Avrupa Merkez Bankası örneğinde de görüldüğü üzere; kurumsal, kişisel, operasyonel, fonksiyonel, finansal ve hukuki bağımsızlığının varlığı durumunda merkez bankaları, fiyat istikrarını koruyucu kurumlar olarak, sağlıklı ve istikrarlı bir ekonomi için gerekli olan koşulları sağlıyorlar. Zira hükümetlerin merkez bankaları üzerinden doğrudan kontrol yetkilerinin olması halinde, bu durum, kendi menfaatlerine göre kısa vadeli ekonomik sıçramalar sağlamak veya halkın büyük desteğini alacak şekilde politik tedbirlerin finansmanında merkez bankası parasından yararlanmak için faiz oranlarını kendi menfaatlerine uygun bir şekilde ayarlamak noktasında politikacıları baştan çıkaran bir etmen olacaktır ki bunun uzun vadede ekonomiye büyük zararlar vereceği aşikârdır.
*****
Prof. Dr. Mehmet Merdan HEKİMOĞLU[i]
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın önümüzdeki dönem izlenecek ekonomik politikaların temel özellikleri bakımından kamuoyuna yaptığı ilk açıklamada, iç ve iş piyasalarda yeni ekonomi yönetimiyle ilgili olarak ortaya çıkan olası tereddütler giderilmek istendi; bu nedenle aşırı yükseldiği tahmin edilen dolar düşürülmeye çalışıldı. Bakan Albayrak’ın “karar alma mekanizmalarının spekülasyonlara konu kabul edilemeyeceğini” ve “piyasa koşulları neyi gerektiriyorsa onu yapacağını” belirttiği Merkez Bankası’nın bağımsızlığına kuvvetle vurgu yapması ve bundan böyle “hiç olmadığı kadar etkin” olacağını ifade etmesi piyasalara hemen olumlu bir şekilde yansıdı. Finansal piyasalarda kısmi bir rahatlama oldu; yükselişte olan Dolar/TL kurunun ateşi, bir nebze de olsa düşme eğilimine girdi. Yaşanan bu olumlu gelişmeler bir ülkedeki “merkez bankasının bağımsızlığı” ile izlenecek “ekonomik politikaların” başarıya ulaşabilmesi arasındaki organik- düz ilişkiyi ortaya koyması bakımından büyük önem taşıyor. Bakan Albayrak’ın açıklamasında yer alan “enflasyonun tek haneye indirilmesi” gibi reel ekonomik büyümeyi sağlamaya yönelik bazı yapısal reformların hayata geçirilmesinde de merkez bankasının bağımsızlığı vazgeçilmez bir öneme sahip. Nitekim kapsamlı deneysel veriler ve teorik analizler, para politikalarına doğrudan siyasi etkinin zaman içerisinde daha fazla sınırlandırılması düşüncesiyle ortaya çıkan bağımsız merkez bankalarının, bağımsız olmayanlara kıyasla, enflasyon oranlarını düşük tutabilmede daha uygun bir konumda olduklarını ortaya koyuyor.
Yani Avrupa Merkez Bankası örneğinde de görüldüğü üzere; kurumsal, kişisel, operasyonel, fonksiyonel, finansal ve hukuki bağımsızlığının varlığı durumunda merkez bankaları, fiyat istikrarını koruyucu kurumlar olarak, sağlıklı ve istikrarlı bir ekonomi için gerekli olan koşulları sağlıyorlar. Zira hükümetlerin merkez bankaları üzerinden doğrudan kontrol yetkilerinin olması halinde, bu durum, kendi menfaatlerine göre kısa vadeli ekonomik sıçramalar sağlamak veya halkın büyük desteğini alacak şekilde politik tedbirlerin finansmanında merkez bankası parasından yararlanmak için faiz oranlarını kendi menfaatlerine uygun bir şekilde ayarlamak noktasında politikacıları baştan çıkaran bir etmen olacaktır ki bunun uzun vadede ekonomiye büyük zararlar vereceği aşikârdır. Özellikle seçim öncesi bütünüyle siyasi baskılarla faizin indirilmesine yönelik merkez bankasının yapay tasarrufu, serbest piyasa ekonomisi şartlarında hemen doğal karşılığını bulacak ve dövizin artışına koşut olarak enflasyon rakamları da yükselecektir. Enflasyonun yükselmesiyle birlikte halkın alım gücü düşecek, fiyatlar yükselecek, paranın satın alma gücü azalacak ve akaryakıt başta olmak üzere bütün ürünlere yüksek zamlar gelecektir. Yani merkez bankasının bağımsız olmamasının bedelini toplum, uzun erimli bir süreçle, ağır şekilde ödeyecektir.
Günümüz demokratik rejimleri ile serbest piyasa ekonomilerinde “merkez bankalarının bağımsızlığı” fikrinin altında “iktisat politikası anayasası” veya “anayasal iktisat” düşüncesi yatıyor. Dünya’da bu konunun en tanınmış ismi, 1986 Nobel Ekonomi Ödülünü de alan “kamu tercihi teorisinin” en önemli teorisyenlerinden Amerikalı iktisatçı Prof. Dr. James M. Buchanan’dır. Türkiye’de ise bu alanın en yetkin isimlerinden biri ekonomist Prof. Dr. Vural Savaş’dır. Prof. Savaş, “İktisat Politikası Anayasası” ve “Anayasal İktisat” başlıklı bilimsel çalışmalarında bu konuları etraflı bir şekilde anlatır.
Siyasi iktidarların ekonomi politikalarını belirlerken kural olarak serbest olmaları, “demokratik rekabet” ve “çoğulculuğun” doğal gereği olarak kabul edilir. Buna göre liberal, devletçi veya ikisinin karması bir ekonomik model olarak “sosyal liberal” bir ekonomik politika izlemede siyasi iktidarlar şüphesiz serbesttir. Siyasal çoğulculuk, serbest seçimler, genel ve eşit oy, muhalefet etme özgürlüğü, kanun önünde eşitlik, temel hakların garanti altına alınması, kuvvetler ayrılığı, denetim, denge, temsil, katılım, hesap verebilirlik gibi demokratik siyasal sistemin “olmazsa olmaz” (sine qua non) niteliğindeki unsurları bunu gerektirir. Ancak demokratik rejimin yumuşak karnı “popülizmdir” ve siyasi iktidarlar devlet yönetiminde kalmak için seçmeni “müşteri” olarak görüp, ülkenin makro ekonomik temel dengelerine uzun vadeli ve ciddi zararlar verecek, yapısal bir takım irrasyonel makro ekonomik politika tercihlerine yönelebilirler. Gerçi bu olasılığın sistemin doğasında mevcut olduğu ve böyle bir durumda vatandaşların ortaya çıkan ekonomik sorunlar için siyasal iktidarları yapılacak ilk seçimde kullanacakları oylarla cezalandırarak, iktidardan düşürebilecekleri dile getirilebilir. Ancak “popülizm virüsü” bulaşıcıdır ve ülkeyi yönetmeye talip bütün siyasi partilere, kolayca nüfuz ve sirayet edebileceğinden bundan kurtulmak zordur. Nitekim 1919 Federal Almanya Weimar Cumhuriyeti ile 1946 Dördüncü Fransız Cumhuriyeti’nde yaşananlarda da görüldüğü üzere, siyasi tarih, izlenen ultra popülist ekonomi politikalarının girdabına sürüklenen “yönetemeyen demokrasilerin”, yaşanan çok sayıda hükümet değişikliklerinin varlığına karşın, kısa süre içerisinde cari yönetim şeklinin meşruiyetinin halk nezdinde yıpranması üzerinden otoriter bir takım idare arayışlarına çanak tuttuğunun örnekleriyle doludur.
Yakın zamanda Yunanistan’ın, izlenen ultra popülist politikalar bağlamında yapmış olduğu aşırı kamu borçlanmaları ve devasa bütçe açıklarıyla içine düşmüş olduğu, derslerle dolu, fevkalade dramatik durum öğreticidir. Ekonomik kriz nedeniyle uzun süreden beri büyük bir sosyal karışıklık yaşayan bu ülkenin, AB çıpası olmasaydı geçmişte maruz kaldığı askeri darbe dönemleri de dikkate alındığında, kısa süre içerisinde otoriter bir rejime kayması sürpriz bir gelişme olmayacaktı. O halde kamu borç stokunun gayrı safi milli hasılanın belli bir oranını geçememesi yanında bütçe açığı ve para basmanın (emisyon) sınırlanmasıyla ilgili bazı temel ekonomik kaidelerin anayasaya konulması yoluyla siyasi iktidarın kısıtlanması, demokratik rejimin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi bakımından gereklilik arz ediyor.
Yasama ve yürütmeye karşı idari ve mali açıdan bağımsız, kuruluş kanunlarında kendilerine verilen yetkileri uzmanlık alanlarıyla ilgili özel teknik bilgilerin verileri ışığında kullanan, başta Merkez Bankası olmak üzere, BDDK, Rekabet Kurulu, SPK, RTÜK gibi bağımsız ve özerk birtakım kurumların siyasal sistem içerisinde oluşturulması pratiği, “demokrasi teorisi” ve “anayasacılık düşüncesi” bakımından sorun oluşturmaz. Demokrasi teorisine uygundur; zira anayasa hukukçusu Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’ın “Anayasal Demokrasi” adlı eserinde yetkin bir şekilde ifade edildiği üzere, “çoğunlukçu” değil de “anayasal demokrasiler” olan günümüz “modern demokrasilerinde” seçilmiş organların yetki alanları anayasa ile kısıtlı olup, “parlamentonun üstünlüğü” prensibi yalnızca diğer organ ve makamlar karşısında geçerli olan bir kaidedir; yoksa meclisin “sınırsız yetkilere” sahip olduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla çağdaş demokrasilerde merkez bankası gibi, doğrudan halkın iradesine dayanmaması bağlamında demokratik meşruiyeti olmayan, özerk bir takım kurum ve mekanizmaların varlığına da ihtiyaç vardır. Bu durum aynı zamanda “anayasacılık düşüncesine” de uygundur. Çünkü tarihsel süreç içerisinde temel hak ve özgürlüklerin korunması ile siyasi iktidarların sınırlandırılması, “anayasacılık düşüncesini” oluşturan temel felsefi idelerdir. Liberal filozof Lord Acton’un veciz ifadesiyle, “güç (iktidar) yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır.” O halde “merkez bankasının bağımsızlığına” ilişkin ilkenin anayasaya yazılması ve teknik uzmanlık bilgisiyle para politikalarını belirlerken serbest piyasa ekonomisi koşullarında siyasi iktidardan özerk kılınması “anayasacılığa” uygun bir tasarruf olacaktır.
Yasama ve yürütmeye karşı idari ve mali açıdan bağımsız başta Merkez Bankası olmak üzere, BDDK, SPK gibi özerk kurumların siyasal sistem içerisinde oluşturulması pratiği ‘anayasacılık düşüncesi’ bakımından sorun oluşturmaz.
Doç. Dr. Bülent Doğru’nun “Merkez Bankası Para Politikası Stratejileri” başlıklı eserinde de belirtildiği üzere, 20’nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Keynesgil ekonomi yaklaşımını hayata geçirmek için ekonomi politikasının önemli bir oyuncusu olan merkez bankalarının özellikle 1950-1970 arası dönemde yoğun bir şekilde kurulduğu görülüyor. Türkiye’de ise Merkez Bankası çok daha önceden, 1930 yılında bir anonim şirket olarak oluşturuluyor. Kendi özel kanununun 4’üncü maddesine göre temel amacı “fiyat istikrarını” sağlamak olan banka, ülkemizin en yetkin ve birikimli kurumları arasında yer alıyor. Para bolluğunun gelişmekte olan ülkeler bakımından geride kaldığı, trilyonlarca doların uygulanan yüksek faiz politikalarıyla ana vatanı olan merkez ülkelere geri döndüğü, çorak bir uluslararası finans piyasaları ortamında ekonomimizin ihtiyacı olan yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekebilmek için bütün Dünyaya Merkez Bankamızın, piyasa koşulları yerine, bir takım politik etki, baskı ve yönlendirmelerle karar veren, manipülatif bir kurum olduğu görüntüsünü vermekten titizlikle sakınmamız gerekiyor. Ayrıca yabancı yatırımcıların endişelerinin azaltılabilmesi için başta Londra, New York, Hong Kong ve Tokyo olmak üzere, fon yöneticileri ve iş insanlarından oluşan uluslararası finans çevrelerinin temsilcilerini ziyaret ederek, kendimizi yeni dönemin ehil ekonomi kadroları ve rasyonel ekonomik politikaları bakımından ısrarla anlatmamız ve piyasalardaki soru işaretlerini bir an önce gidermemiz zorunluluk arz ediyor.
—————————————–
Kaynak:
http://www.karar.com/gorusler/mehmet-merdan-hekimoglu-yazdi-modern-demokrasilerde-merkez-bankasinin-bagimsizligi-932205
*****
[i] Kıbrıs İlim Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı