Muhammed Sarıtaş Dündar Taşer’i Anlatıyor

Odgurmuş: Yine Dündar Taşer yine bir sohbet. Dündar Taşer’i tanımaya tanıtmaya çalışıyoruz. Bu yazımızda Muhammed Sarıtaş hocamızla Dündar Taşer hakkında yine bir hayali söyleşi yapacağız.

Hocam sizinle daha çok Dündar Taşer’in vefatından sonra Ziya Nur tarafından kaleme alınan “Dündar Taşer’in Büyük Türkiye’si” kitabından ve oradaki görüşlerinden konuşmak istiyorum. Bu kitabın önemi nereden geliyor.

Sarıtaş: Büyük Türkiye Ülküsü mü mesele?

Ziya Nur’un “Dündar Taşer’in Büyük Türkiye’si” adlı eseri okumalıdır öyleyse…

Eser öylesine çekici ki, daha çok mükemmel bir şiire benziyor. Okundukça okunan, derken bütünüyle hafızaya alınan, gayri ihtiyari ezberden söylenen millete mal olmuş bir şiire… İşlenen konuların önemine paralel olarak, kelimelerin seçkinliğinden doğan anlatım etkinliği okuyucunun düşünce dünyasını öylesine kuşatıyor ki, okuyucu kitabı bırakmak istese bile kitap okuyucuyu bırakmıyor.

Odgurmuş: Anladığım kadarıyla Taşer millet, devlet ve nizam üzerinde çok duruyor. Türk milletinin bekası için bu üç değer adeta bir sacayağı gibi değerlendiriliyor. Bu konular üzerinde Taşer neler söylüyor?

Sarıtaş: Kitapta Büyük Türkiye genel çizgileriyle belirleniyor. Büyük Türkiye’nin oluşumundaki “Millet”, “Devlet” ve “Rejim-nizam” denen üç ana unsur net bir şekilde tesbit ediliyor. Milletin merkezi bir hususiyette olduğu, diğer unsurların onun toplayıcı gücüyle etrafında toplandığı ve böylece milletin kendi şahsiyetini tamamladığı gerçeğinden hareket ediliyor. Bu bakımdan “Millet” unsuru gayet sağlam bir ifade ile bize yansıtılıyor: “Millet yapma bir varlık değildir. Ne kahramanlar ne alimler ne sanatkârlar bir millet imal edemezler. Millet, binlerce sene içinde, kanın, imanın, duyguların birleşmesi ile yoğrulmuş; müşterek kıymet hükümleri halinde görünmekte olan, haz ve elemi beraber tadan birbirinden haberi yokken de birbiri gibi olan bir varlıktır. Atilla’nın misafirlerine altın kaplar içinde yemek ikram ederken, tahta çanaktan tek türlü yemeğini yemesi ile Yavuz Sultan Selim’in yemek usulü de aynıdır. Atilla’nın Bizans hükümdarına gönderdiği mektubun edası, üslubu, hitap tarzı ne ise, Kanuni’nin François’ya gönderdiği mektubunki de öyledir. İşte millet, bu ayniyet ve devamlılıktır.” (S:50) Türk’ün mevcudiyetini temin eden hususiyetleri, sosyolojik bir yaklaşımla tesbit edilmeye devam ediliyor. Türk Milleti’ni Hammer’ den dinliyoruz: “Heredat’un Tarziyanus, Tevrat’ın Togarıma diye andığı Türk, bunlardan daha çok eski asırların tanıdığı bir millettir. Tahakküm kabul etmeyen bir şecaat, alabildiğine geniş bir fütuhat aşkı, sonsuz bir teşebbüs kabiliyeti, muhitlere uymaktan ziyade, onları kendine uydurmak zevki ve ibtilası, bu milletin asırlar dolduran tarihinde apaçık görünür ve okunur. Türkler devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci sınıf üstadlardır. Ülkeleri değil, kıtaları alt-üst etmişler ve korkunç savletler arasında sarsılması hiç de kolay olmayan hakimiyetler yaratmışlardır. Tarih, Türklerden çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler var ki, medeniyet için birer süs teşkil etmektedirler.” (S:169) Türk’ün milletlerarası değer alanındaki yeri içinse “Bizim gibi her şeyi ile milli olan her şeyine kendi damgasını vuran ve vurabilen bir millet yoktur” deniyor ve bugün 100 milyonun tutsaklığı sebebiyle en büyük davasının müşterek milli kültürünü inkişaf ettirmek olan Türk’ün, buna rağmen Rus Komünizmi altında bile millet olarak ayakta kalışındaki esrarengiz duruma değiniliyor ve Türk’ün bu aklı aşan büyüklüğünün sırrına dair bir misal hususiyetindeki şu ifadeler yer alıyor. “Müşterek milli kültürün maddi ve manevi en kuvvetli harcı olan Müslümanlık, Türk benliğinin ayrılmaz bir parçası ve ölçüsü olmuştur. Türk’ün ruhuna işlemiş ve an’anesiyle karışarak mukaddes bir mahiyet almış olan iman, her çeşit mekanik baskılara karşı yıkılmaz ve sarsılmaz bir sed halindedir. Bu seddi kuvvetlendirici bir husus da Türk’ün lisanına ve an’anelerine verdiği büyük ve mukaddes kıymettir. Bunlar Rus Komünizmi altındaki Türk’ü bile millet olarak ayakta tutmaktadır.” (S:166) Hatta Türklerin destanlarındaki eski atalarını (Mesela Oğuz Han’ı) bile Müslümanlaştıracak kadar İslamiyeti millileştirdikleri, bundan dolayı daha yüksek büyüklük, bundan daha üstün bir millilik olamıyacağı, Arap’ın bile bunu yapamadığı, bu bakımdan da “Türk’ün hakimiyetini kabul ettirmediği, siyasi nüfuzunu hissettirmediği bir Eski Dünya köşesi kalmamış gibidir.” Deniyor ve bu gerçek Thamson’un şu itirafıyla teyit ediliyor: “İzmir’den Çin hududuna kadar yalnız Türkçe ile gidilebilir.” (S: 165). Ve nihayet; milletin, kendi tabii seyri içinde oluşan bütünüyle organik bir varlık olduğu belirtiliyor: “Milli telakki ancak tesbit edilebilir; ihdas edilemez. Bu sebeple üç beş adamın oturup milli telakki vücuda getirmeleri mümkün değildir.”(S:118)

