Azmi ÖZCAN
(1892-1940 [?])
Millî komünizm akımının başlatıcısı, Asya’daki müslüman Türkler’i federal bir sosyalist devlet içinde birleştirme çalışmalarıyla tanınan Kazanlı Türk düşünce ve siyaset adamı.
Günümüzde Özerk Başkırdistan’ın Sterlitamak bölgesinde Şipayevo köyünde doğdu. Asıl adı Mîr Said Sultan (G)Alioğlu olmakla birlikte Galiev olarak tanındı. 1917 Bolşevik İhtilâli’nin dört büyüğünden biridir (diğerleri Lenin, Stalin, Troçki). Öğretmen olan babasının adı Mîr Said Haydar Ali, annesinin adı Aynilhayat Hanım’dır. Hayatına dair bilgiler, daha çok 1923’te kendisinin kaleme aldığı “Ben Kimim” başlıklı otobiyografisine dayanmaktadır (İzbrannıy Trudi, s. 473-482; ayrıca bk. Kakınç, Destansı Kuramcı, s. 35-171).
Sultan Galiev’in ailesi Başkırdistan’ın değişik bölgelerinde bulunduktan sonra 1903’te Kırmıskali köyüne yerleşti. Galiyev ilk öğrenimini burada tamamladı. 1911’de Kazan’da Tatar Pedagoji Enstitüsü’den mezun olunca öğretmenliğe başladı ve iki yıl Başkırdistan’ın muhtelif köylerinde öğretmenlik yaptı. Ardından istifa ederek Ufa’da bir kütüphanede çalışmaya başladı. Bir taraftan da Rus edebiyatı klasiklerinin bazılarını Tatarca ve Başkırtça’ya tercüme ediyordu. 1911-1914 yılları arasında Ufa’da yayımlanan Ufimskiy Vestnik gazetesinde yazdığı yazılarla devrim ve yenilikler hakkındaki düşüncelerini açıklamaya başladı. Gazetecilik mesleğine Tatarca Tormış (Ufa), Vakit (Orenburg), Koyaş, İl (Petersburg), Süz (Kazan) gazeteleriyle Rusça Narodniy Uçitel (Moskova), Kavkazskoe Slovo, Kavkazskaya Kopeyka (Bakü) gibi gazetelerde Kırmıskali, Kulku-Baş, Kandemir, Timurleng, Sukhoy gibi takma adlarla yayımlanan yazılarıyla devam etti. 1915’te yeniden öğretmenliğe döndü ve Bakü’deki Tatar Kız Lisesi’nde çalıştı. Bu sırada milliyetçi-sosyalist görüşleri belirginleşti. Bakü Şehir Meclisi’nde ticaret vekili oldu. Bu dönemde Galiyev’in ilk siyasî faaliyeti, Ufa’da kurucuları arasında bulunduğu militan Tatar örgütü ile bölgesindeki Ruslaştırma ve hıristiyanlaştırma faaliyetlerine karşı direnişi örgütlemesi olmuştur.
I. Dünya Savaşı sırasında Tatar ve Başkırt askerlerini Çarlık ordusunda savaşmamaya çağıran faaliyetlerde bulundu. 1917 Şubat devriminde Bütün Rusya Müslüman Hareketi’nin sol kanadında yer aldı ve Müslüman Kongresi Yürütme Komitesi sekreterliği için Moskova’ya davet edildi. Mayıs 1917’de Bütün Rusya Müslümanları Kurultayı’nda genel sekreterliğe seçildi. Ardından Kazan’a giderek bu dönemde Tatar Türkleri’nin tek yetkili komitesi olan Molla Nur Vahidof’un önderliğindeki Müslüman Sosyalist Komite’ye dahil oldu ve kısa zamanda etkili bir konuma ulaşıp Müslüman Sosyalist Komite komiserliğine getirildi. Bu arada Komünist Parti saflarında hızla yükselerek Sovyet Milliyetler Komitesi’nin ikinci sekreteri oldu. Aynı zamanda bu örgütün resmî yayın organı Jiznnatsionalnostey’in editörlüğünü yapmaya başladı.
Galiyev’in 1919 ve 1920’de İdil-Ural Cumhuriyeti kurma projesi Lenin tarafından şovenist eğilimler taşıdığı gerekçesiyle reddedildi. 1920 yılında Zeki Velidi (Togan) ve bir grup önde gelen müslüman aydınla Turan Federe Sosyalist Devleti oluşturmayı amaçlayan İttihat ve Terakkî adlı örgütü kurdu. Ancak Sovyet devriminin geleceği ve komünist politikalar hususunda Moskova’daki Bolşevik liderliğiyle Sultan Galiyev arasındaki fikir ayrılıkları belirginleşmeye başladı ve giderek merkezîleşen Moskova yönetimi müslüman halkların beklentilerini kısıtlama yoluna gitti. Bu dönemde Moskova’da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde hocalık yapmakta olan Galiyev, devrimin vaadleri konusunda hayal kırıklığına uğrayınca muhalefetini açıkça ortaya koymaya başladı. Jiznnatsionalnostey gazetesinde 1921’de neşrettiği “Müslümanlar Arasında Din Karşıtı Propagandanın Mahiyeti” başlıklı makalelerinde (makaleler ayrıca kitap halinde yayımlanmıştır, Metodyantireligioznoi propagandy sredi musul’man, Moskova 1922) Bolşevikler’in İslâm ve din karşıtı çalışmalarını eleştirmesi Stalin ile ilişkilerini gerginleştirdi (Galiyev’in kendi hazırladığı, bütün görevleriyle sorumluluklarını ihtiva eden liste için bk. Kakınç, Sultan Galiyev ve Milli Komünizm, s. 309-310).
1923’te burjuva milliyetçisi olmak, Türkiye ve İran gibi ülkelerde bağlantılar tesis ederek Sovyetler’in milletler politikasına karşı faaliyette bulunmak gibi ithamlarla tutuklanarak yargılanan Galiyev aynı yıl içerisinde devrime olan büyük katkılarından dolayı serbest bırakıldı. 1923-1928 yılları arasında bir taraftan teorilerini geliştirirken bir taraftan da örgütlenme faaliyetlerine devam edip Türkistan Sosyalist Partisi’ni kurdu. Galiyev 1928’de Turancı, karşı devrimci ve Troçkist gibi suçlamalarla yeniden tutuklandı. Partisi tasfiye edildi, on yıl çalışma kampı cezasına çarptırılarak Sibirya’da Solovki çalışma kampına gönderildi. Bundan sonraki âkıbeti hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. 1939’da serbest kaldığı bildirilen Galiyev’in müslüman cumhuriyetlerde ikameti yasaklandığı için Kazan’ın güneyinde Kuybişev’e yerleştiğine, ancak 1940 veya 1941’de idam edildiğine inanılmaktadır. 1917 Bolşevik İhtilâli’nin ardından Rusya merkezli Komünizme karşı Turan sosyalist devleti ve sömürgeler enternasyonali tezlerini geliştiren Sultan Galiyev’in düşüncelerinde, tarihi ve olayları değerlendirmede Marksizm’i temel alan diyalektik materyalist bir bakış açısı öne çıkmaktadır. Bununla birlikte onun fikrî yapısında döneminin kendi bölgesindeki en belirgin anlayışı olan Cedîdcilik ve Türkçülük-Turancılık hareketlerinin tesiri açıkça görülmektedir. Müslüman bir kültür çevresinde yetişmesi ve kendi toplumunun sıkıntılarını fiilen yaşamış olmasının bu sentezde etkili olduğunda şüphe yoktur. Nitekim bu sentez dolayısıyla Marksizm’e ve sosyalizme getirdiği yeni yorumlarla Rus komünistlerinden ayrılmış ve ideolojik olarak evrensel bir geçerlilikten ziyade milletlerin kendilerine has şartlarının uygulamada belirleyici olması gerektiğini savunmuştur. Buradan hareketle millî sosyalizm veya üçüncü dünya sosyalizmi denilen görüşlerini ortaya atan Galiyev, başlangıçta fiilen katıldığı Sovyet devriminin ardından yaşanan gelişmeler üzerine Rus proletaryası adına hareket eden devrim önderleri sınıfının bir müddet sonra diktatörleşeceğini, böylece Rus tarzı komünizmin beklenildiğinin aksine başka halklar için baskı, yoksulluk ve kaos doğuracağını, nihayet dağılacağını söylemiştir.
Sultan Galiyev’in Rus tipi komünizmin âkıbeti hakkındaki değerlendirmesinde en belirgin olan anlayış özellikle Stalin’in katı merkeziyetçi politikalarından duyduğu rahatsızlıktır.
Sovyetler Birliği’nde Rusya dışındaki cumhuriyetlerin eşit şartlarda kabul edilmeyip iradelerinin kısıtlanması demek olan bu yaklaşımın müslüman Türk halkları arasında başarılı olamayacağını savunan Galiyev, müslüman topluluklarda da devrimi tamamlayabilmek için hem eşitliğe hem de halkın din, gelenek ve yaşayışına saygılı olunması gerektiğini belirtiyordu. Bunun yanında Galiyev’in en çok bilinen farklılığı, Lenin ve Stalin’in dünya proleter devrimi için Avrupa proletaryasına yüklediği rol ve beklenti üzerine olan eleştirel görüşleridir.
Yukarıdaki yaklaşımın Asya halklarının özel durumunu göz ardı etmesi Galiyev ile diğer liderler arasındaki temel ayrılık noktasını oluşturmuş, Galiyev, Marksizm’in temel dinamiği olan ezen-ezilen diyalektiğinde evrensel anlamda ezilenlerin Batı proletaryasından ziyade sömürülen uluslar olduğu tezini (sömürge enternasyonali) ortaya atmıştır. Ona göre Avrupa burjuvazisi bu ulusları ezerek elde ettiği güçle kendi proletaryasının bütün isteklerini karşılayabildiği için Batı’da devrim olması imkânsızdı. Önemli olan nokta Batı’yı besleyen sömürgeleri sömürüden kurtarmaktı ve Batı kapitalizmi ancak böyle çökertilebilirdi.
Galiyevizm olarak da değerlendirilen “sömürgeler enternasyonali” tezi genel anlamda iki aşamalı bir programdı. İlk aşamada sırasıyla Tatar-Başkırt Devleti, Türkistan Cumhuriyeti ve Turan Federal Halklar Sosyalist Cumhuriyeti tesis edilecek, daha sonra Azerbaycan ile Altay ve Çuvaş bölgesindeki Türk toplulukları dahil edilerek Sovyetler Birliği’ndeki bütün müslüman ve Türk halklarının siyasî birliği tamamlanacak, ikinci aşamada ise benzer birliklerini oluşturmuş bütün dünyanın mazlum halklarının sömürgeler enternasyonali gerçekleştirilecekti. Kendi ifadesine göre on altı yaşında ateist olan Galiyev’in müslüman halklar arasında devrimin tamamlanması sürecinde sosyal bir gerçeklilik olarak benimsediği İslâmiyet hakkındaki değerlendirmelerini Jiznnatsionalnostey dergisinde yayımladığı iki makalesinden takip etmek mümkündür.
Galiyev burada bir taraftan müslüman toplumlarda din karşıtı bir tavırla değişimin mümkün olamayacağını ileri sürerken diğer taraftan sosyalizm söz konusu olunca bir din olarak İslâm’ın insanlar arasında adalet ve eşitliğe verdiği önemin, demokratik mesajının ve Batı’da sanıldığının aksine yeniliklere açık karakterinin göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır. 1917 Bolşevik İhtilâli’nin ardından dünyanın her tarafından -Galiyev’in de ders verdiği- Komünist Üniversitesi’nde eğitim için Rusya’ya gelen gençler vasıtasıyla üçüncü dünyada gelişen kömünist hareketlerinde belirli bir etkisi bulunan Galiyev’in Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu Mustafa Suphi ile de yakın irtibatı bulunuyordu. Bu bağ Türkiye’deki sol çizgi içerisinde Kemal Tahir, Şevket Süreyya Aydemir gibi isimlerle devam etmiş, ancak daha sonra Türkiye’de farklı bir komünist çizgi geliştiği için Sultan Galiyev ve düşünceleri yakın zamanlara kadar ihmal edilmiştir.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Sultan Galiyev’le ilgili çalışmalarda dünyada ve Türkiye’de bir yoğunluk gözlenmektedir. Galiyev’in konuşmalarını ve yazılarını ihtiva eden çalışmalar 1992 ve 1998’de yayımlanmıştır (Sultan-Galiev, Stati, Vıstupleniya, Dokumentı, Kazan 1992; İzbrannıy Trudi, Kazan 1998). Ayrıca Rusya devlet arşivlerinde bulunan Galiyev hakkındaki bütün belgeler de neşredilmiştir (Neizvestnyi Sultan-Galiev: Rassekrechennye dokumenti i materialy [ed. B. F. Sultanbekov – D. R. Sharafutdinov], Kazan 2002). Türkiye’de Halit Kakınç, Rusça ve kısmen Tatarca olan Galiyev külliyatının seçilmiş bölümlerini tercüme ettirerek yayımlamıştır (bk. bibl.). BİBLİYOGRAFYA
Sultan-Galiev, İzbrannıy Trudi, Kazan 1998; Aclan Sayılgan, SSCB ve Sultan Galiyev, Ankara 1965; A. Bennigsen – S. E. Wimbush, Muslim National Communism in the Soviet Union; A Revolutionary Strategy for the Colonial World, Chicago 1979; A. Rorlich, The Volga Tatars: A Profile in National Resilience, Stanford 1986; a.mlf., “Mirsaid Sultan Galiyev ve Millî Komünizm” (trc. Bülent Keneş), Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XVIII, 837-842; Renad Muhammedi, Sırat Köprüsü: Sultan Galiyev (trc. Mustafa Öner), İstanbul 1993; Erol Kaymak, Sultan Galiyev ve Sömürgeler Enternasyonali, İstanbul 1993; A. Bennigsen – C. L. Quelquejay, Sultan Galiyev ve Üçüncü Dünya Devriminin Babası (trc. T. Ahmet Şensılay – Erden Akbulut), İstanbul 1995; M. Yamauchi, Sultan Galiyev: İslam Dünyası ve Rusya (trc. H. Matsutani), İstanbul 1998; Mehmet Bedri Gültekin, Sultan Galiyev Eleştirisi, İstanbul 1999; Oğuz Şaban Duman, Doğu-Batı Meselesi ve Sultan Galiyev, İstanbul 1999; a.mlf., “Sultan Galiyev’de Medeniyet Tartışmaları, Milliyetçilik, Sosyalizm ve Din”, İslâmiyât, V/2, Ankara 2002, s. 101-116; Rafael Muhammetdinov, “Bolşevizm, Milli Komünizm ve M. Sultan Galiyev Fenomeni”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XVIII, 843-847; Halit Kakınç, Sultan Galiyev ve Milli Komünizm, İstanbul 2003; a.mlf., Destansı Kuramcı Sultangaliyev, İstanbul 2004; Necdet Ekinci, “Türkçü-Turancı Bir Komünist; Sultan Galiyev”, Yeni Türkiye, sy. 46, İstanbul 2002, s. 423-435.
Yukarıdaki pasaj https://islamansiklopedisi.org.tr/mir-said-sultan-galiyev sayfasından alınmıştır.
Lenin, Stalin, Troçki, Galiev (üst sırada) yol arkadaşlarıyla.
İklil KURBAN
Stalin’in aydınlara yönelik soykırımı, 1937 yılının ikinci yarısı ile 1938 yılına denk gelmektedir. Stalin Devri kurbanlarının listesi incelendiğinde, Tatarların kendi nüfusuna oranla en çok kayıp veren ulus olduğu anlaşılmaktadır. Bu yıllarda öldürülen Tatar aydınlarının sayısı 3799 kişi olup, onlar, Tatar ulusunun yüzyıllar boyunca benliğinde biriktirip-yoğurup-geliştirip doğurduğu ulusal cevheri idi. Suç damgası “Pantürkist” olan bu aydınların başında Gaziz Gubeydullin ile Mirseyit Sultangaliyev gelmektedir.
Bu münasebetle İklil Kurban’ın TÜRK YURDU Mart 1993 67. Sayısında yayınlanmış olan ve Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız isimli internet grubuna gönderilen yazısını sizlere sunuyoruz:
Anti komünist dünyada adı büyük ilgiyle anılan Mirseyit Sultangaliyev’ in doğumunun 100. yılına rastlayan, Onun yaşamını konu edinmiş bir tarihi romanı yakında okumuştum. Tatar Türkçesiyle Kazan’da basılan 528 sayfalık bu dev eserin adı “Sirat Köpere” (Sirat Köprüsü)dür. Neden böyle adlandırıldığını yazar: “Sultangaliyev’ in özel kaderi olsun, Tatar halkının kurtuluş mücadelesi olsun, ancak kıldan ince, kılıçtan keskin olan Sırat Köprüsü’nden geçmeye benzetilebilir. Bunun başka bir benzeri yoktur. Bugünkü durumumuz da buna benzer” diye açıklamaktadır.
