Merkez Olarak Kabe

Hiç bir fotoğraf, hiç bir anı, hiç bir video bir şeyin kendisini görmenin, orada olup onu yaşamanın  yerini tutamaz. Bu sadece Kabe için değil her şey için geçerlidir. Kabe’yi uzun uzadıya seyretme imkanını ilk bulduğumda, bir şeyler gerçekten “ilk” oluyordu. Bu hakikaten farklı bir binaydı. Mutlak coğrafya, mutlak geometri.. Bildiğimiz her şeyden farklı. Mutlak olanla karşı karşıya kalındığında ne yapılacağını bilmiyordum. Daha doğrusu bu kadar somut bir şekilde karşı karşıya gelindiğinde ne yapılacağını.Mutlak işte burada! Burada yazdıklarım tabii orada yaşadıklarımın aynısı değil ve sonradan yeniden düşünülmüş, derlenip toparlanmış hali.

Post-koloniyal sohbetlerin yapıldığı ortamlarda söylendiği gibi sıfır meridyeninin Londra’dan geçmesi bir tercihten ibaretti. Bu herhangi başka bir yer de olabilirdi. Hakikat anlamında veya mutlak anlamda ele aldığınızda Londra’yı ayrıcalıklı kılan bir şey yoktu (sosyolojik&tarihsel olarak vardı tabii ki ve işte bu da rölativizmin ta kendisi). Ama Kabe mutlak anlamda “sıfır” noktasıydı. Adeta Allah henüz “(anlam) haritası çıkarılmamış” dünyada bir yere parmak basıyor ve işte burası sıfır noktası diğer geri kalanı siz çıkarın diyordu. Bu mutlak anlamda (0;0) noktasıydı. Bu örneğin Kartezyen koordinatların (0;0) noktasından somutluğu ile farklıydı. Kartezyen koordinatta (0;0) noktasının somut anlamda neresi olması gerektiği konusunda bir belirlilik yoktur. (0;0) neresi olursa olsun bu koordinatlar ona bağlı olarak mekanın geri kalanını işaretler ve niceliksel olarak belirler. Bu Arşimet’in aradığı mutlak noktadan da farklıdır; kaldıracını koysaydı dünyayı kaldırabileceği mutlak nokta; Kabe farazi bir nokta değildir.Bu diğer noktalar hep fazla soyuttu. Kabe ise işte buradaydı. Dokunabileceğiniz taştan bir bina olarak. Olanca yalınlığı ve “kutsala hürmetin” cisimleşmiş hali siyah örtüsüyle. Soyut düşüncelere alışkın insanlar için sarsıcı.

Hakiki anlamıyla dünyanın merkezi burasıydı.

Bireyler olarak değilse de gayri-şahsi insan topluluğu (umreciler, hacılar vb) olarak bu insanlar, bu dünyanın en alelade insan topluluğu, bu merkeze en yakın insanlar bu dünyanın esas belirleyicileri olabilir miydi? Müslümanların “tarihsel anlamda edilgen varlıklara” dönüştüğü iddiası esasında iddia sahiplerinin kendi algı düzeylerinin ancak bu kadarına el vermesinden kaynaklandığı düşünülebilir miydi? Esas aktif noktanın burası olduğu, belirleyicinin burası olduğu, buradaki insanların şu zaman için dünyanın en önemli insanları olduğunu düşünebilir miydik? Bu bana “yorumbilimsel” anlamda “pekala da mümkün” geldi. Yine de sarsıcı.

Bizler dünyanın Paris, Berlin, Londra, Newyork (anlam) merkezli döndüğüne, dünyanın en önemli insanlarının Obama, Merkel, Cameron, Holland, Putin ve yeni yeni Çin Başkanı olduğunu düşünmeye yönlendirilmiş (veya “düşürülmüş”) insanlar olarak merkezin bu değiştirilmesi ve herşeyin yeniden anlamlandırılması hem de pek hoş yorumbilimsel bir çalışma olurdu.

Şu belki de “son şans” olarak buraya gelmiş ve yaşlı eşinin desteğiyle zar-zor yürüyen ihtiyar adam, şu kocasının oluşturduğu koruma kalkanı altında Kabe’nin örtüsüne yapışmış hıçkıra hıçkıra ağlayan genç hanım esas belirleyici aktörler olamaz mı? Mutlak anlamın zaten olmadığı (deni haliyle) bir dünyada  bir de Kabe’yi merkez kabul edip her şeyi yeniden anlamlandırsaydık… Zaten mevcut anlamın “düzmece” olduğu açık değil midir? Allah rahmet etsin Rauf Denktaş’ın dediği gibi “BM Çin’i 25 sene yok saydı. Çin yok muydu? Yok mu oldu?” O yok sayılan şeyin ekonomik hacmi yok sayanı geçen sene geçti. Yok muymuş?

Olgular aleminde hiçbir şeyin değişmesini beklemeden, pek çok kişinin beklediği değişimlerden; Müslümanların tekrar güçlenmesini, medeniyet tasavvurumuzu gerçekleştirmeyi, Mehdi’nin gelip adalet dağıtmasını, Ortadoğu’ya barış ve adaletin gelmesini, çocuklarımızın mürüvvetini, seçimleri  🙂  vb. hiç bir şeyi beklemeden, şu anda nasılsa öyle anlamın merkezini değiştirmek. Bununla şunun arasında benzerlik kurulabilir; Bir “anlam merkezi değiştiricisi” olan Roger Garaudy’nin dikkat çektiği gibi toplumların tarihsel aşamalarını “metalürjiyle ilgili kabiliyetleri” (demir çağı, bakır çağı, tunç çağı vb) referans alarak değil de “sanatı ” referans alarak yapsaydık dünya tasavvurumuz altüst olurdu. Bulunan en eski mağara resimleri karşısında huşu duyardık. Rönesans resmi belki de sanatların en ilkeli (birebir taklit üzerine kurulu olduğundan) olurdu. Belki de Picasso’nun yaptığını yapıp Afrika maskelerinin bir zirve olduğunu  veya başkalarının yaptığı gibi Çin resimlerinin, İslam hat sanatlarının “zirve” olduğunu düşünürdük. Hiç bir olgu değişmeseydi de bu bambaşka bir anlam dünyası olurdu.

Tabii ki herhangi bir şeyi merkeze alıp diğer her şeyin anlamını yeniden ve ona göre belirlemek her zaman mümkündür. Sevimli bir örnek olarak, komedi ve kurgusal tarzda “Buz Devri” çizgi filmi tarihin en büyük hadiselerini (tufan, kıta hareketleri, buz çağının sonlanması vb)  bir küçük farecikimsi bir hayvanın merkezi olduğu haliyle anlatıyordu. Bu hoş bir seyirdi. Yorumbilimsel olarak ise “Yahudi toplumunu” “beyaz adamı” “siyah adamı” “Birleşmiş Milletleri” “Kerbela’yı” ” “buğdayı” “Ganj nehrini” merkeze almak mümkündür; mutlak nokta olmasına gerek kalmaksızın.

Buna benzer şekilde Kabe merkez olsun. New York, Londra, Paris periferi olsun. Dünyanın en önemli adamları, dünyanın gidişatını en çok belirleyen  hesap gününde tartısı en ağır basan adamlar olsun. Geçici olarak da şu anda Kabe’de olanlar. Bir yerlere rahmet yağıyorsa buradakilerin bunda bir çeşit katkısı olsun. Dünyanın bir yerlerinde hayatları değiştiriveren kritik anlar yaşanıyorsa, bir başkalarının dünyasında daha önce mevcut olduğunu bilmediği kapılar açılıyor, bir küçük bir çocuk ölümcül olabilecek bir kazadan  kendisi bile fark etmeden kurtuluyorsa, bir merhametsizin kalbi birden yumuşayıveriyorsa, birileri “kara zindan” gibi tutsak eden tiryakiliklerden kurtuluyorsa, birileri “artık gerçekleri daha iyi görmeye başladım” diyorsa, bir hastaya birden bir iyilik hali geliyorsa, çocuk sahibi olamayan kadının çocuğu oluyor ve o çocuk da Fuad Sezgin, Muhammed Yunus gibi birisi oluyorsa, bir yetimin karşısına bir merhamet abidesi çıkıp sevgi ve korumasını sunuyorsa (bir de bu çocuk büyüyüp Ahmet Davudoğlu  ağırlığında birisi oluyorsa)  buranın bir rolü olsun bunda.

 Bu yorumbilimsel olarak  mümkündür ama tabii ki zaruri değildir. Yorumbilim neyin mutlak nokta olduğuna karar verme kudretinde değildir ama bu kararı verecek öznenin gücünü artıran  imkanlar sunar.  Bir Müslüman olarak da bu merkez değiştirmenin ve diğer herşeyin ama herşeyin yerini yeniden ve buna göre tanımlamanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Mutlak anlam noktasını bulduğunuzda tüm dünyanın anlamını gerçekten dönüştürebilecek imkana da ulaşıyorsunuz.

Tabii ki birisi çıkıp eğer Kabe bu kadar belirleyici ise niçin İslam dünyasında işlerin çok da iç açıcı yürümediğini sorabilir. Bunun cevabının bazı Kuran örneklerinde olduğunu düşünmekteyim. Her şey tam da olması gerektiği gibi olduğunda bunu görecek göze sahip miyiz? Biz yeni doğan çocukların öldürüldüğü Musa (AS) dönemi Mısır’ında Firavun’un sonunu getirecek kişinin suya atılmış bir çocuk olduğunu ve bizzat Firavun’un sarayında yetişiyor olduğunu görebilir miydik? Kuyuya atılan küçük bir çocuğun gün gelip Mısır’a vezir olacağını düşünebilir miydik? Yoksa biz de mi Hz. Yakup (AS) gibi gözyaşı dökerdik? Zor ve acı görülen kimi hadiselerin içinde hayır taşıdığını fark edebilir miydik?

İşte tam da bu bilinmezlik bir şeyleri bambaşka anlamlandırmanın imkanını içinde taşır.

 

 

Yazar
İbrahim YILMAZ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen