Mekke’nin Manhattan’a, Kâbe’nin Puta Dönüşmesi
Prof.Dr. İlhami GÜLER
23.09.2015
Diyanet İşleri Başkanı, düzenlediği basın toplantısında “vinç kazası” esnasında yaralılar kurtarılmayı beklerken, hacıların “Tavaf” yapmaya devam ettiklerini söyledi. Görüntüler de aynı gerçeği doğruluyordu. Bu durum, “Hacc” ibadetinin fenomenolojik düzlemde bu gün içinde bulunduğu dini-psikolojik-ahlaki manzarayı sergiler.
Önce Mekke’den başlayalım. Bu şehir, içinde barındırdığı kutsal mekânın (Kâ’be’nin) sembolik dinselliğine/ulûhiyetine/maneviyatına/ruhaniyyetine uygun cesamette ve mimari bir zerafette tutulamayarak gökdelen binalar, oteller ve alış-veriş merkezleri ile New York’un “Manhattan” semtine dönüştürülmüştür. Yüzyıllar boyunca İslami terbiye, Ka’be’den yüksek katlı bina yapmayı saygısızlık olarak algılamışken; bugün adetâ Ka’be ve Mescid-i Haram, gökdelenlerin, rezidansların ve otel binalarının ayakları altına gömülmüş bir “karaltı” olarak kalmış durumdadır. Hacc ibadetinde Hz. İbrahim’in yaşamının ve verdiği Tevhit mücadelesinin onca hatırası birer “menasik” olarak Tanrı tarafından korunmuş iken(örneğin: sa’y, makam-ı İbrahim…); Hz. Muhammed ve Ashabının Mekke ve Medine’de veya başka bir yerde sürdürdükleri 23 senelik yaşam ve mücadelesinden “hatıra(tezkire/zikra)” olarak hiçbir şey bırakılmamıştır. Ka’be ve Mescid-Haramı bu duruma düşüren ruhun, bedevi gabiliği olan “Selefilik” ve petro-dolar tarafından zehirlenmiş bir içgüdü olduğu ortadadır.
“Allah’ın Evi” olarak isimlendirilen Ka’be’ye gelecek olursak, Tevhid inancını tarihe tutturan ilk peygamber olan Hz. İbrahim tarafından itikaf, tavaf ve kıyam-rüku-secde(Namaz) ibadetleri için “mabed” olarak(2/125, 22/26) oğlu İsmail ile birlikte inşa edilmiştir. Ka’be(siyah örtülü küp yapı), İnsanlık için Tanrı adına, yeryüzünde sembolik bir merkez/kaldıraç(kıyamen, 5/97), insanlığın yöneleceği hedef/kıble ve sığınak(mesabeten ve emnen,2/125) anlamlarına gelir. Hacc ibadetinin(rükünlerinin) sembolik anlamları da bu çerçevededir. Uluhiyeti parçalayan ve insanın güçsüzlüğünü aşmak için yardım(36/74) ve güç(19/81), olsun diye yaratılan “put”ların sembolizmine karşı, kimliksiz “küp yapı” ile Tanrının aşkın varlığını ve tekliğini ifade etmenin bir aracı. Putperest bir toplumda, aşkınlığın idrakinin zorlandığı bir aşamada insanlığa verilmiş nezih bir “taviz”. Aslında ibadet mekânı iken; ibadet “vasıtasına” dönüş. Varlık aleminde/evrende “Dengi hiçbir şey olmayanın”(112/4), “benzeri hiçbir şeyin olmadığı”(42/11) Allah’ın ve insanlık için hayırhah niyetlerinin yeryüzünde “temsili”; Hz. İsa’nın Hıristiyanlıkta inanıldığı gibi, ona benzer bir şekilde “Ka’be, Tanrının “incarnation(bedenlenme-tezahür)”ı değildir.
Müşrikliğe bulaşmamış veya onu bugün aşmış muvahhitler için acaba hâlâ o kadar önemli midir? Tanrının unutulduğu, öldürüldüğü/inkâr edildiği bir çağda, esas sorun, O’nun “tekliği”nin -anakronik olarak- sembolik ikrarı mı; yoksa, inkârının reddi ve “Var” olduğunun ısrarı mıdır? Hele bu ibadet, -“Vinç Kazası” örneğinde olduğu gibi- insanın hemcinsine yabancılaşmasını, ona merhametini ve adaletini gölgeleyen bir duruma gelmişse. İbadetler, tek başlarına Tanrıyı memnun etmenin aracı haline gelerek, insanın kendi vicdanına ve hemcinsine merhametini yok eden bir raddeye gelmiş ise, bunları tekrar etmenin anlamı nedir? Rahmetli Nurettin Topçu’nun Ludwing V. Mises’den iktibas ettiği gibi:
“Müslümanlık bugün müminlerine namaz kılmak, oruç tutmak, Hacca gitmek gibi bir takım hareket kaideleri veren ölü dinlerdendir. Bundan daha öteye gitmiyor. Ruhlara hiçbir gıda vermiyor. Sanki ruhunu kaybetmiş gibidir.(“sanki”si fazla. İG). Yalnız bir takım hukuk ve hareket kaideleri sunmaktadır. (Gelenek), müminleri içerisinde pek zor teneffüs edilen bir hayatın örfleri ile kaidelerinden örülmüş bir ağın içerisine hapsetmiştir. Onların içsel dileklerine hiçbir doyum getirmiyor. Ruhu eziyor; onu ne yükseltiyor; ne de kurtarıyor. Yüz yıllardan beri İslam dünyasında “dini hareket” görülmüyor(Selefiliği ve İŞİD’,i istisna edelim!. İG). İslam, hâlâ Arap istilaları devrinde(Türk istilalarını da ekleyelim. İG) olduğu gibidir. Neşriyat ve tedrisatları hep aynı şeylerdir; bunlar, din adamlarının dairesinin dışını aydınlatmıyor. Müslümanlık, büyük ruhlar yetiştirmiyor. Müslümanları birbirine bağlayan yegane bağ, başka dinden olanlara karşı düşmanlıkları, gelenekleri ve muhafazakârlıklarıdır. Onlar, yabancılar hakkında taşıdıkları kin ile yaşamaktadırlar.”(N. Topçu, İslam ve İnsan. 1970. İst. 18-19)
Özellikle “Hacc” ibadetinin fenomenolojisi hakkında rahmetli Topçu’nun kendi yorumunu dinleyelim:
“Asırlardır milyonlarca Müslümanın yurtlarında aç ve sahipsiz inleyen mümin kardeşlerini çiğneye çiğneye ziyarete koştukları Kâbe’den dönüşte, onlar hakkında biraz merhamet, bir parça aşk ve muhabbet getirdikleri görülmüş müdür? (D.İ. Başkanı M. Görmez, Mekke’deki basın toplantısında: “Burada “Hacı” oluyoruz; dönünce “H” harfi düşüyor, “Acı” oluyor” demişti.) Bu nasıl bir ibadettir ki, müminleri Allah’ın evinde birleştirdiği halde, aralarında birlik ve kardeşlik doğurmuyor? Hâlâ, İslam dünyası bir birine düşmandır ve Ka’be’nin bekçileri de, Müslüman kardeşlerini soymakla görevlidirler. Siz, Allah’a iftira ediyorsunuz. Allah, böyle bir ibadet emretmemiştir. Haccın manası, ruhsuz bedenlerin sırf mekân değiştirme şeklinde muayyen bir beldeye gitmeleri değildir. Hacılar, bedenlerini putlar gibi şekiller ve kütleler halinde kımıldatmakla Allah’a yaklaştıklarını sanan ölü ruhlar değildir.”(Topçu, a.g.e.35) “Her sene yüzbinlerce ziyaretçi ile dolan Ka’be’nin etrafında ruh birliği ve beraberliği meydana gelmiyor. Bunun sebebi ne siyasi, ne iktisadi, ne de esasında ilmi ve fikridir; bu halin sebebi, İslam’ın temeli ve Kur’an’ın özü olan ahlakın kaybedilmiş olmasıdır. Bugünkü Müslümanlar, bir takım geleneksel hareketleri dikkat ve titizlikle yapmaktan başka endişesi olmayan ilk çağın ve ilkel devrin sihirbazlarını andırıyorlar. Kur’an harikası olan ilahi ahlak, İslam diyarında çoktan gömülmüştür.”(Topçu, a.g.e. önsöz)
Kaynak:
http://islamianaliz.com/yazi/mekkenin-manhattana-k%C3%A2benin-puta-donusmesi-2248