Doç.Dr. Durmuş HOCAOĞLU
Bundan önce de sözünü etmiş bulunduğumuz üzere, milliyetçilik teorileri içerisinde önemli bir küme oluşturan ve kendi içinde de muhtelif alt başlıklara taksîm olunan Modernist Teoriler, kısaca ve ana hatlarıyla özetlendikte, “bugün” yaygın olarak anlaşılan ve kabûl edilen şekliyle, gerek Millet’in ve gerekse de Milliyetçilik’in, geleneksel toplum yapısından modern toplum yapısına geçişin bir sonucu olarak, sınâîleşme, sosyo-ekonomik ilişkiler, siyâsî ve kültürel şartlar gibi parametrelere bağlı olarak ortaya çıktığını; kısacası, netîce îtibariyle münhasıran Modernite’nin bir ürünü olduğunu çıkış noktası olarak almaktadırlar.
İmdi: Milliyetçilik ile olan organik bağı dolayısıyla Millet üzerinde bir kaç cümle ile de olsa duralım: Millet’in zihnen uydurulmuş bir vehim, gerçekliği bulunmayan bir soyut kavram değil; her ne kadar bu kavram tarihte bir evrimleşme süreci geçirerek değişikliklere uğramış olsa da, hep ‘bir şekilde’ var-olan bir “şey”e tekaabül eden, toplumsal bir ontolojik değeri, somut bir sosyal içeriği bulunan bir kavram olduğu, bilhassa günümüz şartları muvâcehesinde, her türlü îzahtan vâreste addedilmek iktizâ etmektedir. “Millet”, çok kolaylıkla ve kesin olarak, keskin hatlarla tanımlanabilmesi fevkalâde müşkîl olan bir kavramdır. Bu müşkilât, kavramın geçirmiş olduğu tarihî istihâleden ve farklı zaman ve mekanlârda, farklı kültürlerde ve farklı perspektiflerden farklı şekillerde tanımlanmış ve anlaşılmış olmasından ileri gelmektedir.
Türkiye’deki vasatî entellektüel hayat, genellikle, kavramların istihâlesini gözardı ederek tarihte bir kerede teşekkül ederek donduğunu ve hiç değişmeden bütün zamanlar boyunca hep aynı kaldığını vehmetmek gibi fahiş bir hatâ işlemektedir. Hâlbuki kavramlar da bir anlamda bir anlamda canlı organizmalar ve dahi tarih içerisinde akan nehirler gibidirler; her canlı gibi doğarlar, ve her doğan gibi de değişmeye ve hattâ ölüme mahkûmdurlar; beri yandan, bir nehir gibi bir yandan zaman ve diğer yandan da mekân içerisinde akarken, bu iki faktöre bağlı olarak tadları, renkleri, kokuları, muhtevâları birtakım değişim ve dönüşümlere, hattâ başkalaşmalara mârûz kalabildikleri gibi, bütün bu tahavvülât, tebeddülât, tağayyürât ve dahi takallübât, bâzan hem kelimenin kökeniyle ve hem de orijinal ve primordiyal şekilleriyle radikal bir kopukluk hâline dahi ulaşabilmektedir. İşte, Millet, Milliyet, Milliyetçilik kavramları da netîceten tarihîdir; her kavram gibi tarihî bir gelişim ve değişim süreci geçirmişlerdir ve bugün bilinen şekline ancak 19ncu asırda ulaşabilmişlerdir.
Milliyetçiliğin Modernizasyon Teorileri’nin yukarıda sözünü ettiğimiz çıkış noktasının gerek değeri ve gerekse zaafı da bu noktada ortaya çıkmaktadır: Onlar, meselâ Millet, Milliyet gibi kavramların istihâle sürecine vurgu yapmakta ve Milliyetçilik kavramının ise tarihen yeniliğine dikkat çekmekte ne kadar haklı iseler, bu istihâle öncesinde bu kavramların mevcûdiyetsizliğinin, kavramların onların delâlet ettiği siyâsî ve kültürel karşılıkların günümüz anlamıyla neredeyse radikal bir kopukluk içerisinde olduğunu ve Milliyetçilik’in ise bir “isim” olarak mevcut değilken “cisim” olarak da mevcut olmadığını ve bu konudaki herşeyin sâdece ve yalnızca Modern süreçlere indirgenebileceğini ileri sürmekte de bir o kadar haksızlık ve hatâya düşmektedirler.
Bir örnek olarak vereceğimiz, North Carolina Üniversitesi’nden Craig Calhoun, konuyu ele aldığı “Nationalism and Ethnicity” isimli makalesinde,[1] Milliyetçilik söyleminin bâriz bir şekilde modern (bir olgu) olduğunu söyledikten sonra, muhtelif modernistlere mürâcaat ederek, 17nci yüzyılda İngiltere’de Monarşi karşıtı ayaklamaya (H. Kahn, L. Greenfeld), 18nci yüzyılda New York elitlerinin İberyan kolonyalizmine karşı verdiği mücâdelelere (B. Anderson), Fransız İhtilâli’ne (P. Alter, G. Best), bu ihtilâle ve Alman birliğinin yokluğuna karşı Alman reaksiyonuna (E. Kedourie, J. Breuilly) tarihlenebileceğinin tartışıldığını ileri sürmekte; devâmında, “erken modern dönemde millet fikri, müşterek ikametle veya müşterek sosyokültürel karakteristiklerle birbirine kenetlenen insanların bir mecmûu olarak, devletlerle ve devletler arasında vuku ’ bulan çatışmalarda ve devlet inşâında siyâsî ve kültürel çağrışım yapmıştır” dedikten sonra, bunun da, modern bir siyâsî meşrûiyet teorisi olarak milliyetçiliğin modern yakarışına yol açtığını eklemekte ve Elie Kedourie’nin milliyetçilik söyleminin ideal- tipik olarak teklif ettiği şu üç önermeyi (kaziye) zikretmektedir: “Beşeriyet tabiî olarak milletlere bölünmüştür; milletler tahkîk edilebilir belirli karakteristiklerle tanınır ve yegâne meşrû yönetim şekli de millî öz-yönetimdir”. Yine Calhoun’a göre, Milliyetçilik, siyâsî otonomi ve self-determinasyona yönelik modern iddiaların üstün nitelikli formu olmuştur ve bu terim de, günümüzden ikiyüz yıldan daha kısa bir müddet önce Almanca’da Herder ve Fransızca’da Abbe Barruel tarafından tedâvüle sürülmüş olup Ulus-Devlet kavramı ile bağlantısı da Woodrow Wilson’un mâruf formülasyonu (Ondört Maddelik Wilson Prensipleri) ve Milletler Cemiyeti ile kurulmuştur.
——————————————————-
Kaynak:
Yeni Çağ [Analiz]., 10 Şubat 2004, Salı., s.12; Yeni Çağ Sıra No: 073; 2004-016; Şubat-04
[1] Craig Calhoun., “Nationalism and Ethnicity”., Annual Review of Sociology., Vol.: 19 (1993), pp.211-239