Romanın yazarı Rinat Muhammediyev 1986-1992 yılları arasında Mirseyit’in doğum yeri olan Başkurdistan’daki Kırmıskalı köyünden başlayarak Kazan ve Moskova’da araştırma-incelemeler de bulunmuştur. Araştırmanın odak noktası KGB arşivleri olmuştur. Üç kez yakalanıp, iki kez ölüme hükmedilen bu müstesna insana özgü arşiv belgeleri hakkında yazar: “Merkezi KGB arşivlerinde Onun meselesi bütün memleket çapında en büyük mesele olarak bilinmektedir. Her biri 300-700 kadar sayfalık 43 cilt bu dev facia tarihi, tiksindirici bir gerçektir. 1923 yılından başlayarak 1980’li yıllara kadar Sovyet yayınında Onun kadar suçlanmış, Onun kadar küfredilmiş yine başka kim vardır?! Olsa olsa Troçki Onun ile mukayese edilebilir…” demektedir.
Başkurdistan’daki Kırmıskalı köyünde doğmuş, Tatarların Mişer boyuna mensup yoksul bir çiftçi ailesinin çocuğu olan Mirseyit, daha onbir yaşındayken, “Baba söylesene, Tatarlar da padişaha karşı ayaklanabilir mi?” sorusu ile babası Haydargali ağabeyi korkutmuştur.
Yıl 1907, Mirseyit Kazan şehrinde, oradaki öğretmen okuluna girer. Onun yaşamındaki bu değişikliği, yazar: “Kolay ve sakin halde akvaryumda yüzmekte olan bir balık, aniden gürültülü, dalgalı geniş nehre bırakılırsa nasıl olur? Işte bu böyle bir değişim idi” şeklinde anlatmaktadır.
Mirseyit’in öğrenme zevki çok yüksek olmuştur. O, Rus edebiyatı, sosyoloji ve psikoloji bilimlerine sarılır. Etkili ve iyi konuşmanın usullerini öğrenir. Okulda tüm eylemlere katılır. Bu sırada 1905 Rus Devrimine katılanlar ile tanışır ve yavaş yavaş ilmi sosyalizm fikirlerinin derinliklerine dalar. Ama O aynı zamanda Tatar milliyetçi fikir akımları ile de iç içe yaşar.
Küktege nurlı koyaş ber ihtimal, sünse süner,
Nurları kalmas, beter, emma lekin sünmes tatar.
Kükne kaplarlar karanggı zur bolıtlar, tön bulır,
Emma kaplanmas, karalmas, tönge eylenmes tatar.
Kaltırar, kükrer bolıtlar, yaltırar, yangrar yeşen,
Emma kurkınmas bolardan yeş ve gayretle tatar.
Ilne çornarlar da doşmannar, ayak çalgan bulıp
Köçlenerler, tik alar çalgan belen aumas tatar.
Dönyada betse beter haklık, tuganlık, din, iman,
Emma betmes berse de – betmes borın bezneng tatar.
“Ak halık”, belki, çerek “aklıklarınnan” auraşıp
Tiz beterler, emma ber de auramas, ülmes tatar.
Yemnere, temle tele, şigıre ve saf cırları,
Dertle, köçle yeşlere bar çakta hiç betmes tatar.
Ay, koyaş hem nurlı yoldızlar sünerler sünseler,
Tik tatar betmes, tatar betmes, yeşer, alga basar.
Ütte şundıy kurkınıç tönner – alay da betmedek!
Ütte tön, duslar. Tugan ilge matur tang tiz atar.
Yukarıdaki gibi yalın Tatarlık mısralarının sahibi olan Şair Segıyt Sünçeley, Mirseyit’in sınıf arkadaşıdır. Segıyt’in ise bilmediği yoktur. O, Mirseyit’e Tatar milliyetçi ve edipleri olan Gayaz Ishakıy ve Fatih Emirhan hakkında bilgi verir. Kazan’daki ulusal toplantıların birinde Mirseyit, ünlü Şair Gabdulla Tukay ile görüşür. Onun şiirlerini zevkle okumaya devam eder. Tarihçi Zeki Velidi ve Hadi Atlasi ile tanışır.
Yıl 1911, Mirseyit okulunu tamamlayıp, Kazan’dan Ufa’ya döner. Ufa’da Rus dili ve edebiyatı öğretmeni olarak çalışır. O, sadece hükümetin emrini yerine getiren bir memur olarak çalışsa-yaşasaydı , elbette Sultangaliyev- Sultangaliyev olamazdı. O kendi evinde Marks, Engels, Lenin, Plehanov gibi şahısların kitaplarını da içeren geniş bir kitaplık tesis eder. Durmadan okuyarak kendini geliştirmeye çalışır. Kazan’daki Tatar edip ve milliyetçileri ile olan ilişkisi de kesintisiz devam eder. Fakat O yine de kabına sığmaz, sıkılır. “Serin, uzun gecelerde ayağına keçe çizme, başına börük giyip sakin bahçeye çıkar, mavi göğü ve parlayan yıldızları seyreder-düşünür: Alem ne kadar güzel….
Tabiat ne kadar mükemmel…. Şu alem, şu tabiat koynunda yaşayan insan toplumu ve insanlar neden mükemmel olmasın?! Ömür dedikleri hiç kimseye iki defa verilmez ve sonsuz da değil. Evet ömür dedikleri çok kısa…”
Yıl 1914, Birinci Dünya Savaşının başlandığı günler. Mirseyit kendisiyle beraber öğretmenlik yapan Ravza adlı bir Tatar kızı ile evlenir. Ravza hanım bir kız doğurur, Ona Reside adını verirler. Fakat, aile bahtıyla sınırlı kalmayı kendisi için ar bilen Mirseyit, arayış içindedir. O günlerin birinde devrim işlerini devam ettirmek için ailesiyle beraber Bakü’ye gider. O yıllarda Bakü devrim dalgaları ile çalkalanıyordu. O burada Bakü gazetesinde çalışmaya başlar, Azerice öğrenir, kabiliyetli bir gazeteci olarak kendini kanıtlar. Kafkasya’daki Bolşevik partisine girmeyi de başarır.
Yıl 1917, mayısın 1-11 günleri arasında Moskova’da açılan Bütün Rusya Müslümanları Birinci Kurultayına Mirseyit de katılır. O, Şubat Devriminden sonra, ailesini Moskova’ya yerleştirip, kendisi Kazan’daki Müslüman Sosyalistlerinin teşkilatçısı olan Mollanur Vahitov’un yanına gider, beraber çalışır. Aynı cephede Aklara karşı çarpışır. Bu arada Lenin ve Stalin ile görüşür. Komünist liderler Ona, devrimin galibiyeti sonucunda, “ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkı” ilkesine göre, “Tatar-Başkurt Cumhuriyetinin kurulacağını söylerler; girişkenliği ve başarılı eylemlerinden dolayı Onu takdir ederler.
Evet, “Tatar-Başkurt Cumhuriyeti” için O, tüm fedakarlıklara, hatta gerekirse canını bile feda etmeye hazırdır. Onun damarlarında kaynayan bu ulusal heyecanı, O daha onbir yaşındayken, “Tatarlar da padişaha karşı ayaklanabilir mi?” sorusu ile Onun kafasını meşgul etmemiş midir?
Vahitov Kazan’da cereyan eden Aklara karşı savaşta 19.08.1918 günü vurularak öldürülür (şu anda Kazan’da Vahitov’un dev heykeli bulunmaktadır) . Vahitov’un görevini Mirseyit üstlenir. Tatar-Başkurt Milliyetçi ve aydınlarından olan ve padişaha karşı devrim sırasında belli bir çevreye, belli bir güce sahip duruma gelen Ilyas Aklin ile Zeki Velidi, Mirseyit’e Bolşeviklere çok güvenmenin sakıncalarını anlatır. Fakat Mirseyit inandığı prensiplerinden vaz geçmez. Inançlarına bağlılığından dolayı komünizmin sapık bir “izm” olduğunu anlayamaz.
Moskova’da bulunan ailesinden uzaklarda, hep devrim işleriyle uğraşan Mirseyit, eşi Ravza’nın ihanetine uğrar ve ayrılır. Ekim 1918’de Moskova’daki eski Tatar zenginlerinden olan Irzin ailesinden Fatima adlı kız ile evlenir. Düğüne Stalin de gelir. O zaman Irzin ailesi Bolşevikler tarafından tamamen yağmalanmış durumdadır. Kızın annesi, “Bolşevik’e verecek kızım yok” diye, bu evliliğe inatla karşı çıkar. Fakat iki gencin saf ve samimi sevgisi, daha nice zorluklara rağmen bu evliliği temiz bir şekilde yürütür. Gülnar adlı kız, Murat adlı erkek çocukları olacaktır.
Yıl 1918’in sonları, Mirseyit, Stalin tarafından Moskova’ya çağırılır, Troçki’nin yardımcısı mevkiindeki, Merkezi Müslüman Askeri Birliğinin başkanlık görevini verir. Bir de Stalin Ona özel ilgiyle: “Dostlarını, yakınlarını sevindirirsin” diye, Ekim Devriminin yıl dönümü için mahsus hazırlanmış 10 tane altın saat hediye eder. “Evet Stalin cömert de olabiliyor…. Fakat kaderin cilvesi, Mirseyit’ten şu altın saatleri alan Doğu illerinin devrimcilerini, geleceğin 15-20 yılı içinde aynı kader beklemektedir: Hapis ve ölüm. Sanki adları yazılmış saatleri geri almak gerekiyormuş…”
Oyun başlamıştır… Çok geçmeden Stalin ve Troçki imzası ile, başında Sultangaliyev’ in bulunduğu Merkezi Müslüman Askeri Birliği “ihtiyaç yok” gerekçesiyle dağıtılır. Bu demektir ki, “Tatar-Başkurt Cumhuriyeti”nin kuruluşunu ve yaşamını temin eden siyasi ve askeri güç dağıtılıyor. Mirseyit için soğuk duş etkisi yaratan bu haber, Ona Ufa’da iken duyurulur. Isteyerek Mirseyit’in Moskova’da bulunmadığı bir zamanda alınan bu karara karşı, O hemen telgrafla tepki gösterir.
Yıl 1919, 3 kasım, Moskova’da açılan Doğu Halkları Komünist Birliği Ikinci Bütün Rusya Kurultayında ilk olarak kürsüye çıkan Sultangaliyev, konuşmasını “Yaşasın Tatar-Başkurt Cumhuriyeti!” sloganı ile bitirir. Kurultay oy çokluğuyla “Tatar-Başkurt Cumhuriyeti”nin kurulmasını onaylar. Fakat, Bolşevikler Partisi Merkez Komitesi Politbürosunun 13.11.1919 günkü Lenin’in başkanlığında açılan toplantıda, kendileri tarafından kasıtlı olarak önceden hazırlanmış kişiler ağzı ile söylenmiş karşı görüşleri bahane ederek, kurultayın kararı reddedilir. Politbüronun bu kararını Mirseyit yine, Moskova’dan uzakta, Doğu cephesine giderken yolda-Samara’ da duyar. O, bu haberi duyunca son derece üzülür ve hemen Moskova’ya döner. Kararın geri alınmasını ister. Fakat ne yazık ki, Sultangaliyev girişimlerinde başarılı olamaz. Lenin ile Stalin bu işin sorumluluğunu hep kurultaydaki karşı görüşlü kişilerin üzerine atar. Politbüro, yalnız kararı geri almamakla kalmaz, Mirseyit’in girişimlerine karşı sinsi tedbirler almaya başlar. Mirseyit’in üzerinde yavaş yavaş kara bulutlar yoğunlaşır. O bütün Doğu illeri vekilleri tarafından merkezi büronun başkanı olarak seçilmesine rağmen, Bakü Kurultayına gönderilmez.
Yıl 1922, Mirseyit’i başkentten uzaklaştırmak amacıyla Tiflis’e gönderirler. Fakat, Mirseyit, taraftarlarını n yoğun isteği üzerine çok geçmeden tekrar Moskova’ya çağırılır.
Yıl 1922, 26 Aralık, Moskova Sovyetlerin 10. Bütün Rusya Kurultayının 4. günü. Ilk konuşmayı, kendisini ulusal sorunların uzmanı olarak tanımlayan Stalin yapar. Sonra Mirseyit kürsüye çıkıp, Stalin’in ulusal siyasetini “göz boyamacılık” ifadesiyle ağır bir şekilde eleştirir ve sözünü, “Yeter, yoldaş Stalin, cumhuriyetlerin bağımsızlığı ile oynamayın!” cümlesiyle tamamlar.
Stalin’in sağ eli rolünü oynayan Kuybeşev, Sultangaliyev ile tartıştığı bir konuşmasında Ona: “Bolşevik olacaksan, Bolşevik ol, yoksa serbestsin, Istanbul’a, dostun Zeki Velidi’nin arkasından git!” demiştir. Git gide Mirseyit’in üzerindeki şüphe yoğunlaşır. Onun mektupları açılıp okunur. Tatarca yazdığı mektupları, sırlı, gizli casusluk belgeleri olarak tanımlanır. Kısacası Mirseyit, GPU (Devlet Politik Idaresi)’nin bir numaralı düşmanı olarak takip altına alınır.
Yıl 1923, 25 April, Onikinci Kurultayın ulusal soruna ait toplantısında Mirseyit, yine Stalin’e karşı konuşmaktan çekinmez: “Ulusal sorunlarda ben, yoldaş Stalin’in görüşlerine temelden karşıyım” der. Bu karşı çıkıştan sonra Stalin, Mirseyit’i baş başa konuşmak için odasına çağırır ve Ona, “Yoldaş Sultangaliyev, sizi Türkiye’ye kaçacak diyorlar, bu doğru mu?” der. Mirseyit, “Benim kendi vatanım var, hiçbir tarafa gitmem” yanıtını verir.
Yıl 1923, 4 Mayıs, öğleden sonra, Mirseyit iş odasından telefonla Merkezi Kontrol Idaresine çağırılır. Odada Kuybeşev tarafından Onun partiden çıkarıldığına ve GPU tarafından yakalandığına dair belge okunur.
Mirseyit:
-Yoldaş Kuybeşev, bunun gerçek olduğunu kanıtlayabilir misiniz?
Kuybeşev:
-Kanıtlarım, parti ve Sovyetlere karşı olduğunuz için yakalandınız.
Mirseyit eline kelepçe salınmış halde, Moskova’nın ünlü o, Libiyonka hapishanesine götürülür. Bu olay kısa bir zaman içinde dünya basınında yansır. Sovyet devletinin içinde ve dışında Mirseyit taraftarlarını n gösterdiği sert tepki, Stalin’i düşündürür. Üstelik Mirseyit’in GPU’ya yazan mektubunda yer alan bazı ifadeler Stalin’in dikkatini çeker: “Parti liderleri ve bazı Sovyet yetkililerinin Doğu halklarına özgü siyasetlerini kabullenemediğ im için, kendime ülküdaşlar aradım.” Sonuçta Stalin, Sultangaliyev’ i lakmus kağıdı olarak kullanmayı yani Onun yaşamı hesabına kendi düşmanlarını bulmaya karar verir. 19.06.1923 günü, Sultangaliyev hapishaneden salıverilir.
Mirseyit hapishaneden çıktıktan sonra, Kremil yakınındaki yüksek dereceli hükümet memurları için yaptırılan bloklardaki evine gelir. Fakat evinde kimseyi bulamaz. O yakalandıktan sonra, ailesini buradan kovmuşlar. “Halk düşmanının eşi” diye, okumakta olduğu Şarkşunaslık Bilimgahı’ndan da kovulan Fatima, küçük çocuklarıyla beraber, “Bolşevik ile evlendin” diye, kendisine beddua eden annesinin evine gidip sığınır. Mirseyit de çaresiz oraya gider. Sevgili eşi Fatima, Onu hem sevinç hem üzüntüsünün yarattığı gözyaşları ile karşılar.
Karanlık zindandaki 45 günlük yalnızlık, Sultangaliyev’ e birçok şeyleri düşünmeye, birçok şeyleri anlamaya da belki iyi fırsat olmuştur. O bundan sonraki yaşamında kurtuluşu sosyalizmde yani sınıf nazariyesinde, sınıf birliğinde değil, Türk birliğinde aramaya başlar. Siyasi baskı, işsizlik, yoksulluk Mirseyit’i yıldıramaz. O azimle eskisi gibi yaşam savaşını sürdürür. Onun bu zor günlerinde, Türkiye’nin Sovyetlerdeki Büyükelçisi Muhtar Bey, Ona Türkiye’ye gitmesini teklif eder. Mirseyit bu teklifi kabul etmez. Onun önünde üç yol vardı:
Birinci yol, kendi dünya görüşünden vaz geçip, kendi ulusunun kaderine özgü sorumlulukları unutup, ulusu ve ülküdaşlarına ihanet etmek. Bu yolu Mirseyit’in düşünmesi bile mümkün değildir. Bu yolu seçmektense, ölmek Onun için daha iyidir.
Ikinci yol, fazla gecikmeden yabancı bir ülkeye gitmek, savaşı orada sürdürmek. O bu yol ile kendini ve ailesini iyi bir yaşama da kavuşturabilir. Fakat, burada kalan ulusu ve ülküdaşları ne olacak? Insan doğup büyüdüğü topraklarıyla, çevresiyle değerlidir-güçlü dür. Sultangaliyev’ i yücelten değerlerin başında bu anlayış gelmektedir. Yaşadığı toprağı yani “Tatar-Başkurt Cumhuriyeti” ve o Tatar halkı Mirseyit için her şeydir. O bunları canı pahasına olsa bile terk edemez.
Üçüncü yol, kendi vatanında-kendi inancıyla yaşamak ve orada ölmek. Ülküdaşlarıyla kendi halkıyla aynı kaderi paylaşmak. Yaşamı pahasına olsa bile gayesini gerçekleştirmeye çalışmak. Mirseyit, kendi yaşamı-ailesi için de son derece tehlikeli-ağır olan bu üçüncü yolu seçecektir-yolun sonuna kadar gidecektir. Yani, Sırat Köprüsü üzerine hiç irkilmeden adımını atacaktır.
Mirseyit, günden güne yoksullaşan ailesinin geçimini temin etmek için günlükçü olarak taşıma işi ile uğraşır. Yaşam koşulları ne kadar zor olursa olsun O, Kazan-Türkistan- Kırım’daki dostları, ülküdaşları ile olan bağlarını koparmaz-kurtuluş ümidine gölge düşürmez.
Ağır iş koşullarının etkisiyle akciğer hastalığına yakalanan Mirseyit, arkadaşlarının tavsiyesi ve yardımıyla 1925 yılının yazında dinlenmek için Kırım’a gider. Orada eski dostlarından edip Fatih Emirhan ile görüşür. Yaşı, bilimi ve tecrübesiyle de Mirseyit’e oranla yüksek olan ünlü edip, geçici de olsa Onun Türkiye’ye gitmesinin yararlı olacağını şu ifadelerle Ona anlatmaya çalışır: “Hiçbir yırtıcı hayvan bile kendi neslini yakalayıp yemez. Fakat, Bolşevikler senin başını her an yiyebilirler, bu gerçeği anlaman gerekir.” Mirseyit’in yanıtı-eylemi, “düşüneyim”den öteye gitmez.
Yıl 1926, sonbahar. Uzun bir işsizlik ve sıkıntılı günlerden sonra Mirseyit, Bütün Rusya Avcılık Derneğinin Idil-Ural Şubesine başkan olarak tayin edilir. Ilk günlerde doğal olarak bu iş Onu sevindirir. Bu işin arkasında neler neler gizlendiğini anlayamaz. Gerçekteyse bu iş, Onun için hazırlanmış bir tuzaktı. Stalin, Mirseyit’i bir kez daha aldatır. Mirseyit Idil-Ural sahasında gezerken, dostları ile ilişki kurarken, O devamlı takip edilir. Onun kaldığı evler gizlice dinlenir. Çevresindeki kişilerin arasına sokulan gizli ajanlar, kendi aralarında “suç bulma” yarışına girerler. Evet, Mirseyit’in devlet hesabına Idil-Ural sahasını rahatça gezmesinin bir bedeli vardı. Stalin kendi avını daha olgun hale getirerek vurmayı planlıyordu.
Yıl 1928, 8 Aralık. OGPU (Birleşik Devlet Politik Idaresi) Mirseyit’in yakalanması emrini verir. Bu emir verilmeden önce, Mirseyit kasıtlı olarak Moskova’nın dışına gönderilir. 09 Aralık günü, Mirseyit ailesinden uzakta, yolculuk üstündeyken, Onun evi aranır. 11 Aralık günü kendisi yakalanıp, Moskova’ya gönderilir; 13 Aralık günü Moskova’daki tek kişilik hapishaneye getirilir. Işte o gün Mirseyit’in kendi eliyle yazmış olduğu kimlik belgesi:
Ulusu: Tatar-Başkurt (Mirseyit Tatar ve Başkurtları aynı ulus olarak bildiği için hep bu ifadeyi kullanmıştır). 36 yaşında, Temmuz 1892 doğumlu.
Eşi: Fatima, Ahmet kızı, 28 yaşında.
Çocukları: Oğlu Murat 4,5 yaşında.
Kızları: Gülnar 9 yaşında, Reside (ilk eşi Ravza’dan olan kızı) 13 yaşında.
Hapishanede gece ve gündüz demeden aylarca-yıllarca sorgu devam eder. Dayanılmaz işkenceler sürer. Hatta dişlerinin kelepçeyle birer birer sökülmesi hesabına Ondan yanıt almaya, ülküdaşlarının adlarını öğrenmeye çalışılır. Fakat Mirseyit hayatta olan hiçbir arkadaşının adını söylemez. Gayesi uğruna yaptığı tüm eylemlerinin sorumluluğunu kendisi üstlenir.
Yıl 1930, 06 Haziran, Sultangaliyev ölüme mahkum edilir. Fakat Stalin, kendisinin en büyük düşmanı olan bu müstesna şahsiyetten bir şeyler öğrenmek veya biraz daha Onunla oynamak ister. Ölüm 10 yıllık sürgüne çevirilir.
Yıl 1931, 31 Ocak, Mirseyit ve Segıyt Sünçeley başta olamak üzere Doğu illerine mensup 20 siyasi tutuklu yük treniyle Beyazdeniz kıyısındaki liman şehri Arhangelsk’e gönderilir. Oradan Beyazdeniz içindeki adalara sürgün edilir. Öldürücü soğuk ve açlık içinde kıvranan Mirseyit, yine de yaşamaya devam eder. Mirseyit hakkında sürgün adasından Moskova’ya-OGPU’ ya gönderilmiş olan bir belge:
“Siyasi suçlu Sultangaliyev daima gözetim altındadır. Etrafında bizimkiler. Troçkicilerden Marçenko, Elsin ve Zalkind’ler ile selamlaşıyor. Azerbeycan Müsavatçısı Gadjinskiy ile görüşür. Kendisinin ülküdaşlarından Canbayev, Ormançi, Bakiyev ve Tilevbirdin’ler ile ilişki kurması için imkaniyet yarattık. Fakat, sonuç yok. Siyasi konuşmalardan uzaklaşıyor. Geleceğe dönük ne yapmamızı önerirsiniz. …. 20 Ocak 1934. N.A.Frenkel.”
Akciğer hastalığından halsiz düşen Mirseyit, 1934 yılının ortalarında Stalin’e bir mektup yazar. O yaşamak ister…. Stalin, “Siyasi düşmanı öldürmek güçlülük değil, asıl güçlülük, Onun savunduğu fikirleri kökünden yok etmekle kanıtlanır” mantığına dayanarak, Mirseyit’in sürgünden salıverilmesini emreder.
Yıl 1934’ün sonları. Mirseyit belli bir koşullara bağlı olarak Sarıtav şehrine gelir ve hükümetin önceden belirlediği küçük, karanlık bir odaya yerleşir. Devlet iş vermez, kendin iş bul, der. Ailesinin yanına gitmek yasaktır. O hasta olmasına rağmen, şehir içindeki günlük ağır işlerle uğraşıp, yaşamını sürdürmeye çalışır. Gizli halde ailesine haber gönderir. Eşi Fatima gizli halde Onun yanına üç kez gelir. Fakat karı-kocanın bütün eylemleri hükümet tarafından günü gününe takip edilir.
Yıl 1937, Martın 19.günü. Mirseyit yine yakalanıp Sarıtav hapishanesine götürülür. Daha sonra Kazan’daki özel ceza evine gönderilir. Sorgu ve işkence….
Yıl 1939, Haziranın 16.günü, Sultangaliyev Moskova’daki Lefort cezaevine nakledilir.
Yıl 1940, Ocak ayının 28. günü, Stalin’in emriyle, Beriya, Lefort cezaevine gelir. O, ölüm sandalyesine oturtulmuş Sultangaliyev’ e,
-Son sözün var mı? der. Sultangaliyev:
-Amaca ulaşılmadı….Stalin ulusu saptırdı, der.
Beriya’nın kapı önüne çıkmasından hemen sonra, kurşun sesi duyulur…..
Yıl 1937’nin sonları, rüzgarlı bir gecede, Fatimayi iki çocuğundan ayırarak, götürürler. Nereye götürüldü, nerede öldürüldü kimse bilmiyor.
Yıl 1943, 19 yaşındaki Murat, sinir hastalıkları hastanesine götürülür ve orada kaybolur.
Yıl 1949, Gülnar, babasının da yattığı Lybiyanka cezaevine götürülür ve orada intihara zorlanır.
Yıl 1948, Reside Sibirya’ya sürgün edilir.
Yıl 1975, Reside kötü bir hastalıktan ölür.
Yukarıdaki pasaj https://www.turkocaklari.org.tr/iz-birakanlar/mirseyit-sultangaliyev-1892-1940-3550 sayfasından alınmıştır.
Yıl 1918. Tatar, Başkurt, Kazak, Kırgızlar tek vücut. Sultangaliyev, en sağdan ikinci, mahalli kıyafetleri, göğsünde sivri kaması ile.
“Aldatıldınız, çok kötü aldatıldınız! ‘Milliyet’ ve ‘din’den bahsederek, sizi kendi iktidarları altına almak istiyorlar. .. Bütün bunların arkasındaysa yabancı banker ve kapitalistler, İngiltere, Fransa, Japonya ve Amerika’nın kapitalistleri var, ama sizden bu gerçeği gizliyorlar. Sizin ‘liderlerinizin’ dünya kapitalizminin elindeki kuklalar olduğu gerçeğini gizliyorlar. Gerçeğe kulak verin! ”
Sultangaliyev bu çağrıyı yaklaşık, din adamları Çarlık Rusya tarafından satın alınmış din adamları ve sürekli “Milliyetçilik”den dem vuran ama aslında Çarlık rejimi yanlısı yöneticiler tarafından uyutulan Tatar halkına yapmıştı. 20. Yüzyılın başında bölgenin ileri gelenlerini ” Daha dün namaz sonrasında Çar Nikolay’a uzun ömürler dileyerek dua eden mollalar, daha dün Nikolay’a teşekkür telgrafları gönderen zenginler, daha dün Almanya ve Türkiye ile zafere kadar savaşmak lazımdır diye yazan muharrirler” şeklinde özetleyen Mollanur Vahidov, geçmişten günümüze bölgenin durumunu da tanımlanmıştır.
Gerçekten de dönemin şartları Türk Tatar toplumu için gerçekten umutsuzluk vericiydi. Din adamları ve şehirli zengin sınıfı (yerel burjuvazi) Çarlık yönetimi ile çıkarları için el sıkışmış durumdaydı. Kırsal kesimde ise burjuvazinin üstlendiği görevi feodalite yapıyordu. Toprak sahipleri, geniş köylü kitleleri kontrol ederken mümkün olduğunca Rus yöneticiler ile işbirliği içinde kalıyordu.
Bu üçlü sistem halkı kontrol etmek için eğitimi de kasıtlı olarak engelliyordu. Yerel okullarda sadece dini eğitim veriliyor, hiçbir akademik altyapısı bulunmayan bu eğitim sistemi ile halk bilinçli olarak cahil bırakılıyordu. Gerçek eğitim veren kurumlar sadece Rus okullarıydı. Rus okulları sadece eğitim değil aynı zamanda asimilasyon amacına da hizmet ediyordu.
Böyle bir ortamda, İsmail Gaspıralı öncülüğünde doğan Usulü Cedid hareketi, bölgede aydınlanma umudu yaratan en önemli yapıdır. Daha sonra Cedidcilik denecek bu hareket sadece bir eğitim seferberliği değil, aynı zamanda bir siyasi harekettir. Çarlık destekli din istismarcısı sahte milliyetçiliğe karşı anti emperyalist (Rus imperyasına karşı) ve seküler milliyetçiliği savunan bu siyasi akım aynı zamanda ortak kültürel miras anlamında Türk birliğinin gerekliliğini savunuyor, Türk Dünyasının anti emperyalist mücadelede birleşmesini esas alıyordu. Çarlık Rusya’da dönemin hemen hemen tüm Türk aydınları bu akım dahilinde eğitim görmüş ve faaliyet göstermiştir. Bunlardan birisi de Mirsaid Sultangaliyev’dir. Yıllar boyunca oluşturduğu tüm tezlerin temelini oluşturan çekirdek unsur işte budur. Cedidizm anlaşılmadan Sultangaliyev hakkında en ufak bir yorum bile yapmak mümkün değildir.
Sultangaliyev’i anlamak için bilinmesi gereken en önemli ikinci konu da Lenin’in tezleri ve ideolojik teorileridir. Lenin’in devrim öncesi teorik çalışmalarını bilmeden de Sultangaliyev ve dönemin bolsevik saflarında yer alan aydınları anlaşılmaz.
Siyasi bilgileri kulaktan dolma olan kişiler genelde Lenin ve Stalin arasında ideolojik bakımdan yüzde yüz uyum olduğunu düşünür. Bu kesinlikle yanlıştır. Stalin’in uyguladığı yönetimin esası Lenin’in tezleri değildir. Milletler meselesi konusunda Lenin yaklaşımına biraz değinmek gerekirse:
Marksist camiada halkların kaderini tayin hakkını en keskin ve en net savunan isim Lenin olmuştur. Lenin’e göre, “yerel burjuvaziye” ve “emperyalizme” hizmet etmediği sürece halkların kaderini tayin hakkı vardır.
“Rusya’da, nüfusun yüzde 57’sinden daha az olmayan, yani 100 milyonu aşkın bir bölümünü ezilen uluslar oluşturur. Çoğunlukla sınır bölgelerinde yaşayan bu uluslardan bazıları Büyük-Ruslardan daha yüksek bir kültüre sahiptirler. Rusya’nın Politik sistemi özellikle barbarca ve ortaçağa özgüdür. Burjuva demokratik devrimin tamamlanmadığı bu ülkede çarlık tarafından ezilen ulusların Rusya’dan özgürce ayrılma hakkının tanınması sosyal demokrasinin demokratik ve sosyalist amaçlarını ilerletme açısından kayıtsız şartsız zorunluluktur. 1912 Ocak’ında yeniden inşa edilen partimiz, 1913 yılında6, ulusların kendi kaderini tayin hakkını pekiştiren ve bunu yukarıda belirtilen somut anlamda kesin biçimde açıklayan bir karar aldı. 1914-16’da dizginlerinden boşanmış Büyük-Rus şovenizminin hem burjuvazi ve hem de oportünist sosyalistler arasında (Rubanoviç, Plehanov, Naşe Dyelo vb.) hızla yayılması, bizi kendi kaderini tayin hakkı talebinde her zamankinden daha çok ısrar etmeye ve bu talebi reddedenleri Büyük-Rus şovenizminin ve çarlığın gerçek destekçileri olarak değerlendirmeye sevk etti.”
Bu cümleler bizzat Lenin’in 1916’da “Vorbote” adlı derginin ikinci sayısında yayınlanan makalesinden alıntıdır. Bunun gibi birçok görüş belirten Lenin’in fikirleri, Sultangaliyev gibi Çarlık karşıtı ve özgürlük yanlısı aydın için sempati unsuru haline gelmiştir.
Lenin’in konuyla bağlantılı ikinci tezi de ezilen ve ezen ulusların milliyetçiliği arasında yaptığı ayrımdır. Ezen ulus milliyetçiliğini emperyalizme hizmet eden bir unsur olarak görürken ezilen ulus milliyetçiliğini emperyalizme tepki şeklinde tanımlanmıştır, bu bağlamda ezilen ulusa ait milliyetçi uyanışın desteklenmesi gerektiğini belirtmiştir (Burada ölçüt ezilen ulus milliyetçiliğinin sınıfsal dayanışma ve çıkarların önüne geçmemesidir.)
Üçüncü ve çok önemli bir konu da Sultangaliyev’in Tatar toplumunun sosyal yapısı ekseninde gelişen çocukluk ve gençlik yıllardır. O yıllarda Tatar toplumu çok katı sınıflara ayrılmıştı. Toprak sahibi soylular (mirza) ve Toprak’ın köylüler (mişar) gibi iki sosyal sınıfın yanı sıra Ruslar tarafından verilmiş ve toplumu ayrıştırmak dışında bir maksadı olmayan soyluluk unvanları da mevcuttu. Sultangaliyev’in annesi zengin toprak sahibi sınıftan geliyordu, babası ise mişar soyundan yoksul bir köy öğretmeniydi. Akrabaları arasında böyle bir sosyal ayrım mevcuttu; kendisi de sık sık yoksulluğu yüzünden alay konusu oluyordu.
Sultangaliyev sadece Rus şovenizmimden uzak bir Türk Tatar devleti değil, sınıf ayrımı ve gelir adaletsizliğinin olmadığı, dini gericilikten de din ayrımından da uzak bir sistem de hayal ediyordu.
Sanılanın aksine, Sultangaliyev bütün siyasi hayatı boyunca Bolşevik çizgide olmamıştır.
1905 devrimi sırasında henüz 13 yaşındadır, ve siyasi çeşitliliğe göre kendini ideolojik olarak geliştirmeye zaman içinde başlamıştır. Başlarda sol narodnik de tabir edilen çizgide iken, zamanla bu çizginin ideolojik olarak zayıf ve Yenilik getirmekten uzak olduğunu görmüş, Lenin tezleri doğrultusunda Bolşevik harekete yönelmiştir. Bunu “Yüreğimin üzerinde büyük bir ağırlıkla yüklenen milletimin sevgisi yüzünden Bolşevizme geldim” sözleri ile de ifade etmiştir.
Sultangaliyev Nasıl Bir Türk Birliği Formüle Etmiştir?
Sultangaliyev, Türk birliğini hem kültürel, hem ekonomik hem de siyasi bir gereklilik olarak görmüştür. Hem Batı emperyalizmine karşı, Batı’nın sömürge ve yarı sömürge haline getirmek istediği Türkiye, Iran ve Afganistan gibi ülkelerdeki Türkleri sömürüden kurtarıp küresel emperyalizme darbe vurmak, hem de Rus hakimiyeti altındaki Türk topluluklarını birleştirerek Rus emperyalizmine darbe vurmak. Bu bağlamda, Bolşevik ideolojinin vermiş olduğu kaderini tayin hakkını kullanmak amacıyla yerel komünist partilerin uyum içinde çalışması ve irtibat içinde kalması amacıyla Türkistan’da Turar Ryskulov, Azerbaycan’da Neriman Nərimanov ile ortak çalışarak, ayrıca Iran, Türkiye ve Afganistan’daki bağımsızlık hareketleri ile temaslar kurarak ortak bir bilinç oluşturmayı amaçlamıştır.
Bu yoldaki en büyük engel ona göre bölgesel(mikro) milliyetçilik ve bölgeler arası rekabetti. “Moskova, Türkistan’ı ekonomik ve siyasi yönden zayıflatmak için, Turan halklarını muhtelif küçük kabilelere bölmektedir. Fakat en geç iki yıl içerisinde, Turan’ın bu bölünmüş parçaları, yeniden bütünleşme konusunu gündeme getirecek; daha güçlü, kudretli ve düzenli bir devlet kuracaklardır” diyerek özellikle Sovyetler dahilinde faaliyet gösteren partilerin kıyasıya mücadelesi içinde olmasını ve tek bir kolektif bilinç ile hareket edememesini eleştirmiştir.
Onun teorisine göre Turan Federasyonu’nun tek amacı Türk topluluklarını emperyalizmden kurtarmak değildir. Yüzde yetmişi Müslümanlardan oluşacak bu federasyon zamanla o dönemde tamamı sömürge halinde olan müslüman devletler üzerinde (o yıllarda Arap günümüzde varolan arap burjuvazisi ve zengin Ortadoğu halkları yoktur) anti emperyalist bir uyanışa sebep olması yoluyla Islam Enternasyoneli kurulmasına ön ayak olacak, daha sonra bu yapı diğer sömürgelerde de devrimleri tetikleyerek Sömürgeler Enternasyoneli kurulmasını sağlayacaktı. Böylece sömürgelerinden mahrum kalan Batı, ekonomik darboğaz içine girecek ve kendi işçi sınıfının taleplerini karşılayamaz hale gelecektir. Sultangaliyev’in düşüncesi bu konuda klasik Marksizm ile ayrılmaktadır. Ona göre sömürgelerden akan kaynakların büyük kısmı Batılı burjuvaziye gitse de bundan batılı işçi sınıfı da payını alıyordu. Batılı bir işçi ile sömürge ve yarı sömürgelerde yaşayan bir işçinin standartları arasında büyük farklar vardı. (Bu tez günümüzde hala geçerlidir.) Batı emperyalizmini yenmenin tek yolu, hem hammadde hem de açık pazar olarak kullandıkları sömürgelerden mahrum edilerek çaresiz bırakılmasıydı. Bu yüzden Doğu kapitalizme karşı devrim olasılığı daha yüksekti. (Bu tez de hemen hemen doğru çıkmıştır) Bu fikirlerden dolayi kendisine sonradan dünya siyasi arenasında “üçüncü dünya devrimlerinin babası” denmiştir. Onun teorisine göre küresel emperyalizm ezilmeden Türk Dünyasının da İslam dünyasının da huzur bulması mümkün değildir.
Bunun yanında Türk Dünyası’nın kültürel farklılıkları aşmasının ve radikal eğilimler geliştirmemesinin yolu çevre kültürlerin etkisinden çıkıp birbiriyle etkileşim kurmasıdır.
“Ben küçük çapta kültürlerin de geniş çapta ve derinden gelişme gösterebilmesi olanağını kabul etmeyerek, bunların daha güçlü olan komşu boy ve halkların kültürleri tarafından asimile edilecekleri yönünde bir görüş ortaya koydum. Bu durumda somut olarak Tatar, Başkurt, Kazak, Özbek, Türkmen ve diger milli kültürler söz konusuydu. Şunu kanıtlamaya çalışıyordum: Eğer bu kültürler aynı potada birleşerek daha geniş bir kitle oluşturamaz ve birbirlerini karşılıklı olarak asimile etmezler ise, Batı’da Rus, Doğu’da ise Çin ve Hintliler tarafından asimile edilmeleri kaçınılmazdır.”
Küçük boylara bölünen toplulukların zaman içinde komşu kültürlerin etkisiyle birbirinden uzaklaşacağını ve diger coğrafi unsurlara yakınlaşacağı için Türk Dünyasının birbirine yabancılaşacağı tezini ilk ortaya atan odur.
Formüle ettiği Türk federasyonunda din ve sosyal hayat açısından düşünceleri Marxist görüşün biraz dışında kalmaktadır. Ona göre müslüman milletler uzun yıllardır batılı ülkelerin saldırılarına ve sömürüsüne maruz kaldığı için islam dini onların emperyalizme karşı mücadelesinde etkili rol oynayan bir unsurdu, Ortodoks veya Katolik kilisesi gibi emperyalist amaçlara hizmet eden örgütlü bir idari yapı olmayan islam anti emperyalist amaçlara hizmet edebilirdi. Islama gelecek her türlü saldırının toplumu radikalleştireceği uyarısını yapan Sultangaliyev, Bolşevikleri halkın dini duygularını rencide etmemeleri yönünde uyarmıştır. Kendisi aktif bir ateist olmasına rağmen komünizmin kişinin milli veya dini kimliğinden kopmasını gerektirmediğini savunuyordu.
İslam ile ilgili olumlu görüşlerine rağmen dinin gerici bir hal almasını şiddetle eleştirerek dini gericiliği (taassup) emperyalizmin bir gereği olarak sunmuş ve “Sömürge ülkelerdeki gerici ekonomik ve sosyal düzenlerin muhafaza edilmesi, sömürgeci Batı Emperyalizmi’nin işine gelmektedir. Zira metropollerin eşkiya kültürü yalnızca bu gerilik zemini üzerinde soluk alabilir ve gelişebilir. Sömürge halklarının karanlık ve baskı içinde tutulması, kendi tarihsel gelişmeleri içersinde insanlığın başına hapishane gardiyanı kesilmiş olan batılı halklar için gerçek ve yaşamsal bir ihtiyaçtır.” diyerek gelişmeyi engelleyen dini yapıların toplumu geriye götürdüğüne işaret etmiştir. Ayrıca devrim sonrası özerk yargı organı olarak şeriat mahkemeleri önerisine şiddetle karşı çıkan isimlerden birisidir. Milliyetçilik akımının zayıf olduğu ve politik bilincin gelişmediği toplumda dine vurgu yapması bu bağlamda taktikseldir diyebiliriz, bunu da onu en yakın tanıyan isimlerden Zeki Validov (Zeki Velidi Togan ) ın hatıralarında anlattıklarından anlayabiliriz.
(Not: Son yıllarda kendine istismar edecek düşünce adamı veya lider arama yarışına giren CIAsal İslamcı yandaş yazar tayfası ölüyü diriyi sömürme geleneğinin bir uzantısı olarak Sultangaliyev’i de keşfetmiş ve özellikle de bu Islam Enternasyoneli fikri yüzünden kendisini ideolojilerine uyarlama çabasına girmişlerdir. İddia ettikleri gibi Sultangaliyev’in “Müslümanlar arasında düşman sınıflar yoktur ki sınıf kavgası ola. Diyar-ı İslamda devrim yapılamaz” diye bir sözü hiç bir yerde kayıtlı değildir. Bu söz siyasi hayatı daha baslamadan bir dönem denemeler yazdığı Mir Muslima dergisinde yazan başka bir yazardan alıntıdır. Klasik islam anlayışının hakim olduğu Tatar toplumunda sınıf ayrımını en derinden yaşamış ve hayatını bu katı sınıf ayrımını gidermeye adamış bir insanın bu sözü söylemesi akla mantığa aykırıdır. Onun Islam Enternasyoneli dediği birlik sonrasında Sömürgeler Enternasyoneli halini alıp Batı’nın militer emperyalizmine darbe vurarak Sosyalist Turan Federasyonu’nu hem ekonomik hem de dış güvenlik garantiye almak için bir projedir, bu satılık kalemlerin ve hükümetin emperyalizm maşası politikaları ile ilgisi yoktur. Mustafa Armağan ve kuyruklarının, hayatı trajediyle geçmiş bir Türk aydınının ölüsünü bile sömürme çabaları, şeref yoksunluklarının dışa vurumudur.)
Kısacası Sultangaliyev sınıfsız, gelir adaletsizliği, yoksulluk ve ayrımdan uzak, ne Batı ne Rus emperyalizminin ve baskısının olmadığı birleşik bir Türk devleti. Bunun için de Cedidizm’den Leninizm’e kadar birçok değişik aklımdan etkilenerek bir “formülizasyon” inşa etmiştir. Bu yolda değişik Türk bölgelerinde kendisi ile aynı çizgide çalışan yerel komünistler ve yöneticilerden bazıları; Azerbaycan’da Nərimanov, Kazakistan’da Turar Ryskulov, Başkurdistan’ da Zeki Velidi (Togan) Kırım’ da Veli Ibrahimov’dur.
Hareketin Başarısız Olma Sebepleri Nelerdir?
– Tatar toplumu politik şuur sahibi bir toplum olmadığı için, bir anda bu kadar hızlı değişime hazır değildi. Kendi içinde bölünmüş olan Tatarlar ne parti içinde ne parti dışında kolektif bilinç oluşturamadı. Devrim öncesi ve sonrası rus tarafında rüzgar nereye eserse oraya doğru sürüklenen toplum ve partililer idealist Sultangaliyev’in fikirlerine yeterince sahip çıkmadı.
– Türkistan paramparça bölünmüş haldeydi. Birçok aydın farklı fraksiyonlar oluşturdu, tek çizgi dahilinde kalamadı. Zamanla hepsinin Stalin kurbanı olmasına giden süreç böylece başladı.
– İç savaştan sonra Türk Tatar kızıl ordu ve parti çok zarar görmüştü. En önemlisi de partinin başkanı Mollanur Vahidov savaşta esir düşüp kursuna dizilmişti. Bu yalnızlık Mustafa Suphi’nin Trabzon’da öldürülmesi ve Zeki Velidi’nin ayrılıp Basmaći hareketine katılması ile devam etti. 1923’te Lenin son felcini geçirip aktif hayatı bittiğinde artık tek bir destekçisi kalmamıştı.
– Lenin devrim sonrası bütün enerjisini Komintern’e vermeye, iç sorunlarla ilgilenmemeye başlamıştı. Bu da NARKOMNATS (Milletler Komiseri) Stalin’e iç siyasette geniş alan sağlıyordu. Türk toplumları yetişmiş kadro eksikliği ve siyasete olan ilgisizlikilgisizlikleri nedeniyle zaten geri plandaydı; Lenin’in devrimin kaderini Almanya başta olmak üzere Avrupa devrimlerine bağlaması yüzünden bu bölgeler tamamen unutuldu. Sultangaliyev bunu erken farkettigi için daha o günlerde bile Stalin’le karşı karşıya geliyordu. Sanayileşmemiş ülkelerin “sınıfsal çıkarlar için” işgal ve ilhak edilmesini savunan Stalin de bu bölgelerde yerel yöneticileri ezmek üzere gerekli zemini hazırlamaya hemen başlamıştı. (Lenin ölümünden yaklaşık iki yıl önce meydana gelen Gürcistan faciası sayesinde Stalin’in gerçek yüzünü görmüş fakat çok geç kalmıştı. Milletler meselesi ve özerkleştirme konusunda yavaş davranarak hata yaptığını belirten bir özeleştiri yayınladı ama sağlık durumu sebebiyle aktif mücadele edemedi. Vasiyetinde de Stalin’in partiden uzaklaştırılması gerektiğini yazmıştır.)
– Sultangaliyev hem parti içindeki kadrosuna, hem Lenin’in görünmez himayesine çok fazla güvendiği için hata üzerine hata yapmıştır. Solovki toplama kampının korkunç günlerinde bile hala siyasi mücadeleye dönebilecegine inanacak kadar safiyane duygular içindeydi. Lenin’in ölümünden sonra ise tamamen Stalin’in insafına kalmış, çoğu beraber çalıştığı kadro da ona ihanet edip Stalinden yana tavır almıştır.
– Aynı şekilde devrimin hemen sonrasında Stalin’in samimiyetine de tüm fikir ayrılıklarına rağmen inanmıştır. Sultangaliyev’in Rus çarlığına karşı oluşan travmatik duygularını kullanmayı çok iyi bilen Stalin, karşı devrim paranoyası yaratarak bağımsızlık fikrini sürekli ertelemesine sebep olmuştur.
Bu ve bu gibi etkenler Türk birliği hayali kuran tüm aydınlar gibi Sultangaliyev’in de tasfiyesine giden süreci başlattı. Leninsiz geçen ilk kongre olan 11. Parti kongresinde gerçekleri Stalin’in yüzüne karşı korkmadan haykıran Sultangaliyev, Parti’deki tüm görevlerinden alındı tutuklandı.
45 gün hücrede kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Ikinci kez tutuklanacağı 1928’e kadar sefalet içinde yaşadı, bu sırada da siyasi faaliyetlerine devam etti. 1927’de Stalin Pravda’da bir özeleştiri yayınlanması halinde Parti’ye dönebilecegini söyledi, ama Sultangaliyev bunu şiddetle reddetti ve bu ikilinin son görüşmesi oldu. 1928’de ikinci kez tutuklandı. Akıl almaz işkencelere rağmen sorguda itiraf imzalamayı reddetti ve yoldaşlarından kimsenin ismini vermedi. Ölüm cezasına çarptırıldı, ama bu ceza Beyaz Deniz üzerindeki buzdan adaya kurulu Solovki Kampı’nda 10 yıl çalışma cezasına çevrilir. Burada korkunç şartlar ve akciğerlerine iyice yerleşen tüberküloz sebebiyle dayanma gücü tükenmişti. Merkeze yazdığı mektuplar sonucu Saratov’da sürgün yaşamak şartı ile serbest bırakıldı. Serbest bırakılmasının asıl sebebi, kampta ölmeden önce sır gibi gizlediği(!) karşı devrimci teşkilatını deşifre etmektir. Bir süre takip edildikten sonra 1937’de tekrar tutuklanır.Uzun süren işkencelerden sonra 28 Ocak 1938’de son sözleri bizzat Lavrentiy Beriya tarafından kayıt altına alındıktan sonra infaz edilmiştir. (Bu tarih kesin değildir. Bunun sebebi belgeleri dolduran memurların toplu haldeki cesetleri teşhis edememesi olarak gösterilir ki bu bile işkencenin boyutunu gözler önüne serer.)
Mirsaid Sultangaliyev, yaşadığı bölgenin belki en kaotik ve siyasi belirsizlik içinde kaldığı bir dönemde yaşamıştır. Düşüncelerini özgürce ifade etme seçeneği hep kısıtlı kalmıştır. Bugün bize yabancı gelen fikirleri, hatta tutarsızlıkları olabilir; ama bunlar onun niyetine veya milletine olan gönülden bağlılığına halel getirmez. Bu mücadele dahilinde yaptığı hatalar ona hain damgasını layık görmek için yeterli sebep olamaz. Devrimin en önemli ikinci adamı Troçki’nin bile korkusundan fare gibi kaçıp saklandığı Stalin canisine karşı milleti uğruna verdiği cesurca müdahele bile onun saygı görmesi için yeterli bir sebeptir.
Bugün kendisini karalamak için işkence altında verdiği ifadeleri kullananlara en güzel cevap büyük Türk aydınlarından biri olan Ayaz Ishaki’den gelmiştir: “Bizde gerçek anlamda bağımsızlık hareketi vatanımızda Sultan Galiyev ve dış ülkelerde bizim tarafımızdan yirminci yıllarda başlatıldı.”
Yukarıdaki pasaj http://atsizintalebeleri.blogspot.com.tr/2017/07/aldatldnz-cok-kotu-aldatldnz-milliyet.html sayfasından alınmıştır.