“Kim bilir o uzak âtide Türk gençliğinin sırtındaki ‘Ateşten Gömlek’ ne kadar bizimkilerden başka olacaktır…’’
Halide Edip
Tarih, geçmişe ait öğretici bilgi verir, edebiyat ise hissettirir.
Milletlerin önemli kuvvet kaynaklarından biri de tarihleridir. Tarih, milletin ortak karakter ve değerlerini gösterir. Toplumlar, millet olarak varlıklarını devam ettirebilmek için tarihlerine dayanmak zorundadırlar. Tarih, millette kök duygusunu uyandırır. Bu duygu, birey veya toplumda bir millete mensubiyet bilincini canlı tutar ve onu derinleştirir. Birey ve toplum, en uzak geçmişten sonsuz geleceğe doğru akıp giden zaman içinde varlığının bilincine ancak tarihle ulaşabilir. Bu bilinç, birey ve toplumda kendini gösterdiği zaman, tarihîlik de gün yüzüne çıkar.
Tarihi olaylar çok yönlü bir özelliğe sahiptir. Hukuki, stratejik, arşivcilik, ders alma, ekonomik, edebi bakımlardan tarihi olaylar büyük bir öneme haizdir. Kadim zamanlarda yapılan savaşların tekrar gündeme taşınarak, örnek olma, sonuç çıkarma gibi yönlerden araştırılması, değerlendirilmesi yeni nesle mesaj verilmesi hâl ve istikbâl için gerekli olan çalışmalardır. Tarih, milletlerin hafızasıdır. Hafızasını kaybeden bir millet, geleceğini kuramaz. Hâl, mazinin devamıdır. Zaman algısı üç boyutuyla kavranabilir. Mazi, hâl ve istikbal… Milletin geleceğini düşünenler, geleceği inşa etmek isteyenler, işe tarihten başlamak durumundadır. Millî şuurun alınmasında tarih, en başta gelir.
Geçmişten, yaşanılan zamana doğru kesintisiz geliş, her devirle perde perde açılır. Tarih sahnesinde ne varsa, dikkatler bunların üzerine düşer. Düşünce hâlihazırın dar çerçevesinden çıkıp yeni bakış ve yorumlar aralığından yeni ufuklara yönelir. Bunu tarih bilinci sağlar. Tarih bilincine tarih bilgisi olmadan ulaşılamaz. Tarih üzerine bilgi sahibi olmak ise, tarih bilincine sahip olmak demek değildir. Tarih bilinci kendiliğinden ortaya çıkmaz; zaman, mekân ve şartlara tarih bilgisiyle bakmak, görüleni yaşanılan anın değerleriyle yorumlamak suretiyle doğar. Milletlerin ortak ruhunu dokuyan, besleyen ve zenginleştiren kuru tarih bilgisi değil, tarihteki olaylara ve geçmişten kalan her şeye, anın ihtiyaçlarına göre getirilmiş yorumlarla oluşmuş hayata ve tarihe, varlığı ve ruhuyla iştirak etmekten doğan tarih bilincidir. Tarih bilinci geçmişten beslenmekle birlikte ileriye doğru giden düşünceye dayanır ve geleceğe yön vermede belirleyici yer tutar. Gelecek tasavvuru tarih bilinciyle oluşur. Tarihin biriktirdiği her şey; bütün bir medeniyet, yaşama şekli, maddî ve manevî değerler buna yardımcı olur. Tarih bilinci, tarih bilgisi yanında, geçmişle doğrudan temasa geçmeye de ihtiyaç duyar. Geçmişle teması ise ancak tarihten bugüne kalan eserler sağlayabilir. Bu eserler sadece mekânı fethetmek suretiyle değil, mekânla birlikte zamanı da fethederek devamlılığı sağlayan eserlerdir.
