapmadı. Bu doğrultuda ortaya koyduğu tezinde batının kadim çöküş paradigmasını temelden sarsan bulgular ortaya koyuyor.
Osmanlı çöküşünün 16. yüzyılda başladığı tezine karşı çıkıyor. O yıllarda devlet kurumları ve ekonominin farklı kardiyografik seyirler izlediğini gösteriyor. Çalışmasında teorik makro bakış olduğu gibi özel sahaya inen mikro nitelikte çalışmalar arasında gidip gelebilecek bir esneklik ortaya koyuyor.
Mehmet Genç Türkiye’de akademik çalışma çıtasını yükseltmiştir.
“Kitaplardan ve makalelerden yola çıkarak bilim yapmak mümkün değildir. Mutfaklara girmek gerekir” düşüncesindedir. “Makale ve kitaplar buzdağının üstüdür onun altında karmaşık bir dünya vardır. Bu dünyanın büyük bölümü mutfaktır.”
Ona göre bilimin usta-çırak ilişkisini gerektirmesi de bundandır. “Yabancı dil bilmek, okumak, literatüre hâkim olmak bir bilimi öğrenmeye, onu yapabilir olmaya imkan vermez.” Mehmet Genç için bu mutfak arşiv olmuştur. Osmanlı arşivinin İslam medeniyet dünyasının yegâne sistematik arşivi olduğunu söyler. Bunun yanında teorik bilgiyi de önemsiyor.
“Tarihi bir olgu belli bir hipotez ve kavrama göre inşa edilebilir. Teorik bir tasavvur olamadan bir hipotez ve modele dayanmadan sadece arşiv hammaddesiyle tarihi bir olgu inşa edilemez…” Mehmet Genç’in ismini taşıyan ve onun yapılandırdığı bir iktisat tarihi enstitüsü kurulmasının çok önemli olduğuna inanıyorum.
Programın sonunda hocanın üniversiteler için söylediği “Üniversitelerde bilim öğretiliyor, bilim yapılmıyor” yorumuna ise katılmamak mümkün değil.
Not: Programı Tvnet Türk Kahvesi Youtube hesabından izleyebilirsiniz.
—————————————
Kaynak:
https://www.yenisafak.com/yazarlar/aysebohurler/mehmet-gence-sayginin-da-otesinde-2049230