Hayatın Satır Araları- Modern Zamanda Kendini Bulmak
Mahmud Erol Kılıç
Sufi Kitap, 2013.
‘‘Modern veya çağdaş, Doğulu veya Batılı, erkek veya dişi… Bunların hepsi insana sonradan giydirilen vasıflar. Bir kurgu olarak var olan bu ‘‘ modern’’ insandan gayri bir insan daha var; mekân ve zamanın farklılaştıramadığı ihtiyaçlarda buluşan, aşk ve ölüm gibi konularda benzeşen. Aşk ve ölüm, her yere aynı duygularla karşılanıyor. Bu, insan olmanın müşterek muhayyilesine, ortak imgelem dünyasına işarettir. ‘‘İnsanın özü’’ dediğimiz bir hakikatin göstergesi her zaman ve zeminde sâri. Zaman ve zemine göre değişen ise bu ‘öz’ün ihtiyaçlarının belirlenmesi. Modern insan kalbinde sürgün insandır, kalp gözü olmayan. Madde ile mana arasında makası açan modernizm, insanı tek kanatlı bir varlık kılıyor…’’
Aşağıdaki yazı, Sayın İbrahim Altay’ın, http://www.sabah.com.tr/pazar/2013/06/02/bir-insanmanifestosu, 2.6.2013 tarihli yazısından alınmıştır. Atıf yapılacaksa lütfen bu link üzerinden atıf yapılamsı önemle rica oluınur.
Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç, Hayatın Satır Araları kitabında aşk, kadın-erkek ilişkileri, moda, sinema, tüketim çılgınlığı, eğitim gibi konularda ezber bozan açıklamalarda bulunuyor
Meşhur Forrest Gump filminden bir sahne… Kolej mezuniyet töreni sırasında Forrest’ın yanına bir askeralma çavuşu yaklaşır. Elindeki broşürleri uzatır ve ekler: “Kim olmak istediğine karar ver evlat!” Forest’ın cevabı son derece manidardır: “Anne! Ben zaten kendim olmayacak mıyım?” Kim olmak ve kendin olmak… Modern zamanların, belki de bütün zamanların en önemli problemlerinden biri… Kendini aramak ve bulmak, kendini tanımak… Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç’ın geçtiğimiz günlerde yayımlanan Hayatın Satır Araları / Modern Zamanlarda Kendini Bulmak kitabı bu kadim problemi ve önemini anlatıyor. Özgün bir bakış açısıyla… “Modernlik, çağdaşlık, doğululuk, batılılık, beyazlık, siyahlık, erkeklik ya da dişilik insana sonradan giydirilen özelliklerdir. Bir kurgu olarak var olan bu insandan öte ve önce bir insan vardır. Mekan ve zamanın farklılaştıramadığı, ihtiyaçlarda buluşan ve benzeşen bir insan…” Kısaca böyle diyor Kılıç kitabın hemen girişinde. Kitap boyunca bu insanı ve onun hayatla kurduğu ilişkiyi sorguluyor. Modern insan başlarda bir kahraman olarak görüldü. Uygarlık evriminin son sürümüydü, güya bütün fazlalıklarından kurtulmuş ve özgürleşmişti. Oysa zaman onun rasyonel yıkıcılığını ve zarif kıyıcılığını gün geçtikçe daha çok ortaya çıkardı. Savaşlar, katliamlar, yıkımlar, çevre felaketleri, kaybolan nesiller, müptezel zevkler… “Modern insan tek kanatlı bir varlıktır. Mana kanadı kırılmıştır. Robotik bir tiptir; vicdanın, müteal duyguların kendisine oturmadığı bir makinaya dönüşmüştür. Tabiata daha çok hükmetmeye kilitlenen; çıkarı, başarıyı tek hedef bilen; ölüm dahi olsa hedefe giden…” “Niye böyle oldu?” diye sorduğumuzda Sezai Karakoç’un “Önce senin kalbinden sürgün oldum. Bütün sürgünlerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği” dediği noktaya geliyoruz. İnsanın yaratıcıyla olan bağını kaybetmesine. Onu unutmasına. “Modern insan kendi kalbinden sürgün edilmiştir,” diyor Kılıç buna. “Dengeyi aramak ve bulmak durumundayız,” diye ekliyor. “İnsanın yatay ve dikey tarihlerini bir bütünlük içerisinde kurmak… Onu ne sadece manevilik içinde tutmak ne de maddiliğe gömmek…” BİR EL KİTABI OLABİLİR Kılıç kitabında bu ‘yatay’ ve ‘dikey’ kavramlarını ayrıntılı bir şekilde açıklıyor ve şöyle diyor: “Sadece manevilik veya sadece maddilik, hakikatin bir tarafıyla yetinmek anlamına gelir.” Kitabında bu dengeyi kurmak amacıyla kadın-erkek ilişkisinden edebiyata, sinemadan modaya, değerler erozyonundan yaygınlaşan şiddete, toplumu ve insanlığı ilgilendiren temel konulara değiniyor. Eskiden el kitapları vardı. Bir düşüncenin ya da akımın bağlıları bu kitapları ellerinden bırakmaz, sürekli atıf yapardı. Günümüzde mekanikleşme ve parçalanma bu türden kitapların ortaya çıkmasını zorlaştırdı. Bütün bu zorluklara rağmen Mahmut Erol Kılıç’ın kitabı uzun yıllar tartışılacak ve temel alınacak bir el kitabı, bir manifesto niteliğinde… ANLAM KRİZİ YAŞANIYOR İnsana sadece bir biyolojik varlık, bir kadavra muamelesi yapılmasına kızıyor yazar. Onun ‘öz’ itibariyle Allah’a dönük olduğunu vurguluyor. İnsanın içinde olan bu eğilim ve ihtiyacın manipüle edilerek tuhaf inanış ve anlayışların ortaya çıkarılmasının dine maledilemeyeceğini vurguluyor: “Gerçek din ve dindarlık patoloji üzerinden okunamaz. Aksine, psikolojik sorun olarak işaret edilen durumlar, Tanrı’yı hayattan/varlıktan kovmaktan doğuyor. İnsanlar buralardan yedikleri darbelerin sızılarını gidermek adına Tanrı’ya yöneliyor. Modern insan anlam krizinden, kendini dine açarak çıkıyor.” Kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum sorularının cevabının bulunamaması anlam krizini ortaya çıkarıyor ve psikolojik rahatsızlıklara sebep oluyor Kılıç’a göre. ERKEĞİN YENİDEN İNŞASI GEREKİYOR Kılıç, ‘değerler erozyonu’ konusunun yaşamsal öneme sahip olduğunu ve bu erozyonu sadece anayasa ve yasalar yaparak gidermenin mümkün olmadığını söylüyor: “Merkezileşmesi gereken şey insandır. Değerler etrafında korunan ve geliştirilen insan… Yeni bir anayasa yaparak çıkışa geçebileceğimizi sanıyoruz. Hukuki sözleşme elbette ki önemli, ancak daha önemli olan, manevi değerleri esas alan bir toplum ruhunun olmasıdır.” Eğitim konusuna özel bir önem veriyor. Değerler üzerinden değil de teknik formlar ve formüller üzerinden yapılan eğitimi eleştiriyor. Eğitimin okullara sığdırılmasını, ondan ibaret sanılmasını da. Şaşkınlıkların ve erozyonun fotoğraflarını çekiyor: “Öğretmen, eskiden olduğu gibi ilmin somutlaşmış hali değil. Ve öğrenci de halinin farkında değil; ihtiyacını bilmiyor, bilmediği ihtiyacına karşılık olan ilmi de talep etmiyor. Ne veren var ne de alan. İrade ve arzuyla oluşan bir birliktelik değil bu. Öğretmen ve öğrenci birbirlerine mecbur iki tutuklu gibiler.” “Okullarda matematik ve fiziği verebilirsiniz; peki, cesaret, fedakarlık, adalet, muhabbet ve hürmet nereden öğrenilecek?” diye soruyor. İnsanın bütünlüğünü esas alan, sadece akli zekasına değil, duygusal zekasına da dikkat eden bir yaklaşım öneriyor. SAĞLIKSIZ SAĞLIK Kılıç, sağlık alanında yaşanan değer kaybına da dikkat çekiyor: “Sağlık meselesi de paranın konusu olmuş. Tıp, daha çok kazanmanın enstrümanlarından biri. Hasta sadece bir müşteri ve ölümcül hastalıklar daha çok kazanma imkanı olarak görülüyor. Hastalık ve bu hastalığa ilaç üreten bir endüstri. Patolojinin sürekliliğinden nemalanan haller.” Doktorlara saldıran hasta yakınları hakkında ise şunları söylüyor: “Hasta yakını, doktorun da insan olduğunu unutmuş durumda. Gerçekleşen vefat vakasında mesuliyetin hepsini doktora vermek ve bu sebeple şiddet uygulamak, bir şuur kaybını ve algı bozukluğunu gösteriyor. Sadece hissiyatla açıklayamayız bunu; hayata bakışta, kader anlayışında, tevekkülde ciddi bir arıza var.” SAKATLANAN RUHLAR Son olarak ‘Bizim Aile’ bölümünden bazı alıntılar yapalım: “Erkek ruhen çöktüğü için kaba kuvvetine sığınarak boşluğunu doldurmaya çalışıyor. Aynı zamanda ‘bilge’ de olan ‘güçlü’ erkek gitmiş, yerine bilge olmayan güçlü erkek gelmiş. Bilgeliğin otoritesine sahip olmadığı için diktatörleşen bir erkek… Bu haliyle kadına gittiğinde, kadın korunma içgüdüsüyle, bir yarış halinde buluyor kendini. Erkeğin araçlarını edinerek erkekle eşitlenmek istiyor. Döngü uzuyor; erkek kendine benzer bir kadınla karşılaşmaya başladığı için artık sevemiyor. Kadın, sevgili olmaktan çıkıp mücadele edilen bir rakip oluyor. Bilgeliğini kaybettiği için erkek, kadın üzerinde bedeniyle yani kaba kuvvetle hakimiyet kuruyor. Erkek kabalaşarak düşerken, kadın erkekle benzeşerek kaybediyor. Böyle sakatlanan eril ve dişil ruhlar, doğal olarak hayatı da sakatlıyor; aşk mümkün olmuyor, sevgi gelişmiyor.” Kılıç’a göre ailenin ama özellikle erkeğin yeniden inşası gerekiyor.
PROF. DR. MAHMUT EROL KILIÇ Yazar, akademisyen, diplomat… İslam Konferansına Üye Ülkeler Parlamentolar Birliği (İKÖPAB) Genel Sekreteri… Oxford’da bulunan Muhyiddin Ibn Arabi Society şeref üyesi… Evli ve iki çocuk babası. İngilizce, Arapça, Farsça ve Fransızca biliyor. Çok sayıda yayımlanmış kitabı var…