Odgurmuş: Taşer Millet konusunun yanı sıra Türk için Devlet’in de önemi üzerinde durur. Biliyoruz ki; Türk devletsiz olmaz. Bu konuda neler söyler. Ona bakabilir miyiz?

Sarıtaş: Kendi mevcudiyeti diğer oluşları da beraberinde getiren milletin siyasi alanda varlığını temsil edebilmesi için teşkilatlanmasından ibaret olan, dolayısıyla da büyük ehemmiyet taşıyan “Devlet”e dair de bize, konuyu bütün boyutlarıyla kavratıcı ve aydınlatıcı bilgi veriliyor. Bu meseleye Türklerin devlet kuruculukta cihanda eşsiz bir millet olduğu gerçeğiyle başlanıyor: “Biz dünyanın en büyük imparatorluklar kurmuş; hakimiyetini Eski Dünya’nın bilinen her köşesinde yürütmüş bir milletiz. Bu imparatorlukların sonuncusu bugüne kadarki tarihin kaydedebileceği en kudretli, en adil, en azametli bir varlık olan Osmanlı Devleti’dir. Türk’ün devlet kuruculukta verdiği en büyük eser, en ahenkli yapı Osmanlı’dır.” (S:38) Hakikaten, cereyan eden tarihi vakalar mukayese edildiğinde Osmanlı Devleti’nin, tarihin şimdiye kadar kaydedebildiği en kudretli devlet olduğu; çünkü, dünyada kurulan diğer bütün imparatorlukların (Roma, İngiltere, Rusya gibi), karşılarındaki site hükümetlerini yıkarak basit koloni muharebeleri yaparak ve diğer devletlere karşı daima müttefik halinde çıkarak kendi varlıklarını oluşturmalarına karşılık, Osmanlı Devleti’nin 6 cephede bütün bir Avrupa devletler ittifakına, bütün bir Hristiyan dünyasına karşı tek başına mücadele ederek o muhteşem mevcudiyetini ortaya koyduğu, 600 yıl gibi uzun bir zaman aralığına hükmettiği belirtiliyor. Türk’ün, hükümran olduğu her sahaya, Avrupalı’ nın medeniyet namına deniyyet götürmelerine inat; sulh, sükûn, huzur, adalet ve nizam götürdüğü: padişahından erine kadar her ferdin bu şuur içerisinde bulunduğu ifade ediliyor. Bu oluşlara şöyle bir gerekçe veriliyor: “Adamların (Yani Türk’lerin) kafasında daima büyük, alabildiğine büyük bir devlet var. Ona en hafif bir gölge düşürmekten korkuyorlar. Bu adamlar başka tipler; devlete taabbut (kulluk etme, tapınma, ibadet etme) edercesine bağlılar. Hegel’in devlet tasavvuru ve telakkisi bile bunların fiilen ulaştıkları yüksekliğin yanında, fazla bir mana ifade etmez görünüyor.” (S:26). Hatta Devlet Başkanlarının devlet için (Dolayısiyle Din, Millet ve Alemin Nizamı için) “Kardeş katli” gibi azametli bir karar verebildiklerine, kendi ailelerinden kan fedakarlığı yapabildiklerine değinilerek bugün “Bu fedakarlığı göze alabilecek bir aile tasavvur edilemez” deniyor. Devam ediliyor, işte şu satırlar da büyük Türk başbuğlarına atılan iftiraları tekzip edici bir hakikat sütunu oluyor; ve sadece Devlet-i Ali’nin 6 yüzyıl Cihan’a hükmetmesindeki sırrın başka ifadesini veriyor: “Başta padişahlar olmak üzere, sadrazamlar, şeyhülislamlar, gaza ile meşgul bütün ecdadımız, hemen hemen aynı telakkide: Devlette fani olmuş, onda erimiş adamlar hüviyetinde, Mesela, Murad Hüdavendigar’ın Allah’tan zafer ve şehadet isteyişi, Fatih’in ayaklarında zahmet olduğu ve yürüyemediği halde ölüm yolculuğu olan seferine çıkışı, Kanuni’nin Tanrı’ya “Yarabbi şehadet isterim” diye yalvararak Zigetvar’a gidişi…” (S: 29) İşte bizim böyle bir tarihi akıştan gelişimizin bir sonucu olarak devletimizin yapısını bu tarihi verilerin çizeceği belirtiliyor.

Odgurmuş: Dündar Taşer için devlet, millet ikilisinin hemen yanında bir de düzen, diğer adıyla Nizam meselesi var ki Taşer bu konularda neler düşünüyordu.

Sarıtaş: Rejim-Nizam:

Milletin kurduğu devlete gerekli olan “Rejim-Nizam” a dair de bize, gayet sağlam bilgi veriliyor. Her milletin idari ve siyasi statüsü olan rejimin kendi içtimai ve tarihi gelişmesinin bir neticesi olduğu ve mesela, Batı’daki siyasi ve idari teşekkülün feodaliteden kraliyete, oradan da çeşitli etkilerle krallıklara ve imparatorluklara doğru seyir takip ettiği ifade ediliyor. Feodalitede bir denge unsuru olan halk kitlesine ait vergi meselesi yüzünden Avrupa’daki parlamentonun ortaya çıktığı belirtiliyor. Bu oluşlar sadece Batı’ya hastır; bir başka millete uygulanması mümkün değildir, çünkü diğer milletlerin kendi varoluşuna aykırıdır, şeklindeki gerçek, detaylı olarak izah ediliyor. Buna rağmen bir paradoks olarak ülkemize getirilen yabancı sistemin önceden bilinen neticeleri üzerinde duruluyor: “İthal ettiğimiz nizam, bizim mazimize aykırı geldiği için kanunlarımız, örf ve adetlerimizle çatıştığı ve çatışmadan yıkıntı doğdu. İnandığımız değerlerle, arzuladığımız değerlerin zıddiyeti, içinde bulunduğumuz anarşinin yahut fetretin sebebidir. Demokrasi denemesi bu düzensizliği artırdı.” (S:143).

Odgurmuş: Taşer’e göre tarihimizde meydana gelen bir takım ihtilal hareketleri nasıl değerlendiriliyor. Yeniçeri kıyamları, askeri darbeler vs. konusunda neler söylenebilir?

Sarıtaş: Bu arada tarihimizdeki ihtilal hareketlerine de değiniliyor: “Tarihimizde yapılmış bütün ihtilal hareketlerinin, ne kadar kötü olursa olsun, mevcut nizamı sarsıp devletin ve milletin başına yeni belalar getirdiği hakkında sarsılmaz bir kanaati vardı. Bugün bu kanaatim daha da pekleşmiştir.” (S:12) Bu ihtilal hareketlerinin meydana getirdiği yeni oluşlar üzerinde de duruluyor; bunların oluşturduğu felaketler, tarihi olaylar ile tesbit ediliyor. Netice olarak iki asırdır yeni düzen peşinde koşmamızın bizi sürekli sarsıntılar ortasına sürüklediği ve buna Türk aydının milletten koparak bazı mefhumlarda sihirkâr bir kuvvet tasavvur etmesi, Dolayısıyla da kendimize yabancılaşarak milli ölçüyü kaybetmesi sebep gösteriliyor. Rejim fikrinin milletteki köklü, engin ve sağlam kıymet hükümlerine dayanması gerektiği savunularak bir misal veriliyor: “İslam’dan sonra İlay’ı Kelimetullah tam bir milli iman haline gelmiştir. Örfler, an’aneler bu yüksek imanın içinde erimiş ve milli telakkimiz vücut bulmuştur. Böylece devletiyle, hukukuyla, idari nizamıyla, sanat ve güzellik tarzı ve üslubuyla tamamen bize has olan çok büyük bir siyasi kudret ve medeniyet doğmuştur. Tarihten çıkan milli telakkimizi, cemiyetimizde asırlarca hâkim inanç ve görüş olarak yaşamış ve halen yaşamakta olan milli telakkiyi iyi tesbit etmek lazımdır.” (S:118). Bu görüşler belirtildikten sonra, ancak milletin bu hususiyetini gözönüne alarak kendi varlığını belirleyen bir rejimin milli olabileceği, Mancini’nin milliyet görüşü, Renan’ın millet anlayışı ile Türk’e şekil verilemeyeceği; aksi halde büyük siyasi ve medeni hamle yapamayacağı ifade edilerek gerekçe veriliyor: “Millet denilen varlığın çok esrarengiz bir hüviyet arzettiği, onun sırlarını ve istikbalini görmenin kolaylıkla mümkün olmadığı, bu sebeple şu veya bu nazariyenin şu veya bu iktisadi gelişmenin her millette tatbik edilemeyeceği…” (S: 157).

Genel çizgileriyle yansıtılan “Millet”, “Devlet” ve “Rejim-nizam” ufki bir ahenge kavuşunca, Büyük Türkiye’nin diğer meselelerinin de kendiliğinden çözüm yoluna gireceği biliniyor. Buna rağmen kitapta dış politikadan iç problemlere, törelerden reformlara, milliyetçilikten komünizme kadar en önemli meseleler; Nizam-ı Cedit hareketinden 27 Mayıs hareketine kadar mühim tarihi olaylar ve nihayet, tarihimizi zaferlerle dolduran şanlı Türk Ordusunun hususiyetleri… gibi durumlar da mükemmel bir şekilde değerlendiriliyor.

Ziya Nur’u ve Kutluğ Yayınevi’ni, bu kitabı yayınlanmasındaki hizmetleri için kutlarız.

Odgurmuş: Sayın Sarıtaş; Dündar Taşer ve onun çok önem verdiğini bildiğimiz Devlet-Millet ve Nizam konusundaki bilgileri aktardınız. Size çok teşekkürler ederim.

**

“Dündar Taşer’in Büyük Türkiye’si”, ZN. Kutluğ yayınları, P.K. 1260 Sirkeci İstanbul.

Kaynak: Muhammed Sarıtaş, “Dündar Taşer’in Büyük Türkiye’si”, Töre Dergisi, Şark Matbaası 1976 Ankara, Sayı: 61, sayfa: 39-43

Yazar
Kenan EROĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen