Türk-İslam kültürünün bizlere bıraktığı en somut kültür ve medeniyet belgelerinden biri inşa ettiği, türbelerde, kabristanlardaki kitabeler ve mezar taşlarıdır. Bunlar yansıttığı sanat, zarafet, ince düşünce anlayışı ve toplumsal olgunluğuyla yüksek kültür, gelenek ve medeniyet anlayışının geçmişten bugüne taşıyıcılığını üstlenmiş eşsiz kültür hazinesi konumundadır. Kültürel miraslar, milletlerin hafızasını oluşturmaktadır.
Vehhabi-Selefîliğin mezar yıkıcılığının arkasında İslam’ı bid’atlerden arındırma değil aksine Türk-İslam dünyasının hafızasını yok etme stratejisi vardır. Bu strateji vatansızlaştırma ve kültürsüzleştirme daha doğrusu İslam’ı çölleştirme amacına matuftur.
*****
Prof.Dr. Hilmi DEMİR
Irak ve Suriye’de 2014 yılında sözde devletini ilan eden DEAŞ, yalnızca toprağın üstündekilere zulmetmedi. Bir o kadar da toprağın altındakiler zulüm gördü. Sünni mezarlık ve türbelerine saldırdı. DEAŞ, kontrolü altına aldığı Irak’ın Selahaddin ilinde bulunan Sünni din adamlarının türbe ve mezarlarını yerle bir etti. Terör örgütü, mezarları yok etmek için patlayıcı ve iş makineleri kullandı. DEAŞ militanları, ele geçirdikleri Musul’da da mezarlıkları yıktı.
Tıkrit’in hikâyesi daha hazindir. 637 yılında Sa’d bin Ebû Vakkas’a bağlı Abdullah bin Mu’tem kumandasındaki birliklerce kırk günlük bir kuşatmadan sonra fethedilmişti. Bu fetih sırasında ölen kırk sahabe için de bir mezarlık yapılmıştı. DEAŞ bu sahabe mezarlıklarını da yerle bir etti. Yine Şam civarındaki Duma’da “Mezar yıkma komisyonu” âlim ve akrabalarının mezarlarını yıkarak yok ettiler. Bir başka değerli mekân da Hazreti Davud’un türbesiydi. Osmanlı döneminde restore edilen kutsal mekânlardan biridir. Türkmen köyü olan Toybuk, Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Memlük Devleti ile yaptığı Mercidabık Savaşı’nın gerçekleştiği bölgede bulunuyor. Türkmenler tarafından “Dabik” olarak adlandırılan 5 bin nüfuslu köy ve etrafında bulunan türbeler DEAŞ zulmüne maruz kaldı.
Yine Suriye’nin Kamışlı bölgesinde Türkiye’de de çok sayıda mensubu bulunan Nakşibendi tarikatının Suriye’deki kolu olan Hazne şeyhlerinin türbesi de DEAŞ tarafından bombalarla yıkılmıştı. Şeyh Ahmed El-Haznevi Suriye’nin Kamışlı kazasına bağlı Hızna veya Hazne köyünde doğduğu için Haznevî nisbesiyle anılır. Kabri kamışlı ilçesine bağlı Telmaruf’tadır. Halidîlerin kolu olan Sûfîler, Osmanlı Suriyesinde Selefî harekete karşı Osmanlının yanında yer almışlar ve onlarla entelektüel olarak mücadele etmişlerdi. Şimdi bunun intikamını alırcasına DEAŞ Sûfîlerin mezarlarını ve türbelerini hedef aldı. Neden mi, güya mezarlara tapınanlarla mücadele etmek için!.. Sahabe, âlim ve evliyanın mezarlarını yıkarak bununla mücadele ettiklerini sanıyorlar.
Aslında mezar ve türbe yıkmanın, mezara ve türbelere düşmanlığın kökleri DEAŞ’a ait değil. Bu uygulama ilk defa tarihte Vehhabilerin lideri Muhammed bin Abudülvehhab tarafından savunulmuştu. Suud ailesi ile bir araya gelen ve ittifak kuran Vehhabiler Şubat 1803’te Taif’i ele geçirerek şehri yağmalamışlar ve tekke ve türbeleri yıkıp, kitapları yakmışlardı. Vehhabîler iki ay sonra da Mekke’ye hâkim olmuşlar ve Mekke’de Hazreti Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Ali ve Peygamberimizin kızı Hazreti Fatıma’nın doğduğu evler ve bütün türbeler yıkıldı.
Vehahbiler de mezarlara, türbelere ve tekkelere aynı gerekçelerle saldırmışlardı. Dinî kılıf hazırdı: Bid’atlerle mücadele!.. Bid’at Kur’ân ve Sünnet olmayan anlamını taşıyordu. Vehhabilere göre mezarlıklara gidip ziyaret etmek, kabirler yapmak, türbe yapmak haramdı. Ama kimse sen Allah resulünün yasaklamadığını nasıl yasaklıyorsun diye sormuyor?!.
Aksine Hazreti Peygamberimizin Hazreti Amine’nin mezarını, Uhud şehitleri ve Medine’deki Bakî Kabristanı’nı ziyaret edip onlara dua ettiğini biliyoruz. Her neyse ben bu meselenin dinî boyutu üzerinde durmak istemiyorum. Zira Vehhabilere gelinceye kadar ortada fiilî bir sünnet/uygulama var o da âlim, ulema, evliya kabirlerinin bu topraklarda korunduğu, muhafaza edildiği, onların ziyaret edildiğidir. Vehhabi-Selefîler ve onun ideolojik devamı olan DEAŞ’ın aslında bu fillî sünnete saldırarak ne yapmak istediği, bu işin teolojik boyutundan çok daha önemlidir…
Gerek mezarlar ve kabirler gerekse türbeler ölümün son mekânsal durakları olmasının ötesinde çok büyük sembolik anlama sahiptirler. Ölüm algısından, dünyevi ihtiraslara karşı ahireti hatırlatmaktan tutun da geride kalanlarla ölenin ilişkisinin insani boyutuna, şehrin kültürel kimliğine kadar bir çok husus bu sembolik anlamlar dünyasından neşet eder. Hazreti Peygamber’in “Kabirleri ziyaret edin, o ahireti hatırlatıcıdır”, sözü aslında bugün yaşadığımız metalaşma krizinin ilacı gibidir. Geleneksel kentlerimizde her köşe başında bir kabir, türbe boşuna değildir. Ölüm ile hayatın bu kadar yakınlığı ve iç içeliği bizi metalaşmaktan, maddeperestlikten korur. Modern insan ölümü hayatından çıkarmak için kabirleri ve mezarları unutmak ister. Bu yüzden onları kentin en uzak köşelerine taşımıştır. Ölümü hatırlatan her şeyden nefret eder modern insanın, yüzündeki kırışıkları bile görmeye tahammülü yoktur. Yaşlılara bile dayanamadığından, onu ya kimsesizler evine hapseder ya yalnızlığa terk eder…
Ölümü unutmak bizi bu dünyaya ve ihtiraslarımıza karşı savunmasız kılar. Maddeperestlik ve puta tapıcılık kabirleri ziyaretle değil asıl ölülerinizi, kabirlerini unuttuğunuzda başlar. Oysa kabirleri ziyaret ederek, ölülerinizi hatırlayarak bir ölümlü olduğunuz ve geride sadece yaptıklarınız ya da yapamadıklarınızla anılacağınız hatırlatılır size. Hani bu sıra herkesin diline pelesenk olan dünyevileşme var ya işte onun bu kadar yükselmesinin asıl nedeni ölümü ve yaşlılığı hayatımızdan çıkartmamızdandır. Bir gün bir parça bezle bu dünyayı terk edeceğimiz ve arkamızdan ya hayırla ya da sövgüyle anılacağımız bilinci aşırı dünyevileşmeye karşı en büyük direnç hattımızdır. Ve Vehhabi-Selefîlik bu direnç hattımıza saldırarak aslında azgın kapitalizme ve metalaşmaya karşı bizi savunmasız bıraktı. Ölümü hatırlatacak sembollerin hayattan çıkarılması, bireyi maddenin duvarlarına hapsetti. İnsanlar arası ilişkiler metalar arası ilişkilere, ilişkilerin nesneleşmesine (meta fetişizmi) dönüştü. Ahlakı ve ruhu olmayan sermaye akışkanlığı ve geçişi her şeyi metaya; alınıp satılan tüketim nesnesine dönüştürdü.
“Nerede bir evliya kabri varsa orası Türk toprağıdır. Evliyası olmayan yerde Türk de yok demektir”, diyen Erol Güngör Hoca’nın dediği gibi aslında kabirler, türbeler ve mezarlar bir toprağı vatan yapan en önemli semboldür. Selefiler ve DEAŞ tüm metinlerinde bırakın milliyetçiliği vatanseverliğe bile tahammül edemez. Okullarda vatanseverlik duygusu öğretiliyor diye bizleri küfürle suçlayan Selefîler ve DEAŞ’lılar için Müslümanın vatan duygusuna sahip olması küfürdür!..
Bu yüzden “Vatan sevgisi imandandır” şeklindeki hadisin gerçek olmadığını iddia ederler. Hazreti Peygamberimiz böyle bir söz söylemiş olabilir mi? Arap edebiyatında Emeviler zamanında vatan sevgisine ilişkin bir edebiyatın olduğuna tanık oluyoruz. Nitekim ünlü Arap Edebiyatçısı Cahız’ın (ö. 868) “Kitabu’l-Hanin ile’l-Evtan” (Vatana Duyulan Özlem) adıyla bir risale yazdığı bilinmektedir. Araplarda vatana özlem duymak, onu arzulamak, özlemek bilinen ve övülen bir şeydi. İmam-ı Rabbani hazretlerinin, Mektubât’ının 155. Mektubunda da zikredilen bu hadis-i şerif, muhtemelen bu davranışların kötü olmadığına ilişkin Hazreti Peygamber efendimizden sadır olmuştur.
Diğer bir husus da hiç alakası olmadığı hâlde asabiyye (kavmiyetçilik) kavramını vatanseverlik ve milliyetçilik olarak göstermeye çalışmalarıdır. Böylece vatanlarından kopardıkları gençleri başka coğrafyalarda savaştırarak nesilleri yok ederler. Oysa bir milletin bünyesinde birden fazla kabile ve kabileler içinde de daha dar kapsamlı gruplar ve asabiyetler bulunabilir. Bu nedenle asabiyet, ferdi çok dar bir daire içinde hapseder. Hâlbuki milliyetin dairesi çok daha geniştir, Millet olmak kabileciliği aşmış toplulukların başarısıdır.
Nitekim Rasûlullah’a (aleyhisselam) sorulur: “Kişinin kavmini sevmesi asabiyet (kavmiyetçilik) sayılır mı?” Hazreti Peygamber şöyle cevap verir: “Hayır. Lâkin kişinin kavmine zulümde yardımcı olması asabiyettir/kavmiyetçiliktir.” Seyyid Ahmet Arvasi’nin İfade ettiği gibi: “Kişi kavmini sevmekIe suçIandırıIamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır.” Türk’ün töresinde kendi kavminden bile olsa zalime karşı hakkı savunmak vardır. Bu yüzden bizim davamızda asla kavmiyetçilik olmamıştır…
Mezarların yok edilmesi, türbelerin yıkılması, tarihî eserlerin sökülüp atılması Vehhabi-Selefîlerin İslam coğrafyasını vatansızlaştırması, Türksüzleştirmesinin bir diğer nedenidir. Aslında onların nefret ettiği şey bu türbeleri, evliya kabirlerini yapan Türk İslam kültürüdür.
Türk-İslam kültürünün bizlere bıraktığı en somut kültür ve medeniyet belgelerinden biri inşa ettiği, türbelerde, kabristanlardaki kitabeler ve mezar taşlarıdır. Bunlar yansıttığı sanat, zarafet, ince düşünce anlayışı ve toplumsal olgunluğuyla yüksek kültür, gelenek ve medeniyet anlayışının geçmişten bugüne taşıyıcılığını üstlenmiş eşsiz kültür hazinesi konumundadır. Kültürel miraslar, milletlerin hafızasını oluşturmaktadır.
Vehhabi-Selefîliğin mezar yıkıcılığının arkasında İslam’ı bid’atlerden arındırma değil aksine Türk-İslam dünyasının hafızasını yok etme stratejisi vardır. Bu strateji vatansızlaştırma ve kültürsüzleştirme daha doğrusu İslam’ı çölleştirme amacına matuftur. Böylece genç dimağları ya radikalizmin tuzağına ya da maddeperestliğin kucağına bırakmış olurlar. Bu yüzden her kabrin, türbenin, mezarın başında bir Fatiha okumak sizi dinden çıkarmaz aksine ölümlü bir beşer olduğunuz duygusu ile vicdanınızın kararmasını engeller, geçmişle bağınızı güçlendirir ve vatana imanızı tazeler…
———————————————
Kaynak:
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/hilmi-demir/611011.aspx