Milletlerin en önemli toplumsal değeri dilleri olmalıdır

Türkçenin bilim, sanat ve din konularında oluşturmuş olduğu güçlü etkilerini Türkçe yazılı kaynaklarda bulabilmekteyiz. Göktürkler Çin imparatoruna Türkçe mektuplar yazmışlar ve bu mektupların Çince tercümelerine ulaşılmıştır. Bilge Kağan ve Tonyukuk adına dikilmiş olan Orhun anıtlarında 6000 sözcük tespit edilmiştir. Bu anıtlarda geçen ifadeler yalnızca siyasi söylemler olmayıp, edebiyat ve eğitimle ilgili olup, Türkler arasında “örf hukukunun” gelişimini göstermektedirler. Hun ve Göktürklerce geliştirilmiş olan Türk uygarlığı ve düşüncesinin Göktürklerin yıkılmasından sonra Uygur Türkleri tarafından güçlü bir biçimde temsil edildiği görülmektedir. Uygurlar zamanında bilgi üretiminin genişlediği, okuryazarlığın arttığı, kalıp baskı tekniği ile kitapların (bitig) çoğaltıldığı, edebiyat, sanat ve din konularında önemli eserlerin ortaya çıktığı görülmektedir.

*****

Prof.Dr. Ahmet Faruk SİNANOĞLU

“Bilgi ile göğe yol bulunur” Atasözü

Biyolojik ve toplumsal bir varlık olan insan, doğa ve doğadaki tüm varlıklarla ilişkilerini dil üzerinden gerçekleştirmeye çalışır. Bu yönüyle, bütün toplumlar için sahip oldukları dil, toplumsal yapının nüvesi konumundadır. Yani dil, birey ve toplumların gelişim sürecinde en önemli görevi üstlenir. Çünkü her bilme/öğrenme dil temelinde bir anlatım ve sunumu gerektirir. Nitekim bireyin toplumsal bir varlık biçimine dönüşümü dil temelinde bilgi edinme ile ilişkili olup, toplum içindeki bütün kurumlar, bilgi ve değerlere ilişkin eğitim ve öğretimle kayıtlıdır; bu da, dil temellidir. Her dil kendisinin oluşturduğu gramer yapısına sahiptir ve iletişim sağlayabilme amacıyla dil ve toplum karşılıklı etkileşime girerek kavramlar, simgeler üretirler.

Toplum ile dilin tarihsel süreç içerisinde birlikte oluştukları ve farklı renklerin oluşturduğu desenlerin ayrılmaz bir biçimi gibi birbirlerini tamamladıklarını söyleyebiliriz. Çünkü insanların düşündüklerini ve inançlarını bildirmek için kullandıkları dille, yaşadıkları coğrafyada oluşturdukları kültürel desen ve sanatla derin ve nitelikli benzer özellikler gösterirler. Yani dil, insanlar arası bir iletişim aracı olmakla birlikte, dilin insanlararası anlaşma özelliği ile yetinmeyerek ve görev alanını genişleterek bilimin ve sanatın parçası konumunda olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda dili, ait olduğu toplumun binlerce yıllık kültürünün ürünü olarak değerlendirebiliriz. Diğer farklı bir değerlendirme ise, dillerin toplumsal kurumlarla (aile, din, siyaset, eğitim, iktisat) olan ilişkilerinin yüzeysel bir çerçevede geliştiği düşünülebilir. Hâlbuki dilin sürekli olarak toplumsal kurumlar ve kültürel ögelerle içi içe olması, dilin bilim, din ve sanat gibi alanlardaki etki gücünün daha derinlerde olduğunu göstermektedir. Çünkü dil, bilim, sanat ve din gibi konularda, yani aklın varlığa ait değerlendirmelerini yapmaya çalışırken mensubu olduğu toplumun sosyo-kültürel özelliklerinden hareket eder. Tüm tespitlerden anlaşılacağı gibi, düşünce ile varlık arasındaki ilişkilerin sağlanmasında dil önemli görevler üstlenir ve bireylerin konuşma eylemini anlamlandıran, deneyimlerine açık olan varlık ile varlığın kavramsallaştırılmasında görev üstlenen düşüncenin bilgi üretmesinde dil devreye girer.

Diller canlı varlıklar gibidir, sürekli bir oluşum ve arayış süreci içerisindedirler. Arayış ve oluşum sürecini devam ettirebilen toplumlar, dillerinin gençleşmesine neden olurken, arayış sürecini devam ettiremeyen toplumların dilleri zaman içerisinde yorulmalarla karşı karşıya kalabilirler. Dil açısından yorulmanın pek çok nedeni olabilir. Kanaatimizce yeni bilgiler üretememek, üretilen terimlerin ana dilde karşılığını aramamak, yabancı dillerden geçen sözcükleri bilimsel elemeden geçirmeden bünyeye dâhil etmek ya da yerli sözcüklere yeni anlamlar yükleyememek dilleri yaşlandırmaktadır, diyebiliriz. Dilleri yorgunluktan koruyabilmek için bilim, sanat ve din alanlarında yeni yaklaşımlar sergilemek gerekir. Düşünme yeteneğimizin düşüncelerimizi aktarabilmesi açısından dilin yeniden sözcükler üretebilme kabiliyetinde olması gerekir. Bu gelişme ise toplumların/milletlerin kültürel yapıları ile yakından ilişkilidir. Zira düşünce ve dil zemininde üretilen her bilginin gerçek anlamlarının anlaşılması, ulusun toplumsal yapısını, değerlerini bilmekle mümkündür ve dil bütün bu özellikleri ile toplumsal özün odağını oluşturur. Toplumların gelişme süreçlerinin anlaşılmasında, dilin ürettiği kavramların temsil gücü değerinin yüksek olduğunu söyleyebiliriz.

Yapılmış olan araştırmalara göre bütün toplumlar, duygu ve düşüncelerini ifade edebilmek amacıyla bir dil geliştirmişlerdir. Yerküremizde yaklaşık 7000 civarında anadil bulunmaktadır. Ancak anadil ve resmi dil kavramları birbirinden farklıdır. Resmi diller bir ülke içerisinde konuşulan, yasa ile belirlenen, eğitim – öğretim ve resmi işlerde kullanılan dillerdir. Bunlardan birisi de yüzyıllardır varlığını devam ettiren bizim dilimiz Türkçedir. Türkler hareketli bir yapıya sahip olmaları nedeniyle Orta Asya coğrafyası dâhil Avrupa kıtasının pek çok bölgesinde bulunmuşlar ve devletler kurmuşlardır.  Bu nedenlerle de Türkçe, lehçe ve ağız yönünden çeşitlilik gösteren bir dildir. Son derece duru bir yapıya sahip olan Türkçe, günümüzde de Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Doğu Türkistan, Kuzey Kıbrıs, İran, Irak, Suriye, Balkanlar, Tataristan, Başkurdıstan ve Moğolistan’da konuşulan bir dildir. Farklı alfabeler de kullanan Türkler bulundukları bölgelerin dillerinden etkilenmişler hem de etkilemişlerdir. Türkçe, Türk boylarının gittikleri bölgelere göre Batı Türkçesi ve Kuzey-Doğu Türkçesi olarak iki kola ayrılmıştır. Her iki kol da kendi bölgelerinde önemli eserler ortaya koymuşlar ve günümüzde bu bölgelerde Türkçe yazı dili olarak kullanılmaktadır.

Bunlar arasında Göktürk, Uygur, Karahanlı metinleri önemli belgelerdir. Özellikle Kuzey-Doğu bölgesi bakir bir coğrafya olup, bu bölgede kazılar yapılması durumunda daha pek çok yeni belge ve bulgulara ulaşmak mümkün görünmektedir.

Türkçenin bilim, sanat ve din konularında oluşturmuş olduğu güçlü etkilerini Türkçe yazılı kaynaklarda bulabilmekteyiz. Göktürkler Çin imparatoruna Türkçe mektuplar yazmışlar ve bu mektupların Çince tercümelerine ulaşılmıştır. Bilge Kağan ve Tonyukuk adına dikilmiş olan Orhun anıtlarında 6000 sözcük tespit edilmiştir. Bu anıtlarda geçen ifadeler yalnızca siyasi söylemler olmayıp, edebiyat ve eğitimle ilgili olup, Türkler arasında “örf hukukunun” gelişimini göstermektedirler. Hun ve Göktürklerce geliştirilmiş olan Türk uygarlığı ve düşüncesinin Göktürklerin yıkılmasından sonra Uygur Türkleri tarafından güçlü bir biçimde temsil edildiği görülmektedir. Uygurlar zamanında bilgi üretiminin genişlediği, okuryazarlığın arttığı, kalıp baskı tekniği ile kitapların (bitig) çoğaltıldığı, edebiyat, sanat ve din konularında önemli eserlerin ortaya çıktığı görülmektedir.

Uygur devletinin siyasi egemenliği sona erince, Uygurlar ve diğer Türk toplulukları Karahanlı devletini kurmuşlar, Semerkant, Buhara ve Beykent gibi kentlerde eğitim ve öğretim yapan medreseler açmışlardır. Maturidi, Farabi, İbn Sina, Kaşgarlı Mahmut, Biruni ve Yusuf Has Hacip bunlardan bir kaçıdır. Kutadgu Bilig yazarı Yusuf Has Hacip, bilgi ile anlayışın birlikte düşünülmesi gerektiğini, bilgiyi büyük bilip, anlayışı ulu bilmeli, seçkin insanın bu iki şeyi yüceltmesi gerektiğini” ifade eder. “Kutadgu Bilig İncelemesi” adlı kitabında Agop Dilaçar da şöyle demektedir: “Balasagunlu Yusuf yasa ve yönetim alanında Kutadgu Bilig’i yazarken eski Türk geleneklerine sıkı sıkı bağlı kalmıştır. Türkler öteden beri yaptıkları akınlarla ele geçirdikleri ülkelerde yönetim kurmak ve yasa düzenlenmekle tanınmışlardı. Hukuk fakültelerimiz Türklerin bu niteliği ile övünebilir. Gök-Türklerin 732 yılında diktikleri yazıt anıtlarında sık sık şöyle denmektedir: İlig tutup törüg itmiş ya da Türk budunun ilin törüsin tutabirmiş ili birmiş, yani yurdu yönetip düzenlemiş, Türk ulusunun yurdunu, töresini yönetmiş, düzenlemiş, (….) Kutadgu Bilig aynı zamanda, baştanbaşa eski çağlardan kalma Türk atasözleri ve bilge sözleri ile yoğrulmuştur.”[1]

Aynı dönemde İslâm coğrafyasında egemen olan Arapça ile Türkçeyi karşılaştıran Kaşgarlı Mahmut, Divan-ü Lügat-it Türk adlı eserini Abbasi Halifesi ’ne sunmuş ve Türkçe’nin Arapçadan daha zengin bir dil olduğunu ispatlamak istemiştir.

Tüm yukarıda geçen tespit ve söylemlerden anlaşılacağı gibi Türkçe bir bilim ve sanat dilidir ve toplumsal değişimler karşısında da uyum sağlamakta güçlük çekmeyen Türkçe sayesinde Türkler varlıklarını ve toplumsal bütünleşmelerini sağlayabilmişlerdir.  Şu hususu da ifade etmeliyiz ki, bir dinin inanç sisteminin anlaşılması ve yaşatılabilmesi için din eğitiminin kendi ana dili ile yapılması önemlidir. Aksi halde din yalnızca ezber olur ve milletin kendi değerleri ile çatışma biçimine dönüşür. Yeni nesillerin hedefi Türkçeyi tüm dünyaya tanıtmak olmalıdır.

Kaynaklar:

[1] Agop Dilaçar, Kutadgu Bilig İncelemesi, T.D.K. Yay. Ankara 1972, s. 28, 29.

———————————————————–

Kaynak:

https://www.akademikakil.com/bilim-sanat-ve-dini-soylemlerde-dil/ahmetfaruksinanoglu/

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen