Bugün binbir gayretle kendini toparlayan Eniştemle birlikte Âşâr Ambarı’ndayız. Olan biteni harfiyyen kendisine anlattım. İşini kılı kırk yararcasına doğru dürüst yapan ambar memûru bugün çok şükür daha iyi. Dünkü açıklamadan haberi olmayan ve paralarını almaya gelen insanlara Perşembe günü gelmelerini söylüyoruz.
“Enişte, Kızılay Hastahânesi Başkanı Bahâeddin Şâkir Bey’in tavsiyesini duydun mu?”
“O da Favkalâde Komisyon’nda bulunuyor değil mi?”
“Evet. İşittim ki, Bahâeddin Bey’in tavsiyesiyle tüccarda bulunan kuş yeminden ekmek yapılmasına karar verilmiş. Senin gelemediğin günlerde Ambar’da âşâr malı olarak bulunan kuş otundan bir miktar fabrikaya gönderildi. Burada öğütülen kuş otundan sonra ekmek yapıldı ve sarı renkli bir ekmek oldu. Demek ki, yapınca kuş yeminden ekmek de oluyormuş. Bu denemeden sonra kuş otuna altmış para fiyat biçilerek tüccar mağazalarında ne kadar kuş yemi varsa Ambar’a gönderildi. Hayrolsun diyelim, bak gene Rûm değirmenciler geliyor, Enişte. Dün de gelmişlerdi.”
“Gelsinler bakalım. Bir Rûm değirmencilerimiz eksikti, onlar da gelsinler.”
“Ben kâtiplere yardım edeyim.”
“Efendi, bu pusulada yazılı olan tahılı istiyoruz.”
“Pusulaya bir bakayım Yanko Efendi. Hımmm… Bu pusulada yalnız Merkez Kaymakamı Atnaş Bey’in imzâsı var. Şimdi size bir yazı yazacağım. Bu yazı ile Vilâyet’e gidiniz. Ambar memûru komisyon karârı ile verilecek olan tahılın kimin emriyle verileceğini bilmek istiyor. Alınız bu pusulayı, buraya bir cevap ile geliniz. Buradaki imzâ yeterli değildir. Komisyondan bahsediyoruz Yanko Efendi.”
“Şimdi bu soğukta Vilâyet’e mi gideceğiz?”
“Bir zahmet, bu kâğıt mühimdir Yanko Efendi. Haydi selâmetle.”
“Pekâla, mâdem öyle istiyorsunuz, öyle olsun.”
Rûm değirmenciler gittikten bir süre sonra Levâzım Başkanı’nın Ambar’a gönderdiği özel memûr geldi:
“Askerîye adına, fabrikaya teslîm edilmek üzere yirmi beş bin kıyye tahıl istiyoruz.”
“Vilâyetin karârını biliyorsunuz, değil mi?”
“Tabiî, buyrun pusulada yazılı. Fabrika’nın adamları ve hamalları da geldi. Hemen yüklemeyi yapabilirsiniz.”
“Tamamdır. Hamallarınız gelip şu çuvalları yüklemeye başlasınlar.”
Hamallar yüklemeyi yaparken siz komediye bakın ki, Kraliçe Birinci Elizabet devrini aratmayacak türden tiyatrolar sergileniyordu. Tam da tahılın tartılıp arabalara konduğu sırada Vâli’den bir emir geldi.
“Fındıklıyan Fabrikası’na bir şey verilmesin. Arabalara yükletilen tahılı şimdi Ambar’a indirsinler.”
Ben hasbinallâh diye söylenirken ambar memûru Eniştem de bir o kadar sâkindi. Ne de olsa tecrübeli bir ambar memûru idi ve insanları iyi tanımıştı.
“Nedir bu Enişte? Dalga mı geçiyorlar bizimle?”
“Sâkin ol Hâfızım. Bu durum daha evvel de oldu. Sen şimdi git hamalları ve dışarıdakileri alıkoy. Yüklenen tahıllar beklesin biraz. Hamallar ve adamlar da beklesinler. Biz birazdan bakacağız onlara.”
