Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kullanmaya başlamasıyla koro halinde olur olmaz cümlelerde bir “yerli ve milli”lik vurgusudur gidiyor. Esas niyetin Türk kelimesinin kullanımına perde olması adına, ilgili ilgisiz her yer ve durumda bu iki mefhum telaffuz ediliyor. Türk olmaktan imtina eden küçük bir düşman azınlığının desteğini kazanmak adına, hakikatin hilafına davranarak Türklerin sahiplik duygusuna halel getiriliyor ama kimin umurunda. Herkes “reise” karşı kendinin en “yerli ve milli” olduğunun ispatı derdinde. Hâlbuki “yerli ve milli” olmak için önce adam olmak lazım. Bu iki mefhumu kullananların ekserisinin bu kavramların ne olduğuna dair bir bilgileri olduğunu zannetmiyorum. Bu mefhumlar aslında bundan on beş – yirmi yıl evvel, iki binli yılların başında, zamanın milliyetçi yazarları Ahmet Turan Alkan ve rahmetli Durmuş Hocaoğlu arasında bir söz dalaşına bile mevzu olmuştu.
Esasen iyi niyetli olunmak kaydıyla “yerlilik ve millilik” mefhumlarının bir arada vurgulanmasında bir mahsur yok. Elbette Türk milletinin “emanında”, Türk devletinin gözetiminde tarihin ve coğrafyanın bir arada bulundurduğu insanların duygu ve düşünce bakımından ortak paydada bulunmasından daha tabi ne olabilir? Zaman zaman bu beraberliği zedeleyecek tutum ve davranışların haksızlığını, gereksizliğini vurgulamak ve yanlışlardan dönmelerini sağlamak adına “yerlilik ve millilik” vurgusu yapmak, o tür davranışlara yeltenenlere bir teklif babında bu mefhumlardan bahsetmek denenebilir. Ama bu devletin ve milletin sahiplik hissine asla halel getirmemeli. Türk devletinin ve milletinin sahip olduğu değerler, riyakârane bir eda ile “yerlilik ve millilik” kılıfıyla laçkalaştırılmamalı.
Ancak ne yazık ki özellikle bürokrasi de, üniversiteler de, siyasette bu mefhumlar böyle bir akîbete uğramış durumda. “Yerlilik ve millilik” kelimeleri sanki bir millet ismiymiş gibi kullanılır hale geldi. İktidara şirin görünmek isteyen her bürokrat ya da siyasetçi Türk ismini ifade etmekten çekindikleri için, bu iki kelimeyle başlıyorlar konuşmalarına ve bitirirken de bu iki kelimeyle bitiriyorlar. Peki, arada ne var? Neredeyse hiçbir şey. Çünkü ortada adam yok. Adam olmayı bilmeyince de ne yaparsak yapalım hiçlik hissinden kurtulamıyoruz. Bir sürü yalama ve yalaka adam, olur olmadık yerde ağızları yalama olmuş şekilde “yerli ve milli” kelimelerini bozdurup bozdurup kendilerine gelecek inşa etmeye çalışıyorlar. Olan ise koca bir tarihe, coğrafyaya hatta medeniyete oluyor. Bu mefhumlara hizmet ettiğini söyleyen kişiler, onlara ne kadar büyük zarar verdikleri ya umurlarında değil, ya da zır cahiller.
Yerli ve milli olmaktan bahsediyoruz madem Türk üniversitelerinde niye Türkçe’nin esamisi okunmuyor. Türkçe dilinde neden ciddi hiçbir makale yayınlanamaz. Çünkü kişisel gelişim için Türkçe makaleler işe yaramazda ondan. Peki, niye işe yaramaz? Ne yazık ki Türk üniversitelerini yönetenler, Türkçe yayınlara itibar etmezler. Dolayısıyla gariban akademisyenler de haliyle yabancı dilde paldır palas yayın yaparak bir an evvel “Profesör” ünvanına ulaşmak adına uğraşır dururlar. Sonunda bu “profesörlükler” ne işe yarar diye sorarsanız, verecek cevabım koca bir hiç. Çünkü o kadar üniversitemiz var ama hala ekonomik, teknolojik, siyasal, toplumsal meselelerimizde adam akıllı bir mesafe alabilmiş değiliz.
Madem “yerli ve milli” olmaktan bahsediyoruz, TÜBİTAK gibi bir devlet kurumunun yayınlamış olduğu bilimsel dergiler niye hep İngilizce dilinde yayınlanıyor mesela? Üniversitelerin temel hedeflerinden biri de Türkçe’nin gelişip yaygınlaşması adına, yüksek Lisans ve doktora proğramlarının hedeflerinden biri olarak görülürken, neden Türk milletinin sırtından geçinen üniversitelerde Türkçe faaliyetlerin bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Yabancı dergilerde yayınlanan makaleler Tübitak’tan yayın teşviği alırken, yabancı dilde yapılan kongre, sempozyum gibi faaliyetler kıymetli görülürken, bu faaliyetlerin Türkçe ile yapılanının yüzüne kimse niye bakmaz? Hatta kendini Türk milliyetçisi olarak tanımlayan bazı akademisyenlerin de bu türlü yaklaşımları makul görmesine ne demeli! Türkçe hassasiyeti olmayan bir üniversitenin bu mübarek Türk milletinin sırtına yük olduğunu da söylemek lazım artık. İsmet Özel’in ifadesiyle “Kur’an kokulu” bir dil olan bu mübarek Türkçe tarih boyu büyük mücadeleler vererek buralara gelebilmişken, bize ne oluyor ki bu kadar hoyrat davranabiliyoruz. Tarihte dünyanın en eski dilleri olan Çince, Hintçe, Arapça, Farsça gibi dillerle mücadele edipte ayakta kalabilmiş başka dil var mıdır acaba?
Türk milletinin sahiplik duygusuna darbe vurmak, İslam medeniyetine de ihanettir. Riyakârlıktır. İktidarda kalmak adına her “türlü boyaya boyanmak” bu dünyada başarılar getirebilir ama ahiretiniz de harap olur. Çocuklarımızın ruhlarını kemiriyorsunuz, farkında mısınız? Bir cemiyetin mutlu olabilmesi, güçlü bir medeniyet telakkisine bağlıdır. Medeniyeti kuracak güç ise devlet ve millet tasavvurudur. Uzun tarihi vetirelerden geçerek oluşmuş Türk milletinden iki günlük iktidar için vazgeçmek, gelecek nesiller için “rüzgâr ekmek” demektir. Oluşacak fırtınadan sizde kaçamazsınız.
Yoksa sizin “yerli ve milli” olmaktan anladığınız Türk milletinin sahiplik duygusunu laçkalaştırıp bir melez cumhuriyeti kurmak mı? Eğer bunu yaparsanız gelecek nesiller de, Allah’ta sizi affetmez. Bu coğrafyanın, kültürün, medeniyetin sahibi Türklerdir. Bu durumun devamlılığından şüpheye düşürecek davranışlar yangın yeri olan bu coğrafyayı cehenneme çevirir ve sizlerde yanarsınız bu cehennemde. Türkeli coğrafyasında Türk milletini tarih sahnesinden silme hayali kuranların, ya da bu hayali kurmaya çalışanlara malzeme olanların Ermenilerin akıbetinden ders çıkarmaları lazım.
Yani milli ve yerli mefhumlarını Türk kelimesini kullanmaktan imtina etmek için bir kılıf niyetine kullanmanın hiçbir ciddiyeti olamaz. İktidarda iki gün aha fazla kalabilmek adına hakikati çarpıtmaya gerek yok. Bin yıllık tarihte Anadolu coğrafyasının tapusu Türk milletinindir ve Türklerin kurduğu bu devletin adı Türkiye Cumhuriyetidir. Bu kavramlara dair şüphe oluşturmak ne İslam’a ne de insanlığa bir fayda sağlar. Böyle bir zan oluşturmanın bir bilimsel desteği de kurulamaz. Dost düşman hele özelliklede düşmanların bu hakikatleri iyi bellemesi, unutmaması lazım…
Dr. Cüneyt CESUR