Sait BAŞER
Varlık sebebimiz, Yâr-i Hakîkî ile kalbimizde buluşmak… Zaten “orada duran” ile “barışmak”!
Allah yeryüzünde zulme maruz kalan bütün mazlumların da yüzünü güldürsün… İnsanlık yararına hizmette bulunanların, vicdanlarında duydukları vuslat zevkini katmerlendirsin…
…
Adalette kalmak son derece dinamik ve her an güncellenmesi gereken bir şuur hali. Adalet neferlerine Allah kolaylıklar nasib eylesin…
*
Bu bir “yol hikayesi”. Hepimiz yolcuyuz, yolun farkına varanlarımız hep azın azı olagelmiş, parmakla sayılır.
Yol, “anlama” ve böylece “kendini inşâ etme”!
Zevk ü safâ, sağlık, edindiğimiz her türden “tapu” uçucu.
Kalıcı olan, ruhuna sinmiş, kişiliğin olmuş; atamıyacağın, satamıyacağın, müşterisiz bir mülkiyete dönen fikirlerin, “anlam” birikimin.
O sana mutlak şekilde bağlı ve yoldaşın…
O “yoldaş” yeni durumların da anlama kılavuzu. Alemde “mülkiyet” bir yanılsamaysa da, anladıklarımız biziz, bizim!
*
Bütün model ve idoller benden beter, benden âciz. Bana ulaşan ne varsa çâresizlerden miras! Bana “ulaşan” mal mülk zaten bir aldanışken, “anlamlar” ben yeniden inşa etmeden asla benim değil! Hattâ zayıf omuzlarıma binmiş ağır yüklere dönüşüyor…
Yâni, ecdad o yüksek yüksek mânâları bana ulaştırmaya bin can da verse, ben kabullenip tekrar var etmedikçe “ölü laf” hepsi…
Hukemâ da, sen kaynağını içinde bulup yeniden kaynatmadıkça “lâfa itibar olunmaz” diyegelmiş… “Anlamak ve yeniden karar üretebilmek” bugünün en önemli ve hayatî meselesi!.. Bunun için, can havliyle rota düzeltmekten başka çâre mi var?!…
*
Dil çâresiz, bilgi çâresiz, metinler senin gönlünde, anlamını senden alarak dirilmedikçe yazı çâresiz!
Beşeriyetin cüziyyet cehenneminde, gölge varlığıyla güneşe çıkma çabasından bize hangi kemal miras kalabilir ki?
“Babanın peygamber olması seni kurtarmaz yâ Fâtımâ”
hükmü, ezeli ve ebedi, ama genel dramımızın bir özel formül ile “evrensel” ifadesi değil mi?
…
Hayyam’a rahmetler:
“Gönlüm! Dünleri aranıp, feryat etme;
Zevk almak için yarınlar icat etme;
Dünler düş olup gitti, yarınlar ise hayal;
Cahilce şu gerçek günü berbat etme!..”
Geçmişe varlık zannıyla bakmak da, geleceği hayallerin tahakkukunu mümkün kılacak bir garanti taşıyormuş zannetmek de birer aldanış vesselam.
Bir karar vereceksiniz ve kararınızı adalet tahtında güncel tutacak bir “erişkin” olacaksınız!
Cemaat, tarikat, tefekkür, taklit, îman, keşif, biliş, oluş…
“Laf hamalları” olmaktan sıyrılıp “adam” olmaya döneceğiz. Gönül kıvamımızın çiğlikten kurtulmasını dört gözle izleyeceğiz.
…
Yalnız ve bir hiç olarak düştüğümüz bu diyardan, “kendini bilmiş, kendini gerçekleştirmiş, kendini Hak etmiş” olarak gidebilenlere hezâr gıbta…
İşte bu noktada da gönlümüze Şeyh Galip’den bir beyt düşer:
‘’Evsaf-ı Hudâ’ya gâyet olmaz
Feyz–i sühâna nihâyet olmaz’’
(Hüsn ü Aşk, beyit 750; Allah’ın vasıflarının sonu olmadığı gibi, sözün feyzine de nihayet yoktur.)