Modern zamanın hızlı ve güne sığmayan hayatı büyük aileleri küçülttü. Hadarilik büyük ve geniş aileyi, bu ailenin mensubu olduğu nesebiyle bağlarını zayıflattı.
İnsanlar artık büyük aile, aşiret olmanın gerekliliklerini yerine getiremeyecek kadar mümessil ve meşgul bir hayatı yaşamaktadırlar. Söz gelimi ortalama çalışan bir insanın mesaisi günde 8 ila 10 saat ve haftada 5-6 gündür.
İnsanlar artık büyük aile, aşiret olmanın gerekliliklerini yerine getiremeyecek kadar mümessil ve meşgul bir hayatı yaşamaktadırlar. Söz gelimi ortalama çalışan bir insanın mesaisi günde 8 ila 10 saat ve haftada 5-6 gündür.
Bu tempo içerisinde sosyal yapısından soyutlanmaya başlayan insanlar alternatif sos-yal hayatlar üretmeye çalıştılar kendilerine. Dışarıda ki hayatta arayışlarda bulunurken ev hayatı ve evin iş bölümü de değişti. Dış hayatta spor müsabakaları takip etmek, müzikle uğraşmak, bir kulübe derneğe üye olmak vb. gibi onlarca ev dışı faaliyeti bu minvalde de-ğerlendirebiliriz. Ev içerisinde ise yine eski sosyal yapı dönüşüme uğrarken zannedildiği gibi kadının değil; çocuğun varlığı daha ön plana çıktı. Evet, sosyal dönüşümün merkezinde çocuk yer aldı. Herkes kadınların kazanımları olduğunu düşünür, doğru kadınların da kaza-nımı olmuştur fakat bu işgücüne katılım vs. ile açıklanabilir ki bu ayrı yazı konusudur. Ço-cuğun varlığı son yıllarda evin merkezine oturdu. Çocuğun hükümdarlığını, ilk paragrafta söylediğimiz, tetikleyen iki sebep meydana çıktı: 1)Ailevi bağları zayıflayan bireyler bu kopuşun verdiği boşluğu çocukla doldurma gayretine girdiler. 2)iş hayatına katılımın çaldığı zamanların amorti etmeye çalışılmasıyla çocuklara daha fazla değer vermeye çalışıldı. Bu iki sebep de bir araya gelince çocuklar çekirdek ailenin modern zamanlarda reisi oluverdiler. Artık evin merkezi salonda çocuğun oturma düzeni kabul görüyor, televizyonda onun zevk-lerine riayet ediliyor, ev gündemini onun kişisel ihtiyaç ve problemleri zapt ediyor. Çünkü herkes çocuğunu çektiği sıkıntıları aşıracak bir kahraman, büyük ailenin genetik hasretini dolduracak bir birey olarak görüyor. Söz gelimi yakından sevebileceği, sekiz on kişiye du-yacağı muhabbeti çocuğuna duyuyor. Hal böyle olunca da çocuğun eksiksiz bir süper kah-raman olmasını istiyor. Bunun için de tüm imkânlarını seferber ediyor, gücü yettiğince bü-tün ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor. Sadece maddi değil tabii. Manevi olarak da yanında olduğunu hissettirmek için ona büyükmüş gibi davranmaya çalışıyor.
Bu seferberliğin başladığı tarihi hepimiz tahmin edebiliriz: Tabii ki okula başlangıç. İşte ebeveynlerin görevlerini yaptıklarını vicdanlarına kabul ettirmeye başlayabilecekleri büyük tarih. Her şeyin dört dörtlük olması istenir, tüm hazırlıklar tamamlanır. Bayram hava-sı vardır evde, çocuk okula başlamıştır. Çocuk için ise henüz farkına varmadığı, ya heyecan-la sevindiği ya da bilinmezliğin korkusuyla ürktüğü bir dünya başlayacaktır. Artık ebeveyn-lerin tüm dikkati çocuğun başarısı üzerine odaklanır. Okuyacaktır. Ne meslekler yakıştırılır. Neler neler… Hâkim, doktor, savcı, milletvekili, mühendis, öğretmen, kaymakam… Tüm meslekler dikkat ettiyseniz sosyal statüsü olan, toplumca kabul görenlerden ve kamu ile ilişkili olanlardan. (Kırsalda ki kişiler içinse yine bu nedenlerin haricinde meseleler de var fakat bu ayrı bir yazı konusu) Çünkü kişinin daha önce sahip olduğu daha büyük bir güce mensubiyet yeri doldurulamamış bir boşluk olarak durmaktadır. Kaybettiği bu aidiyeti, kit-lesel gücü çocuğundan bekler hale gelmektedir.
Çocuğun okula başlamasıyla ailenin tekâmülü de hızlanmıştır. İlk sınıfta okumayı er-ken sökmesinden öğretmeninden yıldız aldığı defterlere kadar ailenin sosyal bağ kurduğu kişilere her fırsat oluştuğunda aktarılır. Karneler sosyal medyada paylaşılır; dersleri kötü olan ailelerin içi buruktur çünkü hayalleri kırılmıştır. Okulun çocuktan istekleri kutsal bir görev mesabesindedir. Süper kahramanın yaratılması için tüm olanaklar seferber edilir. Durumu iyi olanlar henüz ilkokul çağlarında kurs, ek ders, özel öğretmen tutar. Henüz on yaşı-na varmadan çocuk ilerde büyük bir hesaplaşma olduğunu, hayatın dönüm noktası olduğunu bildiği bir sınavın varlığıyla yaşamaya başlar. Ülkede eğitim sisteminin de eksikleri üstüne binince çocuğun yetenekleri, yatkınlığı, uygunluğu göz ardı edilerek çocuklar ebeveynleri-nin bazen özendirmesi, bazen dayatması nedeniyle belli başlı mesleklere kanalize edilirler.
Çünkü “insan hasrettir.” Hasretini çektiği şeylere kavuşma ümidi zerre olmasa dahi müsebbibi olduğu çocuğun kendisinin hasret çektiği tüm şeylere yetişebilecek bir ömür ve zamana sahip olduğunu düşünür. Çocuk için dünyada ilk sorumluluk artık resmi olarak anne ve babasının beklentisidir. Okuyamayan bir ebeveyn, serçe doyuracak bir maaşla aile çevir-meye çalışan bir işçi, akşama kadar insan kahrı çekmekte olan ve yalan dünyada gün yüzü görmemiş çile insanı için çocuk takımın transfer ettiği genç yetenektir; süper kahramandır.
Ne oldum delisi veya özgüven eksikliği olan kişilerin derin derin incelenmesi gereken, sosyal medyanın yaşamın her anına girişiyle çocuğunu reklam etme hevesleri yukarıda de-diğimiz gibi. Tabi birde şunu eklemek lazım; modern insan bilinçli tüketici olarak bir malı sattıranın kalitesinden de fazla olarak reklam olduğunu bilinçaltına kazımış olması ve bu yüzden malının diğer mallarda bulunmayan özelliklerinin vurgulanması ve diğer mallardan daha fazla ön plana çıkarılması gerektiği bilgisine sahip. Yani ebeveynler sadece Hadari olmakla kalmayıp aynı zamanda sistemin çarkında alelade bir parça olmayıp, önemli bir dişli olmanın mutluluk maksimizasyonu sağlayacağını ve bunu kendisi başaramadığı için kendisinden sonrasına yüklemesi gerektiğini düşünüyor. O sosyal statü sayesinde genetik olarak taşıdığı mensubiyet ve kabul görme duygusunu elde edeceğini düşünüyor.
Çocuk ise kafese koyulmuş bir kuştan farksız. Özellikle son yıllarda şehir hayatının üçüncü sayfaları habersiz bırakmayan dumurluk olayları, güvenli olmayan (hatta hiç olma-yan) oyun alanları gelişimin olmazsa olmazı ve çocuğun sosyalleşmesini sağlaması açısın-dan zaruri olan kişisel dış dünyasını yok eder dereceye geldi. Bugün –taşrada ki ufak tefek yerleri saymazsak- ebeveyni olmadan gönlünce oyun parkında kendi sosyal hayatını kuran çocuk görmemiz neredeyse imkânsıza yakındır. Çocuklar artık okulun önüne kadar refakatle götürülüp getiriliyor, aileden bir büyük tarafından park gösteriliyor ve yine evin içinde orayı burayı kurcalamasın, başına bir şey gelmesin diye sık sık kontrol ediliyor. Ve bütün bunlar yaşanırken büyükler tarafından çocuğa normalin üstünde bir ilgi ve övme gösteriliyor. En zekâ seviyesi düşük insanların dahi kullanabileceği bilgisayarı kurcalaması onun bir Tesla olduğunun kabulü sayılıyor; kurduğu normal bir cümle dahi “hikmet” kategorisine giriyor, anne babasına evdeki bütün hiyerarşiyi yıkarak hitap edip sınırsız bir özgürlükle kelam ede-biliyor.
Küçük yaşta kendi hükümdarlığına sahip çocuk ise bu keyfiyeti içgüdüsel olarak dibi-ne kadar kullanıyor. İş o dereceye geliyor ki; çocuk için artık yabancı, misafir, ürkünç biri gibi kavramlar kalmayıp büyüklerinin konuşmasına dahi kendisinden bahsedilmediği için müdahale gereği duyuyor. Ev içindeki bu serbestiyetin yarattığı özgüven ise çocuğun top-lumda alelade bir insan olduğunu anlamasıyla artık tramvaya dönüşüyor. Karşımıza dışarıda gayet pısırık fakat eşikten adım atınca Sultan Süleyman kesilen çocuk tipinden evdeki gibi dışarıyı da yönetmek isterken yine hayatı ıskalayan çocuk tipine kadar toplumsallaşamamış çocuklar çıkıyor.
Eğitim sistemimizin belki de tek doğrusu burada devreye giriyor. Çocuk için okula başlamak kendisi gibi onlarca prens ve prenseslerle tanışmak anlamına geliyor. Üstelik bu tanışma küçük yaşta ve günde altı saate varan bir zaman diliminde yaşandığı için çocuk ai-lenin bunaltıcı özgürlük alanından da kurtulmuş oluyor. Ceteris Paribus –Yani diğer tüm değişkenler sabitken; okula adaptasyon, kendisinden herhangi bir konuda daha iyi çocukları görme, gerçek bir otorite olan öğretmene boyun eğme, ders giriş çıkış kuralları, ödevler- olduğu zaman okul çocuğa modern hayatta geleneksel kalmış ender değerlerden eğitim sis-teminin bir lütfu olarak insan görmeyi sağlıyor. Kavga ediyor, seviniyor, üzülüyor, birine güveniyor, suçlunun cezalandırıldığını görüyor. Tabii, ilerleyen yıllarda e-öğrenmenin de okulun yerine geçebileceği gerçeğini düşünürsek (ki bence önünde sonunda olacaktır zira sitem okulların, öğretmenlerin ve diğer her şeyin maliyetini düşünerek internet üzerinden eğitimi alternatif olarak daha da ilerilere taşıyacaktır) modern çocuğa bu kapı da kapanmış olacaktır. İşte o vakit zaten hayata tramvayla başlayan insanlar tam da sistemin gerektirdiği gibi sadece yalnız bir Homo Economicus olacaklardır.
Yazarımız sayın Tiryakioğlu, 1987’de Gaziantep’te doğdu. Mensubu olmakla övündüğü Barak Türkmenleri’ndendir. İlköğretimi köyünde, liseyi Gaziantep Lisesi’nde okudu. Balıkesir Üniversitesi Maliye bölümünden mezun olup 2013’ten bu yana bir kamu kurumunda mesai yapmaktadır.