Mit; kuşaktan kuşağa yayılan, toplumun düş gücü etkisiyle zamanla biçim değiştiren, doğaüstü varlıklar, evrenin doğuşu gibi konuları imgesel, alegorik anlatımlarıdır. Bazı bilim adamları, mitleri milletlerin kolektif rüyaları olduğunu belirtirler. Mitler, kolektif bir niteliğe sahip olma özelliklerinden dolayı rüya ve efsanelerde ortaya çıkarlar. oolektif bilinçaltının arketipleri mitlerdir. Arketip; kalıp, şablon, ilktip şeklinde ifade edilen ve ana kültürünü oluşturan yapıtaşlarıdır. Mitler, atalardan intikal eden mirastır, milletlerin karakteristik kültürleridir.
Mitoloji; tüm yönleriyle mitleri araştıran ve inceleyen, başka kültürlerin mitleriyle kıyaslamalar yapan ve kendine has yöntemleri bulunan bilim dalının adıdır.
Pek çok bilim alanının üzerinde çalışmalar yaptığı mitoloji, aynı zamanda mitleri yorumlar ve onlardan birtakım çıkarımlarda bulunur. Ayrıca bir topluma, kültüre veya dine ait mitik anlatıların bütününe de mitoloji adı verilir.
Mitoloji, kadim milletlerin kültürel değer yargılarını bilmek açısından önemlidir. Doğaüstü varlık ve olayların hayâliyle oluşturulan mitoloji, milletlerin geçirdiği düşünce aşamalarını öğrenmek açısından kaynak olma özelliği taşır. Mitoloji ait olduğu milletin kozmoloji, ahlaki ve dini algılamalarını da içerir. Mitolojik unsurlar, semboller milletleşme süreci boyunca devam eder ve milli hafızalarda yaşar.
Destanlar, efsaneler, mitler millet hayatının kültürel değerleridir. Olağanüstülük taşıyan bu alanlar, milli hafızada yer tutarak nesilden nesile aktarılır. Tarihi süreç içerisinde ortaya çıkarak şuur yenilenmesi yaparlar.
Rüya, insanın uyku durumunda hayâli ve algısal olarak gördüğü olağandışı hareket, duygu ve düşünceleridir. Rüyaların içinde garip ve gerçek dışı tecrübeler yaşandığı, bunları anlatan kişinin bu olaylarda rol aldığı, olaylar dizisinin günlük düşünceye yakın bir anlatım tekniğiyle sunulduğu kabul edilmektedir. Arzu, endişe, kaygı ve ümitlerin rüya görmede etkin olduğu belirtilmektedir. Rüya; geçmişle ve ruhlarla doğrudan bir ilişki kurmanın yolu sayılmış, sembollerden anlamlar çıkarılmıştır. Mitolojik düşüncenin iç dinamizmlerini harekete geçirip kâhinlik yapma aracı olarak da görülmüştür. Rüyaların geleceğe yönelik yorumları yapılmıştır. Beklentiler istihareye yatılarak öğrenilmeye çalışılmıştır. Âşık edebiyatında rüya, “er dolusu-pir dolusu içmek” biçiminde yer alır.
Rüyalar destan kahramanlarının hareket tarzlarının tayinine ve gelecekteki olaylardan haberdar olmalarına yaraması bakımından destanlarda önemli bir yer tutar.
Oğuz Kağan’ın destani kişiliğiyle Hun Hakanı Mete’nin tarihsel kimliği arasındaki benzerliklere bakılarak tarihçiler, Oğuz’la Mete’nin aynı şahsiyet oldukları kanaatine varmışlardır.
Oğuz Kağan Destanı, M.Ö. 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapan Hun hükümdarı Mete’nin hayatı üzerine kurulmuştur. Tüm Türk destanlarında olduğu gibi bu destanın da ilk şekli günümüze ulaşmamıştır.
Destanda Oğuz’un; doğuşu, kağan oluşu, Türk birliğini kuruşu; ölümünden önce de ülkesini oğulları arasında paylaştırması anlatılır. Ebul Gazi Bahadır Han’ın Secere-i Terakime’sinde Hun-Oğuz Destanıyla ilgili bölümler bulunmaktadır.
Oğuz Kağan Destanı; Oğuz’un doğumu, hayatı ve fetihlerinin anlatıldığı, Türk kültürünün oluşumu ve tarihi hakkında önemli bilgilerin bulunduğu bir destandır. Destanda Oğuz’un ilk eşiyle evlenmesi anlatılır: “Bir yerde Tanrı’ya yalvarmakta iken karanlık basar. Gökten gök bir ışık iner. Bu ışık güneşten ve aydan daha parlaktır. O ışığın içinde çok güzel bir kız vardır.” Bu kızla evlenen Oğuz’un üç erkek çocuğu olur. Çocuklara gökle ilgili adlar verilir: Gün, Ay, Yıldız.
Oğuz’un ikinci eşi; “Ağacın kovuğunda bir kız vardı, yalnız oturuyordu. Gözü gökten daha gök idi, saçı ırmak gibi dalgalı idi.” şeklinde anlatılır. Oğuz, bu kızla evlenir ve üç erkek çocuğu olur, onlara yerle ilgili adlar verilir: Gök, Dağ, Deniz.
“Oğuz Kağan’ın nâzırı Uluğ Türük idi. Günlerden bir gün uykuda bir altın yay ile üç gümüş ok gördü. Bu altın yay gün doğusundan ta gün batısına kadar ulaşmıştı ve üç gümüş ok da şimale doğru gidiyordu. Uykudan uyanınca düşte gördüğünü Oğuz Kağan’a anlattı ve dedi ki: Ey Kağanım, senin ömrün hoş olsun. Gök Tanrı düşümde verdiğini hakikate çıkarsın. Tanrı bütün dünyayı senin uruğuna bağışlasın. Oğuz Kağan, Uluğ Türük’ün sözünü beğendi; onun öğüdünü dinledi ve öğüdüne göre yaptı.” (1)
Oğuz Kağan büyük bir t0y düzenleyerek beylerine ve halkına buyurdu:
men sin-ler-ge boldum kagan;
alalıŋ ya takı kalkan;
tamga biz-ge bolsun buyan;
kök böri bolsun-gıl uran;
temür cıda-lar bol orman;
av yirde yörüsün kulan;
takı taluy takı müren;
kün tug bol-gıl kök korıkan. (2)
Bu buyruk üzerine dünyanın dört bir yanına akınlar yapıldı. Gün, Ay ve Yıldız doğu, Gök, Dağ ve Deniz batı tarafına gittiler. Böylece büyük Oğuz fütuhatı başlamış oldu. Bu fütuhat hareketi; Çin; Hindistan, İran, Azerbaycan, Irak, Suriye, ve Kafkasya’yı içine alan Hazar Deniz’ini dolaşan ve kuzey sahasında Yenisey havalisine kadar uzanan büyük bir coğrafyadır. (3) Yine kazanılan zaferlerle Hindistan, Irak, Suriye, Mısır, Anadolu, Rus ve Frenk ülkelerini de elde edildi.(4) Böylece o çağda bilinen bütün dünya Türk egemenliğine geçmiş, Uluğ Türük’ün Oğuz Kağan rüyası gerçekleşmiştir.
Oğuz Kağan; “güneşin tuğ, gökyüzünün çadır” olması söylemiyle idealleştirdiği dünya barışını da sağlamış oluyordu. Ardından Oğuz’un Boz-Oklar ve Üç-Oklar olarak iki koldan yirmi dört boya ayrılması toplumsal yapı şeklinde gerçekleştirildi. Oğuz Kağan, hâkimiyetin temsil eden yayı Boz-Oklara ( Gün, Ay, Yıldız ve on iki torun) verdi. Bağlılığı temsil eden oku da Üç-Oklara (Gök, Dağ, Deniz ve on iki torun) teslim etti. Uluğ Türk’ün rüyası, Oğuz Kağan’ın ülküsü, Türk milletinin alp yapısı görkemli bileşimi ile büyük devlet olmanın temelleri atıldı.
Dr. Erkan Göksu, ok ve yayın Türk devlet ve hâkimiyet anlayışındaki yerini şöyle izah eder: “Ok ve yay, Türkler için bir savunma veya saldırı aracı olmasının yanında kültürel bakımdan da büyük öneme sahip olmuştur. Genel olarak güç, kuvvet ve kudreti temsil eden ok ve yayın, devlet ve hâkimiyet anlayışı içerisinde özel bir yeri olup, yay metbuluk, ok ise tâbilik alameti olarak kabul edilmiştir. Bazı Türk devletlerinde ise devlet sembolü olarak ok ve yayın kullanıldığı görülmektedir.”
Ok, çağrı ve davettir, haberdir. Ok, hız ve harekettir. Kağan, beylerine ok göndererek kurultaya çağırır. Kırmızı ok, savaşa hazırlık haberi içindir. Davet etmeye oku, davet sembolüne okuntu, davetçi elçiye okuntucu, okucu denir. Ok ve yay birbirine muhtaçtır. Ok, yay olmadan çekilmez, yay da ok olmadan gerilip atmaz. Türk’ün oku altından, yayı gümüştendir. Ok ve yay; cihangirlik, alplik, kahramanlık, göçerlik, akıcılık demektir. Ok ve yay, fütuhatı işaret eder.
Gün batısına atılan altın oklar, Domaniç ve Söğüt yaylasında Kayı obasına kadar kutlu bir haber ve müjdelerle ulaştı. Anadolu, ilahi teveccühün nazargâhı olarak hakan, bey, veli ve topyekûn Türk milletinin cazibe merkezi hâlini aldı. Daha önce de Hoca Ahmet Yesevi, mukaddes ocağından çıkarıp Anadolu’ya doğru fırlattığı köseğiyi öğrencilerinden yeşerdiği yeri bulmaları ve orayı yurt tutmalarını istemişti.
Aşıkpaşazâde’nin Tevarih-i Al-i Osman’da naklettiği Osman Gazi’nin rüya efsanesi, çağlar sonra Oğuz Kağan ülküsü “dünya hâkimiyeti”nin “gölgesi âlemi tutan” bir ağaç motifiyle tekrarlanır:
“Osman Gazi, niyâz etdi ve bir lahza ağladı. Uyku galib oldı. Yatdı, uyudı. Gördi kim kendülerün aralarında bir aziz şeyh (Edebali) var idi. Haylı kerâmeti zâhir olmuş idi. Ve cemi’ halkun mu’tekadıy idi. Adı derviş idi. Ve illâ dervişlük bâtınınday idi. Dünyesi ve ni’meti, davarı çoğ idi. Ve sâhib-i çerağ ve ‘âlem idi. Dâyım müsafirhânesi hâlî olmaz idi. Ve Osman Gazi dahı gâh gâh gelür idi. Bu azize konuk olur idi. Osman Gazi kim uyudı, düşinde gördi kim bu azizün koynından bir ay doğar, gelür Osman Gazi’nün koynına girer. Bu ay kim Osman Gazi’nün koynına girdügi demde göbeğinden bir ağac biter. Dahı gölgesi âlemi dutar. Gölgesinün altında dağlar var. Ve her dağun dibinden sular çıkar. Ve bu çıkan sulardan kimi içer ve kimi bağçalar suvarur ve kimi çeşmeler akıdur. Andan uyhudan uyandı. Sürdi, geldi. Şeyhe haber verdi. Şeyh eyidür: ‘Oğul, Osman! Sana muştuluk olsun kim Hakk Ta‘âla sana ve neslüne padişahlık verdi. Mubârek olsun‘ der. Ve ‘benüm kızum Malhun senün helâlün oldı.’ der. Hemandem nikâh edüp kızını Osman Gazi’ye verdi.” (5)
Oğuz Kağan Destanındaki ok ve yay, Osman Gazi’nin rüyasında “ağaç” motifi olarak görülmektedir. Ağaç motifi, Türk destan ve efsanelerinde kutsal olan ağaç kültü ile ilgilidir. Ağaçlara bez bağlanması, ulu ağaçların “yatır” olarak kabul edilerek ziyarette bulunulması bu sebeptendir.
Osman Gazi’nin rüyasındaki ağaç; toprakla özdeşleşmek, toprağı vatan yapmak, toprağa tutunmak, derinliklere kök salmak, dallarının gölgesi altında dağları bulundurmak, yerleşmek anlamındadır.
Oğuz Kağan ve Osman Gazi’nin rüyaları nice alp-eren torunlarının emeği, gayreti, çalışkanlığı, atılımcılığı ile yeni yüzyıllara damgasını vuracaktır. Yay gibi canlı ve uyanık, ok gibi doğru ve atılımcı, ağaç gibi köklülük ve gelişimcilikle yeni çağların yapıcısı olacaktır.
1 – Büyük Türk Klasikleri C.1 Ötüken-Söğüt ist.1985 s.51
2 – Prof. Dr. Ferruh Ağca, Uygur Harfli Oğuz Kağan Destanı Metin-Aktarma-Notlar-Dizin-Tıpkı Basım, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, s.73-74
3 – Ord.Prof. M.Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken yay., İst. 1981
4 – Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi, Ötüken yay.İst. 2003 s.95
5 – Haz. K.Yavuz-A.Y.Saraç Aşıkpaşazade Tarihi, Gökkubbe yay., İst.2007, s. 276.
[i]Eğitimci, Eğitim Yöneticisi, Şair-Yazar