Tarihle edebiyat ilişkisini iki açıdan kurmak mümkündür. Bu da metinler üzerinden yürütülür. Geçmişte yazılmış olan metinler, tarihi bir kimlik kazanmıştır. Bu metinler birer kaynak hükmündedir. Diğeri ise tarihi olayların edebiyatçılar tarafından ele alınıp yeni metinlerin oluşturulmasıdır. Tarihin kupkuru bilgisi ancak edebi eserlerin insan bilinç ve ruhunda yer almasıyla değer kazanır. İnsanlar edebi eserlerin etkisiyle tarih bilgisini içselleştirir. Millî şuurun uyandırılmasında tarih ve edebiyat birlikteliği, eşit bir biçimde imkân ve fırsatlara sahiptir. Edebiyat toplumun aynasıdır. Konusu ister birey isterse topluluk merkezli olsun mutlaka birbiriyle etkileşim içindedir. Bu özellik, edebiyatın vazgeçilmez şartlarından biridir. Edebiyat toplumun beğeni ve değerleriyle, kültürel özellikleriyle konusunu dokur.
Her tarihi olay, millet hafızasında iz bırakır. Anma ve kutlama etkinlikleriyle bu tarihi olaylar yeniden kendini üretir. Yeni belgeler, yeni yorumlarla hafıza kusuru olan unutma, silinme gibi olumsuzluklar önlenir. Anma ve kutlama etkinliklerinin asıl amacı, yeni nesle kültürel mirasın aktarılması ve hafızasının yenilenmesidir. Bu amaç, tarih bilgi ve bilimin yanı sıra güzel sanatlar yoluyla da gerçekleştirilir. Tarihi bir olayın tiyatro, resim, heykel, roman, şiir, mimari gibi sanat alanlarıyla ifade edilmesi kalıcılık ve etki bakımından daha önceliklidir.
Tarih, şair ve yazarların konu kaynaklarının da başında gelir. Millî şuurun uyandırılmasında tarih ve edebiyat birlikteliği, eşit bir biçimde imkân ve fırsatlara sahiptir.
İstiklal Savaşının beş büyük muharebesinin üçü Eskişehir toprakları üzerinde vuku bulmuştur. Eskişehir, bu büyük mücadelenin her aşamasında yer almış, üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. Millî Mücadele Edebiyatı, ilk meyvelerini Eskişehir’de vermeye başlamıştır.
İstiklâl Savaşı: Gazi paşalarla gazi yazarların vatan savunması
Millî Mücadele Edebiyatı, 1919-1922 tarihi yılları arasını kapsayan inanç, kararlılık, özgürlük ve bağımsızlık değerlerinin öne çıkarıldığı bir dönemin adıdır. Bu dönem, şair, yazar ve düşünce insanlarının tek bir ideal etrafında birleştikleri devirdir. Temel inanç, Misak-ı Millî içinde Türk milletinin hürriyet ve istiklâlini sağlamaktır. İstiklal Savaşı; Gazi Paşalarla Gazi Kalemlerin “Ya İstiklal Ya Ölüm” parolasıyla yola çıkmaları ve bu şanlı mücadeleyi zaferle taçlandırmalarıyla sonuçlanmıştır.
Bu dönemden başlayarak günümüze kadar etkisi devam eden Millî Mücadele Edebiyatı, romantizmle realizmin iç içe girdiği edebi eserlerin meydana getirildiği bir kültür ve sanat alanıdır. Bu döneme ait sadece edebi eserler değil, sanatın her türlü ürünü verilmiştir. Böylece ölüm-kalım anlamında oluşan bu dönem, Türk milletini derinden etkilediği gibi sanatçılarını da tesiri altına almıştır. Gerçek sanat, toplumuyla bütünleşir. Zira sanatçı, toplumunun aynasıdır.
