Türkiye’de turizm politikalarında genel olarak ziyaretçi sayısı ve gelir odaklı bir yaklaşım var. Ancak bunun sürdürülebilir bir anlayış olmadığı ortada. Bundan 50 yıl sonra Türkiye’de turizmin nasıl bir hal alabileceği üzerine düşünmek gerekiyor. Covid-19’un neden olduğu bir ekonomik kriz var. Turizmi bu krizde en dezavantajlı sektör olarak gördük. Yabancı yatırımcı oranı artıyor. Yıllar içinde yabancı istihdamı da artışta. Konut satışlarıyla demografi değişiyor.
Aklıma Sudet Almanları geliyor. 13. Yüzyıl’da II. Otakar döneminden itibaren Bohemya’nın sınır bölgelerine davet edilmişti bu Almanlar… Sudet haritası çok ilginçtir. Bohemya’nın çevresindeki bir halkadır. Dağlık bölgelere ve de kuruttukları bataklık bölgelere yerleştiler ve Bohemya şehirleri için bir tampon vazifesi gördüler. 1930’lara gelindiğinde bir jimnastik öğretmeni olan Konrad Heinlein’ın öncülüğünde Sudet Almanları özerklik talep etti. Sonrasında 1938 Münih Anlaşması ile bölge Almanya’ya verildi. Almanya savaşı kaybedince bölge sakinleri bu kez ülkeden sürüldüler. Yüzyıllar sonra tuhaf bir sonuç ortaya çıktı. Kastetmem o ki bundan elli yıl sonra kıyı bölgelerimizin yapısı farklı olabilir. Milli turizm perspektifi çalışmamız gerekiyor tabi.
Halkları dönüştüren olgular var. Turizm bunun başında yer alıyor. Halkların azizleri ve azizeleri de var… Rol modelleri var. Soğuk Savaş’ın son döneminde 1978’de tarihte ilk kez bir Slav’ın; II. Jean Paul’ün papa seçilmesi Doğu Bloku’nun ana omurgası olan Slav halkları arasında güçlü bir tesir meydana getirmişti.
Macarlar 955’te Lechfeld Savaşı’nda Büyük Otto’ya mağlup olduktan sonra biraz da mecburiyetten Katolik oldular. Papa’nın 1001’de kral ilan ettiği Istvan Macar halkının azizidir mesela.
Prag’ın ilk Slav kökenli ve şehit piskoposu Aziz Adalbert, şehit Bohemya prensi I. Wenceslas gibi azizleri var Çeklerin. Ancak Bohemya Reformasyonu’nun lideri Jan Hus 1415’te Konstanz Konsili’nde mahkûm edilip yakılınca halk arasında efsaneye dönüşüyor. Hus Protestan hareketin azizi olmuştur. Bazı Protestanların görüşüne göre Cizvitler onun efsanesine karşı mücadele etmek için Jan Nepomuk’u aziz yapmıştı.
Bu noktada bizim rol modellerimiz kimler sorusuyla karşılaşıyoruz. Şimdi yeni aziz ve azizelerden bahsetmeliyiz. Praglı Agnes’in Aralık 1989’da azize ilan edilmesi gibi bizim de bu dönüşüm çağında hangi rol modelleri destekleyeceğimize dair bir mesuliyetimiz var. TV yerine TC sosyetesi inşa edebilecek miyiz? Bugünlerde sosyetenin “Mavi Vatan” konusunda hassasiyet göstermesini nasıl sağlayacağız?
Sosyete, société – society’den geliyor. Toplumda gelir düzeyi çok yüksek ve yaşama biçimleri kendilerine özgü hayatları olan insanlardan oluşan sınıf anlamında. Sosyetenin toplum ve topluluk anlamları da var. Sanırım bizde anti-toplum anlamına yaklaştığı söylenebilir. Yeni azizler televole iletişiminin süjesidir.
Duyarsızlaşmaya dair, toplum değerlerinin yitirilmesine dair şeyler var bunda. Gençler sosyal medya fenomenlerini örnek alıyor. Bu fenomenler “varlıkları yalnız rastlantı kavramıyla açıklanabilir şeyler” olamazlar. Aynı turizmde olduğu gibi bir rastlantısızlık yaşanıyor. Amerikalı bir generale aitti galiba, şuna benzer bir söz var, “Birleşik Devletlerin nereye gittiğini bilmiyorum ama gittiği yere doğru çok hızla gittiğini söyleyebilirim”.
Hayreddin Soykan mananın kendine uygun surette tecelli ettiğinden bahsediyordu. Bize döndüğümüzde her şeyi maddiyata yontmamızın, manaların üzerini kapamamızın ne çeşit bir pentimento olduğunu takdirlerinize bırakıyorum.
Vardığımız nokta kültüre önem vermeyen, değişimi seyreyleyen mukaddesatçılık ve milliyetçiliğin sahihlik sorunu olması. Fenomenoloji özlerin bilimi değil özü görüleyen bilincin bilimi değil miydi? O halde İstanbul Sözleşmesi’ni tartıştığımız kadar Alanya’nın Phuket’leşmesini neden tartışmadığımızı tartışalım.