Hakîkaten de aradan yarım saat geçti, geçmedi, Vâli Bey ikinci bir emir gönderdi:
“Fındıklıyan Fabrikası’na şu kadar bin kıyye tahıl hemen ve en serî şekilde teslîm edilsin.”
Ben şaşkınlık içerisinde ne diyeceğimi bilemezken Eniştem hazırda beklemekte olan tahıl yüklü araca;
“Gidebilirsiniz!”
dedi ve onları yolcu ettikten sonra bana:
“Ahh Hâfız’cığım. Bak, şu gördüğün Hükûmet ricâli var ya, işte onlar göründüğü gibi değiller. Bu vaziyet daha evvelden de olduğu için adamları alıkoydum. İkinci bir emrin geleceğini biliyordum.”
“Peki, bu yarım saat içerisinde ne oldu?”
“Ne mi oldu? Şu yarım saat içerisinde Askerîye ile Vilâyet arasında kim bilir kaç komisyoncu mekik dokudu. Ahhh Hâfız’cığım, bugünlerde Hükûmet adamı sayılan bâzı kimseler fabrika simsarı oldular. Eskiden de bir vazîfeleri yoktu. Şimdilerde günde kırk defa fabrikalara girer çıkarlar. Tam bir tiyatro sahneliyorlar şu muhâsara günlerinde. Kendi komedyalarını sergiliyorlar. Zîrâ zavallı halkın komedyaya ayıracak takâtı yok. Bunların daha güzellerini mi seyretmek istiyorsun? O zaman Vilâyet salonlarına gideceksin. Burada bir aşağı, bir yukarı gezinen Rûm değirmenciler, Fabrika kâtipleri göreceksin. Vâli Bey’in odasından Polis Müdürü veyâ Merkez Kaymakamı çıkar. Bu Rûm değirmenciler ve fabrika kâtipleri derhâl birbirlerine sokularak salonun bir köşesinde Rumca bir şeyler görüşürler. Kaymakam Bey, Özel Komisyon Odası’na gider. Bu odada hemen bir karar verilir. Değirmenci Yanko Efendi yâhut Yorgo Efendi, Vâli Bey’in huzûruna çağrılır. Ellerine bir tezkere verilir. İşte bize gelen tezkereler böyle gelir Hâfız’ım.”
Tam da sohbet bu minvâl üzere iken sabah Vilâyet’e geri gönderdiğimiz Rûm değirmenciler ellerinde tezkere ile çıkagelmesinler mi? Uzattıkları pusulada:
“Beş bin kıyye buğday, üç bin kıyye kızılca, iki bin beş yüz kıyye çavdar, iki bin kıyye mısır ile sekiz bin kıyye süpürge tohumunun Değirmenci Yanko Efendi’ye teslîmi Özel Komisyon karârı ile bildirilir. Edirne Vâlisi.”
Pusulada yazılan tahıllarını tartıp verdiğimiz Rûm değirmenciler, paralarını ödeyerek ayrıldılar.
“Enişte, bu Rûm değirmenciler aldıkları bunca tahılı öğütüp sonra birbirine karıştırdıktan sonra fırıncılara istedikleri fiyattan satıyorlar. Buradan kırk paraya aldıklarını üç beş misline pazarlıyorlar.”
“Doğru dersin Hâfız’ım. Ancak bunlar doğru dürüst öğütülür mü, kimse bunun hesâbını sormaz. Buralarını kimse bilmez. Fabrikacılar ve değirmenciler Ambar’dan aldıkları tahılı istedikleri gibi öğütüp un ederler ve karıştırırlar.”
“Allâh nasîb ederse ve biz bu kuşatmadan sağ sâlim çıkabilirsek, kuşatmayı yaşayan kime sorarsanız sorun size bu ekmekleri olan biteniyle anlatacaktır. Bu millet, ne çileler çekti şunca zamandır. Yüce Yezdan bundan sonra bize hayırlar yazsın da tez kurtulalım artık.
