Evliyâ Çelebî, Seyâhatname’sinin dokuzuncu cildinde, pek çok Anadolu kasaba ve şehrini, bu arada Menemen’i anlatıyor. Nasreddîn Hoca’dan tenbîhli bir tatlı mîzâh bakışını, bedeninde dâimâ taşıyan Evliyâ Çelebî, tam mânâsıyla bir halk filozofu olduğunu, bu vesîle ile bir kez daha isbât ediyor. Menemen, güzel yurdumuzun ve güzel milletimizin mutfağına bağdaş kurup oturan bir güzel vatan köşemizdir. Nice hâtıramızın bir yerinde, yediğimiz Menemenler ve ona dâir sohbetler duruyor. Nice lokantanın camında, orada Menemen yapıldığını bildiren yazılar okuduk. Bizim sokaktaki insanımız, bu lezîz yemeğe, ezici ekseriyetle “Melemen” der. İnanır mısınız? Evliyâ Çelebî de, Menemen değil, Melemen diyor. Neyse, sözü, uzatmadan Evliyâ Çelebî’ye verelim:
“Ve bu şehirde, hikmet-i Hudâ, Temmuz ayında, ikindiden sonra şehir içre bir adam kalmayıp, küçük ve büyük cümle ahâli, şehrin dört yanındaki bağ ve bahçelere gidip oralarda yatarlar. Sabâh olunca, yine şehre gelirler. Zîrâ, şehir içinde bir adam kalsa, o gece, o adamı sivrisinekler yerler. Amân vermeyip helâk ederler. Ve şehrin hâkimi, bir adama cezâ vermek istese, bir gece elini ve ayağını bir direğe bağlayıp bırakır. Sabâh olunca, o adamı helâk olmuş yâhûd tulum gibi şişmiş bulurlar. O adam, şâyet sağ kalırsa, yapıp ettiği cümle günâhlarını îtirâf eder. Suçlu olan adamlara, böyle işkence ederler.
Melemen şehrinin, tâ bu mertebe sivrisineği vardır. Zîrâ, sineklerin pâdişâhı, değirmenler cânibinde, bir kuyu vardır, o kuyudadır, derler. Ve hakîkaten, gurûb vakti olunca, o kuyudan sivrisinekler, duman duman olup çıkarlar ve şehri istîlâ ederler. Nice kere, ahâli, bu kuyuya neft ve katran ve çıra yakıp atmış ve çalı çırpı doldurup yakmış. Nemrûd ateşi, o kuyudan Eflâk’a çıkmış. Yine de, Melemen şehri, bu sivrisinek belâsından kurtulamamış.
Ve hâlâ ihtiyâr kimseler naklettiler ki:
‘Sultan Ahmed zamânında, bir dervîş, bir Ramazan gecesi, bu şehrimize gelmiş. Hangimizin hânesine vardı ise, misâfirliğe kabûl edilmemiş. Sabâh olunca, o dervîş, sabâh namâzını edâ eylemiş ve câmide olan cemaate: Ey Melemen’in hasîs ve denî halkı! Bu abd-i zaîfi bir gece konukluğa almadınız. Bu hakîrin, size şu yâdigârı olsun. Geceleri safâ-yı hâtırınız olmasın. Her gece hâneninizi omzunuza alıp taşra çıkasınız, demiş. Ve elindeki balmumundan bir sivrisinek sûretini, bir kâğıt ile bu kuyuya atmış. O gece, şehirde, cümle halk, nâmûs[1] derdinden nâmûs-ı ârı terk edip bağlara firâr etmiş. Hâlâ, şehrimizde, o zamândan beri, sivrisinek istîlâsı vardır.’
Hikmet-i Hudâ, bu şehire gelen misâfirleri sivrisinek aslâ ısırmaz ve bir garîbe, aslâ zarârı isâbet etmez. Acîb sırr-ı Hudâdır. Gûyâ, Acem’de Kaşiye akrebinin, misâfirlere zarârı isâbet etmediği gibi, bu şehirde dahî, sivrisinek tılsımı olup, bir şekilde def’i mümkün olmamıştır.”
Bir milletin, Evliyâ Çelebî gibi bir seyyâhı var ise, o millet büyük, hem de çok büyük millettir..
———————-
[1] nâmûs: sivrisinek [nâmûsiyye: cibinlik.].