Arslan BULUT
İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırısı üzerine, Habertürk’ten Kürşad Oğuz, ünlü Lübnanlı yazar Amin Maalouf ile yaptığı eski röportajın Lübnan ile ilgili kısa bölümünü, doğru bir zamanlamayla X’te yeniden paylaştı.
Kürşad Oğuz, “Cumhurbaşkanı Maruni, Başbakan Müslüman, Meclis Başkanı Şii, vekil sayıları ülkedeki cemaatlere göre kotalara ayrılmış. Bu yapı neden yürümüyor?” diye soruyor.
Amin Maalouf şöyle cevap veriyor:
-Bu kota sisteminde çok ileri gidildi ve ülke cemaat liderlerinin koalisyonuna döndü. Demokrasi bu değil. Bir yere adam alınırken artık yeteneğe veya liyakate değil o kişinin hangi cemaat ve tarikata bağlı olduğuna bakılıyor. Üstelik o cemaatte bile o göreve en layık olan değil cemaat şefine en yakın olan seçiliyor. Bu, demokrasinin çöküşü demek… Maalesef on yıllar böyle geçti ve bir yerde koptu işte…
Maalouf, “Lübnan’ı zayıflatan sebeplerden biri de her topluluğun kendine yabancı bir hami, efendi bulması. Her cemaat kendine bölgesel ve küresel bir müttefik arıyor. Lübnan milleti projesi bu değildi. İnsanların kendi cemaatlerine değil Lübnan milletine ait olmalarını sağlamaktı amaç. Bu bir trajedi.” diyor…
***
Peki, Tayyip Erdoğan, Türkiye’de ne yapmak istiyor? Milletin tekliğine değil çeşitliliğine dayanan yeni bir Anayasa yapmak istiyor değil mi?
İşte Lübnan, milletin çeşitliliğine dayanan bir Anayasa ile yönetiliyor! Amerikan işgalinden sonra Irak’ta da yine milletin çeşitliliğine dayanan bir Anayasa yapıldı. Tıpkı Lübnan’daki gibi, Irak’ta da devletin üst kademeleri etnik ve dini farklılıklara göre paylaşılıyor.
Kürşad Oğuz, Maalouf’un anlattığı Lübnan’ı hatırlatarak, “Onu İsrail’in hedefi yapan koşullar da bunlar…” diyor…
Peki tek millet anlayışından vazgeçilirse, bu durum Türkiye’yi de kolay bir hedef haline getirmez mi?
Kaderde, tasada, kıvançta birlik duygusu kaybedilirse, her topluluk kendisine Osmanlı’nın son dönemindeki gibi her etnik veya dini topluluk kendisine bölgesel veya küresel bir müttefik bulmaya çalışmaz mı? Bu da devletin sonu olmaz mı?
***
Maaoluf, “Artık Ağustos böceği ve karıncanın yer değiştirdiğini söylüyorsun. Gençler, sabahtan akşama didinip maddi refaha kavuşamayan anne babalarına acıyor. Bol kazançlı işlere toplumsal açıdan yararlı işlerden daha çok değer verilmesinin sonuçları ne olacak?” sorusuna da şu cevabı veriyor:
-Bu gerçek bir sorun. La Fontaine’in fablında karınca her gün çalışır, çok ciddidir ve bunun karşılığını alır. Ağustos böceği ise şarkı söyler, eğlenir ve aç kalır. Bu fablda övülen ciddi ve düzenli çalışmak gibi değerler bugün artık saygı görmüyor. Bu eğlenceli fablın ötesinde, pek çok mahallede en çok saygı gören kişi güzel bir arabası olan uyuşturucu kaçakçısıdır. Gençler de hayatları boyunca çalışıp zenginleşemeyen anne babaları yerine bu kaçakçı gibi olmak istiyor. Anne babalar artık model değil.
-Bu tür zenginleşme dehşetle değil hayranlıkla izleniyor. Futbolcular, şarkıcılar, film yıldızları model oluyor.
-Elbette bir futbolcu veya şarkıcı kötü bir şey yapmıyor ama çoğunlukla örnek alınan kişi, çok para kazanan ve bunu kolayca kazanan kişi… Eğer bir toplumda kaçakçı, öğretmenden daha çok model alınıyorsa, o toplum hastadır. Gence önerilen model buysa o toplumun ne hale geleceğini düşünün.
***
İşte Türkiye’deki zenginleşme modeli de aynıdır. Gençler, kısa yoldan nasıl köşe dönüleceğine kafa yoruyor. Bu sebeple, 40 yıl hapisle yargılanırken tahliye edilen kara para aklayıcılarının takipçisi oluyorlar…
Ya Güneydoğu’daki düğünlerde takılan kilolarca altının kaynağı nedir?
Narin’in katledildiği Tavşantepe köyündeki lüks araçların kaynağını soran var mı?
Patlıcan, biber satmak değil herhalde…
—————————————–
Kaynak:
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/milletin-cesitliligi-ve-lubnan-modeli-842443h.htm