Millî Mücadele Edebiyatında Eskişehir’in yeri
Millî Mücadele Edebiyatında Eskişehir’in yerini belirtmek için Madame Tadia Otelinden başlamak gerekmektedir. Zira Millî Mücadele yıllarında Kuva-yı Millîye’ye destek veren pek çok şair ve yazar, Avrupalı bir kadın olan Madame Tadia tarafından işletilen otelde kalmışlardır. Madame Tadia, adını taşıyan otelini 1890’da Eskişehir istasyonuna yakın yerde açmıştır. Halide Edip, Salih Zeki, Binbaşı Tevfik, Şemsettin Bey, Ruşen Eşref, Yusuf Akçura, Yakup Kadri, Hariciye Vekili Bekir Sami Bey gibi Millî Mücadele’nin ünlü isimleri bu otelde kalmışlardır.
Halide Edip, Millî Mücadele’nin devam ederken yazdığı “Ateşten Gömlek” adlı romanının kahramanlarını Madam Tadia’nın otelinde kurgulamıştır. Yazar, bunu Türk’ün Ateşle İmtihanı adlı İstiklâl Savaşı hatıralarını yazdığı kitabında belirtir;
“Odadan çıktıktan sonra Dr. Şemsettin’e onu yeni bir romana kahraman yapacağımı, adını Ayşe koyacağımı söyledim. Doktor gülerek, erkek kahramanın kim olacağını sordu. Henüz bilmiyordum. Kumandanlardan biri, İstanbullu bir genç, belki de Mehmet Çavuş olabilirdi… Mama Tadia’nın kuştüyü yatağına çekildiğim zaman uyumadan önce bunu düşünüyordum. Fakat Eskişehir’deki vazifem zihnimi o kadar meşgul etti ki Ankara’ya dönünceye kadar bir karara varmadım. Ankara’da derhal romana başladım. (1)
Yalnız ortada kitabın adıyla ilgili bir problem vardır. Yakup Kadri, Mayıs ayında Ankara’da Halide Edip ve eşinin misafiri olur. Halide Edip, Yakup Kadri’ye ne yazdığını sorar. O da Ateşten Gömlek adında bir Anadolu romanı yazmakta olduğunu belirtir. Halide Edip, konunun devamında; “Ben de zihnimde bir Anadolu romanı tasarladığım için, o kendi romanını bitirmeden bu isimde benim böyle bir roman yazacağı söyledim.” der. (2)
Halide Edip, romanın başlığı konusuna Ateşten Gömlek ’in bir ön sözü niteliğindeki “Yakup Kadri Bey’e Açık Mektup”ta yeniden temas eder.Mektupta Yakup Kadri’ye; “İsmin kudretinin eserden kavî olması benim kabahatim değildir.” diyerek özür beyan eder.
Konuyu şu cümlelerle sonuca bağlar: “Kim bilir o uzak âtide Türk gençliğinin sırtındaki ‘Ateşten Gömlek’ ne kadar bizimkilerden başka olacaktır…’’ (3)
Yakup Kadri, Millî Mücadele üzerine, Sodom ve Gomore, Yaban ve Ankara romanlarını yazmış, Ateşten Gömlek adını hiçbir eserine vermemiştir.
İzmir’in işgal edilmesi, Millî Mücadele’nin önemli bir aşamasıdır. İşte bu yüzden Ateşten Gömlek romanı da eşi ve çocuğu düşman tarafında şehit edilen Ayşe’nin Millî Mücadele’ye katılması ve hizmetlerini konu edinir. Eşi ve çocuğunu kaybeden Ayşe, İstanbul’da bulunan akrabası Peyami’nin yanına gider. Binbaşı İhsan da onlara katılarak Anadolu’ya geçip Kuva-yı Millîye katılmak isterler. Ayşe, Eskişehir Asker Hastanesinde ve Polatlı Sahra Hastanesinde hemşire olarak çalışır. Bu arada hem Peyami hem de Binbaşı İhsan Ayşe’ye âşık olur. Bu aşk her ikisi için de ateşten bir gömleğe dönüşür. İhsan ve Ayşe cephede ölürler, yaralanan Peyami, kafasında kalan bir kurşunla Ankara Cebeci Hastanesinde “ateşten gömlek” ismini verdiği anılarını yazmayı tamamlar ve kafasındaki kurşunun çıkarılması için girdiği ameliyatta hayatını kaybeder. Halide Edip, Millî Mücadele devam ederken yazdığı bu romanını “Sakarya Ordusuna” ithaf etmiştir. Mektup tekniğiyle kaleme alınan roman, Millî Mücadele Edebiyatının ilk eseridir.
Acı, üzüntü veren, dayanılmaz, sıkıntılı durum, dayanılamayacak zorluk anlamlarına gelen ateşten gömlek, dilimizde deyim olarak kullanılmaktadır. Bu deyim, Halide Edip tarafından Millî Mücadele’de döneminde halkın çektiği sıkıntıları anlatmak için kullanılmıştır. Roman kahramanları vatan-millet yolunda, istiklâl ve hürriyet için ateşten gömleği gönüllü olarak giymişler, ‘’ölürsem şehit, kalırsam gazi’’ inancının verdiği yüksek motivasyonla mücadeleye başlamışlardır. Ateşten gömlek sözü, vatan ve millet aşkının bütün anlamlarını tedai ettiren bir ifade olarak da belirtilmiştir. Ateşten Gömlek romanının başkahramanı Ayşe, vatan-millet için herşeyini feda edebilen güçlü bir kadın sembolü olarak tasarlanmıştır. Roman kahramanları; Ayşe, İhsan, Peyami, Cemal, Kezban, Mehmet Çavuş, Salime Hanım ve Mister Cook düşünce ve kültürel değerleriyle yerli yerine oturtulmuştur. Halide Edip’in Millî Mücadale’ye “onbaşı” rütbesiyle bizzat katılması, kendisinin de o ateşten gömleği gönüllü olarak giymesi romanın gücünü artırmaktadır. Roman, 1923 ve 1949’da iki defa filme çekilmiş, yabancı dillere çevrilmiş, 1987’de de Ateşten Günler adıyla tv dizisi yapılmıştır.
SONUÇ
Eskişehir, maddi ve manevi yönden Millî Mücadele’nin her bakımdan tam içinde bulunmuş, türlü sıkıntılara katlanmış, fedakârlıklarda bulunmuştur. Halide Edip’in Ateşten Gömlek romanı savaş ortamı içinde yazılmıştır. Yine, Türk’ün Ateşle İmtihanı adlı hatıra eserinde Eskişehir geniş bir yer tutar. Yakup Kadri’nin Yaban romanı, Eskişehir’in Porsuk Çayı’na yakın bir köyünde yaşayan ahaliyle buraya sonradan gelmiş İstanbullu bir “yaban”ı anlatır.
17 Mayıs 1919’da Odunpazarı’nda 10 bin Eskişehirlinin katıldığı mitingde İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi şiddetle tel’in edilmiş, konuşmalar yapılmıştır: ’Hiçbir Türk İzmir ve mülhakatı üzerindeki hakkının bu kadar açık bir şekilde ihmal edilmiş olmasına boyun eğmeyerek ve millî ülkümüz hiçbir akıbetten çekinmeyerek bedbaht İzmir’in hakkını aramakta devam edilecektir. Felaket dakikalarında tek dil ve tek ses olmayı Allah’ın emirlerinden kabul addeden Türklerin son emeli İzmir’dir.
Okunan ortak metinde geçen “Felaket dakikalarında tek dil ve tek ses olmayı Allah’ın emirlerinden kabul addeden Türkler…” sözü aradan geçen yüzyıl sonra da doğruluğunu ve geçerliliğini korumaktadır.
………….
- Adıvar, Halide Edip, Türk’ün Ateşle İmtihanı – Kurtuluş Savaşı Hatıraları İstanbul, Can Sanat Yayınları 2007, s. 217-218
- g.e s.213
- Adıvar, Halide Edip, Ateşten Gömlek, İstanbul, Can Sanat Yayınları 2007, s. 15