Memleketim Azerbaycana Dair

Orhan ULFANOV

Bir yıl aradan sonra memleketime yani Azerbaycan’a gitmek için Atatürk Havalimanı’ndan uçağa bindim. Yaklaşık 2,5 saatlik bir uçuşun ardından başkent Bakü’deki bir hayli büyük, bütün ihtiyaçlara cevap veren, gayet modern lakin kültürümüz ve medeniyetimize çok uzak olan Haydar Aliyev Havalimanı’na iniş yaptık. Bakü’ye iniş yaptıktan sonra ilk iş olarak Şehitler Hiyabanı’nını ve Fahri Hiyaban’ı ziyaret ettik.

Bu Hiyabanlar hakkında kısaca bilgi verecek olursak. Fahri Hiyaban Ebülfez Elçibey, Celil Memmedkuluzade, Mirze Elekber Sabir, Haydar Aliyev, Halil Rıza Ulutürk, Cefer Cabbarlı, Bahtiyar Vahapzade… gibi nice şahsiyetlerin mezarlarının bulunduğu yerdir. Şehitler Hiyabanı ise 1918 Yılında Bakü’nün müdafaası için şehit olan Azerbaycan ve Türkiye Türklerinin (Nuri Paşa önderliğinde Azerbaycan’a gelen Kafkas İslam Ordusu), 1990 20 Ocak Kanlı Yanvar Faciası zamanı Azerbaycan’nın özgürlüğü uğrunda ve Birinci Karabağ Savaşı zamanı şehit olan yaklaşık 15 000 şehidimizin defin edildiği yeredir.  Şehitler Hiyaban’ı ilk defa 1918 Yılında Bakü uğrundaki savaşta şehit olan Azerbaycan ve Türkiye Türkleri defnedilerek oluşturulmuştur. Lakin 1924 Yılında SSCB tarafından buraya Kirov Parkı (eğlence merkezi) yapılmıştı. 1990 20 Ocak tarihinde Sovyet ordusunun Bakü’ye girerek sivil halka karşı yaptığı katliam sonrası Kirov Parkı Azerbaycan Türkleri tarafından lağıv edildi.

Başkent Bakü’de çok fazla kalamadım. Kaldığım iki gün zarfında şehrin merkezlerini, tarihimizi, kültürümüzü, medeniyetimizi yansıtan İçeri Şehir, Kız Kulesi.. gibi yerleri ve özellikle kitap mağazalarını gezmeye çalıştım. Bakü hem tarihi hem de coğrafi bakımdan çok önemli olup hızlı ama kontrolsüz bir şekilde büyüyen, bir şehirdir. Şehri gezerken adım başı dışı güzel bir şekilde kaplanmış Sovyetler ’den kalma ve Batı kültürüne uygun yüksek bir sürü bina ile karşılaşmamak elde değil. Kitap mağazalarının bir kaçını hariç tutmakla diğerleri kırtasiyecilik yanı sıra kitap satılan yerlerdir.  Eskiye oranla kitap sayısı bir hayli fazla ancak ne yazık ki, yeni kitaplar yok denecek kadar az. Yeni kitaplardan kastım Azerbaycan’a özgü eserler. Azerbaycan münevverlerine tarafından yazılan eserler de var lakin bunlar daha çok klasik Azerbaycan edebiyatına ait olmakla sayıları bir hayli az.  Yabancı olarak en çok, az bir kısmı Azerbaycan Türkçesi, çoğunluğu ise Rus dilinde olan Rus eserleridir. Bunun yanı sıra Türkiye’den getirilmiş bir hayli kitap da mevcuttu. Bu kitapların bir kısmı yabancı, bir kısmı da Türk münevverlerine ait eserlerdi. Ancak Türk medeniyetini, kültürünü yansıtan eserlerin sayı oldukça azdı.  (Buradan Ötüken Neşriyat’a da bir duyuru yapmış olalım).

İki günlük Bakü gezintisi sonrası taksi ile memleketim olan Beylagan’a gittim. Tarihi İpek Yolu üzerinden Beylagan’a doğru yola aldığımda Hazar Denizi’ni doyunca seyredemedim. Çünkü deniz kenarı duvarlarla örülmüş halde idi. Dışarıdan bakınca da duvarların öteki tarafında ayrı bir dünya olduğunu görmemek mümkün değil.

Beylegan Bakü’den yaklaşık 3,5-4 saat uzaklıkta olup Ermeniler tarafından işgal edilen Füzuli ve bugün İran toprakları içerisinde olan Güney Azerbaycan’a komşu olan bir şehirdir.  Şehir ismini XII asır Azerbaycan edebiyatının  önde gelen şahsiyetlerinden olan Mücreddin Beylagani’den almıştır.  Azerbaycan’da kaldığım üç ayın büyük kısmını bu şehirde ve şehre bağlı olup doğup büyüdüğüm Türkler kasabasında geçirdim. Bunların yanı sıra Saatlı, Sabrabad, İmişli, Ağcabedi gibi çevre illere de gittim.

Beylagan’da kaldığım süre zarfında en çok gittiğim yerler kasabamızdaki okulun kütüphanesi olmakla, kasabadaki Haydar Aliyev Parkı, Haydar Aliyev Caddesi(il merkezinde) üzerindeki Haydar Aliyev Parkı (Parkta Haydar Aliyev’in büstü, büstün hemen arkasında Haydar Aliyev Müzesi ve çevresinde satranç meraklıları için olan satranç okulu, gençler için çeşitli aktivelerde kullanılmak üzere tahsis edilmiş gençlik merkezi var),  Mücreddin Beylagani Parkı, Büyük Vatan Muharebesi(İkinci Dünya Savaşı) kahramanlarına atfedilmiş park, Medeniyet Sarayı gibi birçok yerler oldu. En çok zamanımı okulun kütüphanesinden aldığım eserleri okuyarak geçirdim. Şehrin merkezinde de eskiden bu tarafa bir kütüphane var lakin buraya kütüphaneden ziyade kitapların yığıldığı bir depo desek daha uygun olur.
Üç aylık süre zarfında ağırlıklı olarak Azerbaycan Türklerinin eserlerini de okudum. Okuduklarım yaklaşık bir asır önceden haber veren eserlerdi. Eserleri okudukça bir asır önceki ahvalimizle şimdiki ahvalimizi karşılaştırdım, mukayese ettim. Karşılaştırınca gördüm ki, bu bir asır zarfında pek de uzun bir yol kat etmemişiz.

Her defa gelişimde olduğu gibi bir önceki yıla oranla daha fazla olmakla bu gelişimde de en çok duyduğum cümle ‘’Boş ver, sen mi düzelteceksin?’’ oldu. Bu cümle aslında birçok şeyin göstergesidir. En başta kabullenmişlik olmakla stabilite, atalet, refleksizlik… Bu duruma sebep uzun süredir düzelmeyen, çözüme kavuşmayan problemler olduğu kesindir. Bunların başında şüphesiz ki, yaklaşık çeyrek asırdır çözüm bekleyen Karabağ işgali olmakla, eğitim, sağlık, ekonomi… gibi meselelerde istenen düzeye gelinememesidir. Bütün bu sorunların çözümünde istenilen ivmenin yakalanamaması maalesef ki, tabiri caiz ise kabullenmişlik sendromunu da kendi ile birlikte getiriyor.

Azerbaycan’ın ekonomisi büyük oranda petrole bağlı haldedir. Hal böyle olunca da son dönemlerde petrol fiyatlarında yaşanan aşırı düşüş Azerbaycan ekonomisini ağır bir şekilde etkiledi. Bundan dolayıdır ki, uzun süredir stabilizesini koruyan Azerbaycan Milli Parası Manat dolar karşısında iki kat değer kaybetti.  (Burada eski Azerbaycan Cumhurbaşkanı rahmetlik Ebülfez Elçibey’in ‘’Petrol bir gelir kaynağından ziyade sermaye kaynağı olması gerekir’’ sözlerini dile getirmeden geçmek istemiyorum) Petrolün aşırı şekilde değer kaybetmesi ekonomiye bağlı olup uzun süredir çözüm bekleyen sorunların boyutlarını daha da artırdı. Bu sebepten dolayı da Rusya ve Türkiye başta olmakla başka ülkelere göç aşırı derece çoğalmış durumda.

Bugün Azerbaycan’ın en büyük sorunlarının, temel probleminin aynası rüşvettir. Ne yazık ki, rüşvet ülkenin sınırlarından başlayarak her noktasında, her kurumunda mevcut ve Azerbaycan’ı bir cerahat gibi sarmış durumda. Bu durum sadece Azerbaycan’da değil eski SSCB ülkesi olan diğer Türk Cumhuriyetleri’nde de mevcuttur.  Bunun asıl sebeplerinden biri SSCB döneminde olan baskılara karşı reaksiyon olarak gelişen bireycilik, fertçilik şuurunun SSCB dağıldıktan sonra düşünce, fikir boyutunda değil tam manası ile kapital boyutta yol almasıdır. Açıkça belirtmek gerekir ki, Azerbaycan bağımsızlığını ilan etmesinden bu yana en başta Karabağ olmakla uğraştığı sorunların birçoğu SSCB’den intikal etmiştir.

Her alanda rüşveti aradan kaldırmak için muhakkak eğitim kalitesini yükselterek bilgili, kültürlü, entelektüel bireyler yetiştirmek gerekir. Ancak Azerbaycan’da öğretmenlere ödenen maaş miktarı(600 TL) ile bu bir hayli zor. Çünkü bir öğretmenler aldığı maaş ile geçimini sağlayamamaktadır. Dolayısı ile öğretmenlerin çoğunluğu farklı işte çalışmakla beraber bir kısım öğretmen ülkeyi uçuruma sürükleyecek yöntemlere başvurmak zorunda kalıyor. Bu da eğitimin kalitesini çok daha aşağılara çekiyor.

Azerbaycan’da eğitim seviyesi eskiye oranla daha iyi olmakla birlikte beklenenin çok aşağı düzeyindedir. Eğitimde rüşvet eskisi kadar olmasa da yine de azımsanmayacak derecede mevcuttur ve bu eğitimi çok aşırı bir şekilde etkilemektedir. Hal böyle olunca da eğitim bugüne kadar yapılan bütün reformlara rağmen istenilen düzeye kavuşamamıştır. Hatta şuan dahi eğitim üzerinde yeniden bir yapılandırmaya gidiliyor ki, bunun da bir çözüm sağlamayacağı kanaatindeyim.  Çünkü sistemler olduğu gibi kopya edilmekle beraber uygulayıcıları aynı. 

Benim öğrencilik yıllarımda bir çoğunluğu özel olmakla birçok üniversite rüşvetle öğrenci kabul ediyordu. Bu üniversitelere dâhil olan gençler ise maalesef ki, Azerbaycan’ın üniversitelere öğrenci kabul eden toplu sınavdan(TQDK) çok düşük puanlar alan gençlerdi. Bu gençler üniversitelere rüşvetle girmeleri yanı sıra üniversiteden de rüşvetle mezun oluyordu. Bu durum çok yakın zamanlara kadar devam etmiştir. Dolaysı olarak bu üniversitelerden mezun olan öğretmenler şuan ülkenin çeşitli bölgelerinde öğretmenlik yapmaktadır. Bu durumda devriyenin nasıl devam ettiğini anlatamama gerek yok.
Rüşvet özel üniversitelerde çok aşırı derecede olmanın yanı sıra ülkenin en iyi devlet üniversitelerinde de cereyan etmekteydi. Bu bahsettiğim özel üniversiteler şuan kapatılmış durumdadır. Lakin onların diplomalarını alan cahil zümre hala ülkenin her bir yanında cehalet tohumlarını ekmeye devam ediyor.

Bir öğretmenim vardı. Kendisi ‘’bir doktor cahil, bilgisiz olursa, en fazla birkaç kişiyi öldürür. Sonra onu mesleğinden men ederler. Ancak bir öğretmen, cahil ve bilgisiz olursa bir nesli öldürür de, bunu kimse fark edemez’’ derdi.

Eğitimini başarılı şekilde bitirmiş gençler maaşların düşük olması ve yaptığı işin karşılığını alamaması sebebiyle başka ülkelere göç etmekte. Azerbaycan’da eğitimin istenilen düzeyde olmaması dolaysı ile gençlerimizin çoğu Türkiye olmakla başka ülkelere gidiyorlar. Ancak yurt dışında kaliteli eğitim almış gençler de ülkedeki mevcut sebeplerden dolayı geri dönmek istemiyor. 
Bir devletin, ülkenin esas yapıtaşı olan eğitim bu halde olduğu için diğer devlet kurumlarında da durumu anlatmama gerek yoktur diye düşünüyorum. Zira böyle bir eğitim sisteminden çıkmış şahısların işgal ettikleri devlet kurumlarında da farklı bir durumun beklenilmesi zor.

Örneğin eğitim de olan mevcut sorunlar sağlık kurumlarında da mevcuttur.  Doktorların maaşlarının(600-800 TL) çok düşük durumda. Bir doktora aldığı maaş ile aylık geçimini sağlayamadığı için dolaysı olarak elden para almaya mecbur kalıyor. Yani hastadan el altından para alıyor. Bu da parası olanın şifa bulduğu bir durum doğuruyor. Bunun yansıra ilaçlar pahalı, sigorta işlemi de sorunlu. Bu durumda birçok insan maddi sebepten dolayı Azerbaycan’da tedavi olamadığı için en çok İran, Türkiye, Rusya olmakla başka birçok ülkelere gitmek zorunda kalıyor. Son dönemlerde Azerbaycan’a Türkiye’de eğitim gören Azerbaycan Türkleri, Türkiye Türkleri gelmekte. Ancak bunların hepsinin de lüks ve pahalı olan özel hastanelerde çalıştıklarını için sonuç değişmemektedir. Eczanelerden her hangi bir ilacı temin etmek ise hiç zor değil. Zira reçeteye gerek yok.

 Eğitim ve sağlıkta bahsettiğim sorunlar maalesef ki, her kurumumuzda mevcuttur. Kurumlardaki rüşvet olayını tamamen düşük maaşa bağlamak tabi ki, doğru olmaz. Örneğin mali durumu gayet iyi durumda olup devlet kurumlarında görev yapmakta(üstelik çok üst makamlarda) olan şahıslar rüşvet almasına ne sebep gösterilebilir? Mesela rüşvetin ne kadar zararlı, devleti, ülkeyi yıpratan, uçuruma sürükleyecek kadar tehlikeli bir canavar olduğunu bilmeyecek kadar düşüncesizlik ve cahillik ya da ki, milli ve vicdani değerlerinden yoksunluk.

Son olarak şunu ifade etmek islerim ki; Türkiye’de birçok dergi, gazete, TV kanallarında Azerbaycan’dan bahsedilirken Azerbaycan adeta bir petrol yatağı olarak gösteriliyor. Sanki Azerbaycan’la dil, medeniyet, kültür, tarih kavramları ile olan bağlar önemli değil de petrol, doğalgaz boru hatları ile kurulan bağlar önemli. Dolaysıyla bu düşünce şekli Azerbaycan’ın Türk Dünyasındaki yerini petrol yatağından öteye götürmüyor. Bu bakış tarzını değiştirmek gerekir. Hele hele birçok milliyetçi dergi, gazete ve başka yayın organları da bu açıdan bakması çok daha üzücü.
 
Yazar
Orhan ULFANOV

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen