İnsan denilen canlı evrimsel olarak hayvanlar alemine mensup olup diğer hayvanlar gibi doğar büyür ve ölür. İnsanı diğer hayvanlardan farklı kılan akla sahip olma, düşünebilme, aşık olma gibi birçok meziyeti vardır. Ben bu özelliklerden olan aşka değinmek istiyorum.
Öncelikle aşkın tanımıyla başlayalım; Aşk, bir başka varlığa karşı duyulan derin sevgidir. Bu varlıklar ilahi, manevi, maddi olabilir. Bu yüzden de aşkın kardeş, ana, öz gibi farklı farklı türleri vardır ama aslolan iki türdür ; maddi ve manevi.
Manevi aşk, isminden de anlaşılacağı gibi temelinde maneviyat ve manevi temelle beraber bir hedefi olan, tasavvufa göre de gerçek aşk olarak adlandırılan aşktır. Manevi aşkta bahsedilen bu hedef Tanrı’dır. Tanrı’ya ulaşmaktır, Tanrı’yı dünyevi olanaklarla görebilmek, hissedebilmektir.
Mesela Eşrefoğlu diyor ki,
‘‘Yoğ idi levh ü kalem, aşk var idi’’
‘‘Âşık u ma’şûk u aşk bir yâr idi’’
‘‘Âşık u ma’şûk u aşk bir yâr iken’’
‘‘Cebrail ol arada ağyâr idi’’
Demek ki kainat aşk üzerine halkedilmiştir.
Fransız yazar André Gide de Dünya Nimetleri ve Yeni Nimetler adlı eserinde;
‘‘Nathanael, Tanrı’yı her yerden başka yerde arama. Her yaratık Tanrı’yı belirtir, apaçık göstermez hiçbiri.’’ Demiştir.
Yunus Emre’nin ses olarak kısa, mânâ bakımından derin olan ‘‘Yaradılanı severim Yaradan’dan ötürü’’ deyişi manevi aşkın bir nevi özetidir.
Biraz da maddi aşktan bahsetmek istiyorum. Maddi aşk yazımın başında vermiş olduğum aşkın tanımına uymakta lâkin zahiri bir aşktır. Tabiî bunun nedeni de temelinde Tanrı’ya ulaşmanın, O’nu hissetmenin olmayışıdır. Bu da aşkı gönül işinden ziyâde akıl işi yapıyor, mâmfih aşk, aşk olmaktan çıkıyor, çıkar ilişkisine dönüyor. Günümüzde yapılan araştırmalara göre aşk evliliklerinde, boşanmaların daha erken görülmesi de bu durumu tasdik ediyordur sanıyorum.
Halbuki evlenmek kutsi bir olaydır. Allah’ın izni ve peygamberin kavliyle gerçekleşir. Peygamber-i Ekber buyuruyorlar ki :‘‘Önce refik, sonra tarik’’ yani önce yoldaş sonra yol. Aşkın temelindeki maneviyat yerini maddiyata bırakınca önce yol, sonra yoldaş oluyor.
Aşkın maddileşmesinin sonucu sadece evliliklerde değil ideolojilerde de görülmekte. Türk Milliyetçiliği’ni ele alalım bu konuda. Milliyetçilik ilk cereyan ettiği zamanlarda doktrinlerden, kalıplaşmış sözlerden uzak gönül işiyle yapılan bir vukuattı. Milleti sevme, onu yükseltme gayesi güdülmekteydi. Aşkla, şevkle yapılan bir işti. Bu fikrin mensupları milleti için kendi şahsiyetini, kişiliğini eritmekte fenâfimillet olmakta ve akabinde fenâfillâh yolunda ilerlemekteydi. Şimdiyse çıkar ilişkisi, zâhirî aşkların temelinde oluşmuş bir fikir akımı haline gelmiştir. İdeollojilere maneviyat yüklenmeden inanılmış, Tanrı’nın değil ‘’izm’’lerin kulu haline gelinmiş, kesin inançlı olunmuş ama doğru inanan olunamamıştır ve bu da milletimizi bataklığa sürüklemektedir.
Hâlbuki aşkla oluşan düşünce dünyaları toplumları, ülkeleri refaha ulaştırmışlardır. Tarık Buğra aşkın olmadığı yerde sanatın da olmadığını, insanları refaha, mutluluğa aşk ve mamafih sanatın ulaştıracağını belirtir. Avrupayı, Avrupa yapan, o insanlar; Da Vinciler, Michelangelolar ilahi aşkın kazandırdıklarıdır. Dante’nin Beatrice’si olmasa kim bilir nasıl bir Avrupa görürdük ? Kutlu Devletin en ihtişamlı zamanlarını oluşturan Fuzuli, Bakî bu aşkın timsalidir. Ay’ın Sultanı Mihrimah’da Tanrı’yı görmese Mimar Sinan Mihrimah Sultan Camii’ni nasıl yapardı ? Günümüz Rusya’sının oluşmasında belkide en büyük pay sahibi olan, André Suarés’den Vecdi Bürün’ün ifadesiyle ‘‘ihtiraslar yaşayarak aşkın gölgesinde değil bizzat aşkın içinde yaşayan ‘‘ Dostoyevski aşka sahip olmasa Rusya, Rusya olur muydu ?
Nurettin Topçu, rönesansın nesil hareketi olduğundan bahseder. Yüzyılımızın evliyası Fethi Gemuhluoğlu, devletimizin içinde bulunduğu felâketi idrak edebilen bu neslin günahlarının bile şevk içinde olması gerektiğine inanır. Maalesef ve maattesüf ki bizler sevabını dahi şevk içinde yapmayan bir nesillere sahibiz ve bu nesillerle yeni bir rönesansa(!) yüzümüzü döneceğimize ümid etmekteyiz.
Neslimizin ardından yeise düşmemek ve bir rönesans yaşayacağımıza olan ümidimizse devam etmeli, bu devamlılığı sağlayan da aşkta saklı. Yunus’un dediği gibi:
‘‘Aşk gelicek cümle eksikler biter’’.