Turgut GÜLER
Bayrâm dâhil, dinî ritüellerimizi sulandırma, soysuzlaştırma ve nihâyet mânevî yoksulluğa yol açma gayretleri, elbette yeni değil. Asırlardır süren bu mecrâdaki sinsî mücâdele, içinde bulunduğumuz günlerde, teknolojik desteklerle iyice azgın hâle geldi.
Vatan uğruna gösterilebilecek fedâkârlığın en üst noktası, şehâdet… Ondan ötesi yok. Bu caân verme şekli, İslâmî bir ıstılah olmakla birlikte, Türk motifleriyle süslenmesi çok dikkat çekici.
Türkler dışındaki Müslüman milletler:
“Allah yolunda öldürülenlere ‘ölü’ demeyiniz. Bilakis onlar diridirler”
âyetiyle müjdelenen ölüm tarzını bilip ona özenmekle berâber, iştiyâk derecesi bakımından Türk milletine yaklaşamamışlardır.
“Şehidlik” sözü, hem o şerbeti içenin ulaştığı makâm, hem de “mezârlık” soğukluğuna uzatılan gül kâsesidir. Türk vatanı, önceki ve şimdiki sınırları içinde, boydan boya bir “şehîdlik” görünüşündedir.
İstiklâl Marşı’mızdaki:
“Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan, şühedâ!..”
mısrâı, alelâde toprakla “vatan” arasındaki muazzam farkı, ne güzel anlatıyor.
Türk çocuğunun yurduna, bayrağına, târîhine ve de istikbâline sâhip çıktığını, ancak:
“Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme, tanı.
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı,
Verme, Dünyâları alsan da, bu Cennet vatanı.”
haykırışını duyunca anlıyoruz.
Dünyâ’da hiçbir milletin, askere gönderdiği çocuğuna kına yaktığı görülmemiştir. “Kınalı Kuzular” tâbiri, mecâzî mânâda Türk askerlerini karşılamaktadır. “Ordu-millet” demek, Türk milleti demektir.
Bayrak, bayrâm ve düğün, Türk’ün günlük hayâtında, “şehâdet” tablosunu tamamlayan tabiî unsurlar hâline gelmiştir. “Kına” motifi de, bahsedilen tabloya aslî renk olma azmindedir.
“Şehîd”in ardından söylenecek çok söz vardır, deseler de; hem ağzın, hem de kalemin nutku tutulduğundan, çâresizliğin îlânı, tek çâre gibi görünüyor.