“Âmîn, âmîn inşâallâh! Askerin ekmeği de dört yüz elli grama düşmüş. Zavallı asker, iyice insan kılığından çıktı. Yürümeye tâkâti olmayan askerler gördüm dün enişte. İçim yandı. Soğukta, olduğu yerde oturup kalmış askerler gördüm, aç, tâkâtsiz. Soğuk ve açlıktan çehreleri kararmış zavallı askerler.”
“Başka bir millet bunca acıya dayanamaz. Bizim Türk askeri, bunca meşakkâte dayanmaya çalışıyor. Ah Yâ Rabbim! Yardım et, bize bir kurtuluş çâresi göster de, bu günlerden bir ân evvel kurtulalım!”
“Düşmanın askeri de farklı değil, onlar da açlar. Fakat bir takım düşman askerleri köylerdeler. Onlar karınlarını doyurabiliryorlar oralarda. Biz burada muhâsara altında, bir yere kıpırdayamıyouz. Akşam olup da etrâfa kanalık çökünce bir takım askerimiz kapıları çalarak ekmek istiyor. Lâkin kimse bir şey veremiyor. Zîrâ, kapısı çalınan âile halkı da aç…”
“Ahh Enişte! Geçen gün gördüm. Caddelerde, kaldırım üzerlerinde, köşe başlarında mangallar üzerinde suda kaynatılmış işkembe ve bağırsak satılıyordu. Nereden bulsak de îcâd etsek dercesine, suya salarak pişirdikleri nişasta üzerine peynir serperek bu pişirdiklerini peynirli börek diye satıyorlardı. Bunları alan aç askerler biraz çiğnedikten sonra gerisin geriye çıkarıyorlardı.”
“Ahh Hâfız’ım! Vaziyetimiz, hâlimiz şimdi nicedir, buncadır. Akşam olmak üzere. Toparlanalım. Yarın Perşembe. Ahâliye paralarını ödemek üzere söz verdi Fabrika. Biz de vakitlice eve gidip dinlenelim. Bakalım yârın neler göreceğiz.”
Perşembe sabahı erkenden Ambar’dayız. İnsanlar da akın akın gelmeye başladılar. Her gelene;
“Biraz bekleyiniz.”
diyoruz.
Öğleden sonra oldu. Söz verildiği gibi hepimiz halkın hesâbının ödenmesini beklerken Fabrika’dan gelenler hesâbın bugün yapılamayacağını, bu yüzden evlerine gidip Cumartesi günü gelmelerini söylemesinler mi? Hasbinallâh! Zavallı halk bağıra çağıra, söylene dursun, onları dinleyen, söylediklerini takan kim? Herkes kendi hesâbının peşine düşmüş. Kıyâmet günü gibi bugün. Zavallı halkın perîşân vaziyetini görüp onların kıyâmetini bizler yaşarken, gözleri para hırsından hiç bir şeyi görmeyen Hükûmet yetkililerinin, fabrikatörlerin, değirmencilerin kıyâmeti de, aslında insanlıklarının yok olmuşluğunun günü. Herkes kendi kıyâmetini yaşıyor bugün… Zavallı halk bir kez daha elleri boş olarak evlerine dönmek zorunda kaldı.
“Fabrika’nın hesâbı niçin yapılamıyor, Enişte?”
“Sen de görüyorsun ya Hâfız, Ambar’da çalışan memûrla birlikte iki de kâtip var. Şimdi bu kâtipler iş yapacaklar, ammâ ellerine tutuşturulan üç beş türlü işten dolayı asıl işlerini yapamıyorlar. Bu adamlar tam hesâbı yapacakları sırada rahat bırakmıyorlar. Defterdâr hesap ister, Vâli hesap ister, Gelir Müdürü;
‘Ambarda âşâra âit ne kadar tahıl var?’
diye sorar.
Bütün bunlara cevap verirken Komisyon gelir;
‘Halk malından Âşâr’da ne kadar var?’
diye sorar.
Kâtipler de hangi işe bakacağını şaşırır, işin birini daha bitirmeden ötekine koşarlar. Oysa Ambar’da halk malı ile Âşâr malı birbirine karıştırılmış durumdadır. Ambar’ın her gün olağan girdisi ve çıktısı zâten not alınmakta, bunlar için de ayrıca işlem yapılır. Dün ne oldu biliyor musun? Gelir Müdürü Vilâyet’e kızmış, Âşâr malı olan tahılı Ambar’a kilitlemek istemiş. Bu işlere hayret etmemek mümkün değil Hâfız!”
Bu minvâl üzere, Cumartesi günü de geldi. Bugün Fındıklıyan Efendi’den halkın parası binbir meşakkatle alınarak beklemekte olan halka dağıtıldı. Tam şükürler olsun diyecektim, diyemedim. Tahılın çoğu Askerîye’ye verilmişti. Bu yüzden pek çok kimseye para verilemedi. Bundan sonra fabrikalara verilecek olan tahılın parası peşînen alınarak alacaklıya verilecekti. Sanki işler yoluna konmaya başlamıştı. Sevinelim mi, üzülelim mi, bilemiyourm. Keşke bu işler tâ başından plânlansa idi. Ne yazık ki, artık çok geç kalındı. İşler yoluna girdi girmesine, ammâ elimizde avucumuzda da tahıl diye bir şey kalmadı, gün be gün azalıyor.
Anlatmazsam eksik kalacak. Şimdilerde Tahıl Ambarı, Vilâyet’e her günün girdi çıktı hesâbı üzerine gizli bir rapor veriyor. Ambar’ın her günkü girdi ve çıktısı ile Ambar’da bulunan tahıl miktârı bu raporda gözüküyor. Vâli Bey, bizim raporları beğenmediğinden, her gün Vilâyet’in muhâsebe efendilerine başka türlüsünü düzenletiyor. Vâli Bey, bu muhâsebecilerin hiç bir şey bilmediklerini iddia etse de, aslında hiç bir şey bilmeyen kendisidir. Vâli Bey muhâsebe usûlü gereğince düzenlenen raporu anlamaktan âciz bulunuyor. Bir de kalkmış, peşine sağlı sollu iki adam takmış, Ambar’a gelip denetliyor güyâ. Gelmeden iki saat evvel haberler uçuruyor. Sağında Merkez Kaymakamı, solunda Polis Müdürü ile her nereye gitse ve her kime soru sorsa bu peşine taktığı zâtlar daha kimse cevap vermeden onların yerine cevaplar veriyorlar. Kazarâ biri çıkıp da Vâli Bey’e derdini anlatmaya kalksa;
“Defol, edepsiz!”
diye bağırarak Vâli’nin huzûrundan kovuyorlar.
Bu hâllere bizzat şâhid olan tanıklarım var. Bizler işte bu muhâsara ve muhârebe günlerinde bir de bu Hükûmet ricâli ile uğraşıyor duruyoruz. Allâh hepsine akıl, fikir versin!
Bugün askerî hayvanâtın bir kısmının öldürülmesi için kalelere emir verildi. Bu hayvanlar askerin ve halkın yiyeceğine eklenecek. Hal böyle iken, ve hâlâ bütün bu olanlara rağmen bir ümid, ben hâlâ kolorduları bekliyorum.
Bugün kolordulardan bir uçağın geleceği söylentileri çıktı. Uçak, Sanayi Çiftliği tarafına ineceği için oraya bayraklar dikilmiş.
Bu akşam Hıdırlık Tabyası önündeki çadırlarda kalan Mitralyöz Yüzbaşısı Cemil Efendi ile Binbaşı Nusret Bey’e misâfirliğe gidiyoruz. Bu uçağın aslı astarı neymiş, bir de onlara soralım.
Gece saat bir sularında başlayan bombardıman sabaha kadar devâm etti.
(14. Bölümün Sonu)