Balkan Harbi Tefrikaları
Muhârebe İçinde Edirne Günleri – 5
İstanbul’dan Ümîd ve Kurtuluş Bekliyoruz…
Bu da mı olacaktı? Allah sizi ıslâh etsin! Edirne çepeçevre kuşatma altında düşman topları menzilindeyken, üstüne üstlük birçok fedâkârlıklar yapılarak ve nice canlar vererek aldığımız Kartaltepe’de olanlar oldu bu bayram günü. Ey koca Kartaltepe muhâfızları! Bu ne gaflet ve dalâlettir ki, harb ortasında sefâya daldınız! Hani derler ya, bir şeyi ele geçirmektense onu muhâfaza etmesini bilmek çok daha kıymetlidir. Kartaltepe’yi düşmandan geri aldıktan sonra oranın muhâfazası için vazîfelendirilen Gümülcine redifleri, sanki savaş bitmiş, mütâreke yapılmış, sulh îlân edilmiş gibi, pervâsızca davranmasınlar mı? Subaylardan işittim ki bu redifler kestikleri sığırları kazanlarda kaynatarak bir eğlence tertîb etmişler. Sanırsınız ki, mesîre yeri, bir eğlence tutturmuşlar. Düşman teyakkuzda, bunu görür de boş durur mu a gâfiller? Ânî bir gece baskınıyla ve hiçbir direnişle karşılaşmadan, pek çok silâh, esir ve eşyâ elde ederek tepeyi ele geçirmişler. İşte bizim yaşadığımız kuşatma altındaki Kurban Bayramı’nın ilk günü, Kartaltepe’yi yeniden ele geçirmek için mitralyöz birlikleri gönderildi.
Bu da bir şey mi? Kasım ayı daha nice büyük acıları ile daha yeni başlıyordu ve bizler olacakları tahmîn bile edemiyorduk. Bayram sabahı Kartaltepe’de savaş şiddetli bir şekilde başladı. Bugün evimde ikindi namazımı kılıp tam duâ edeceğim sırada bir top sesinin ardından şehrin üzerinde acı bir cayırtı koptuğunu duydum. Ne olduğunu anlayamadım, hemen dışarı koştum ve komşunun kapısı önünde oturan hademe askerlere:
-Asker, ne oldu, şehre gülle mi düştü?
-Yok bir şey efendi, biz duymadık.
-Az evvel bir acâyip ses koptu, bir cayırtı gibi, acı bir ses.
-Hayır, size öyle gelmiş, yok öyle bir şey. Biz kapının çıngırağını çevirdik, odur o ses.
Ben yine de bir Karanfiloğlu çarşısına gideyim, orada duyanlar olmuştur, diyerek şehre vardım ammâ herkes kahvelerde oturmuş, hiç kimsede ne bir telâş ne bir merak. Allâh Allâh, pek garîb bu! Bir tek ben mi duydum bu sesi acabâ, derken aynı ses yeniden geldi. Ses, Sultan Selîm tarafından gelip Sarayiçi’ne doğru gidiyor. Bu bir felâket! Derhâl Mazhar Bey’e gitmeliydim. Yollarda insanlar öbek öbek toplanmışlar, çoluk çocuk, yaşlı genç taşlı sokaklarda koşturup şimdi ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Yolda, Sanâyi Kışlası’ndan bir telâş içinde eşyâlarını almış askerlere rastladım.
–Asker! Ne oldu, bu sesler nedir?
-Düşman şehre mermi yağdırıyor!
Bayramın ikinci günü Kartaltepe’de kanlı çarpışmalar olurken Buçuk Tepe ve İbrâhim Paşa mahallelerine aralıksız mermiler yağıyor ve zavallı insanları öldürüyordu.
Allâh hepimizi muhâfaza eylesin! Korkuyla, telâş içinde kaçışan insanlar. Soğukkanlı olmalı, sâkin olmalıyım, diye düşünerek doğruca Mazhar Bey’lere gittim. Ev ahâlisi çok korkmuştu. Ardımdan da hemen Mazhar Bey geldi.
–Edirne bombardıman altında. Herkes alt kattaki odaya gitsin. Sâkin olun. Ben topçu yüzbaşısıyım. Gelin! Şu köşedeki oda en uygun yer. Bu duvarın arkasında on metre yüksekliğinde Sanayi Kışlası’nın taş duvarı var. Burası güvenlidir. Korkmayın!
diyerek bizlere tesellide bulunsa da yüzündeki endişe çizgileri, içinde bulunduğumuz vaziyetin ciddiyetini ele veriyordu.
Bu üzerimizden geçen mermiler şimdiye kadar uzaktan duyduklarımıza benzemiyordu. Ara sıra yukarı çıkıp mermilere, şarapnellere baktım, nasıl vuruyordu îmansızlar! Güzelim Edirne yanıyor, yıkılıyor, insanlar bu bayram günü en acı şekilde can veriyorlardı. Mazhar Bey:
-Bu mermiler Kışla Meydanı’yla, Sarayiçi’ne düşüyor. Bize isâbet etmez. Bize etmez ama etrafta bahçelere, evlere isâbet ediyor. Zavallı halk! Bulgar büyük toplarını doğu tarafına yerleştirmiş, oradan atıyorlar. Merâk etmeyin, yârın kale bir saldırı yapar, hepsini bertarâf eder.
Bombardıman Kasım’da başlayıp mütâreke olana kadar hiç kesilmedi. Sonradan duydum ki topların ilk mermisi Kıyık civârına düşmüş. Orada askerî kışla var, tam onun yanı başına. Artık her gün acı haberler üst üste duyuluyor. Kumandanlığın bulunduğu Kırmızı Kışla tam şehir merkezinde. Burası mahvoldu, kesintisiz ateş altında berbât edildi. Ne yazık ki, bu bombardıman esnâsında Edirne Askerî Lisesi’nden bir talebe, bu komutanlık binâsına isâbet eden mermiler ile, Hak rahmet eylesin, parça parça şehîd edilmiş.
Karargâhı derhâl başka bir yere taşımak gerekiyordu. Çoğunlukla gayrimüslim ve zengin ahâlinin mekân tuttuğu Kaleiçi denilen mahalle, karargâh için çok uygundu. Buraya mermiler, şarapneller isâbet etmiyordu. Ama ne oldu ise Karargâh oradan da taşınmak durumda kaldı. Mazhar Bey’e sormadan edemedim.
-Gecenin bu zifîri karanlığında, nasıl oluyor da Bulgar topçusu hedefleri şaşırmadan vuruyor, vurmaması gereken yerleri nasıl biliyor?
Mazhar Bey:
-Anlaşılıyor ki azîzim, Bulgar istihbârâtı sulh zamânında çok iyi çalışmış, hedeflerini tesbît etmiş ve şehrin içinde her ân görüşmeyi sağlayacak tesisâtını kurmuş. Bak hele, hiç mermi isâbet etmeyen Kaleiçi’ni güvenli bulduğu için taşınan Müstahkem Mevkî Komutanlığı birden ateş altında kaldı ve derhâl taşınmak icâp etti. Karargâh taşınınca ateş te kesildi. Casuslara ve içerideki içbirlikçilerine karşı tedbîrli olmalıydık.
Henüz evden kafamızı dışarı çıkaramamıştık. Bir gün kapımız çalındı. Gelen Sultan Selîm Câmii imâmı Gâlip Efendi idi.
-Selâmün aleyküm evlâtlar.
-Ve aleyküm selâm efendim. Buyrun Gâlip Efendi, buyrunuz. Nasılsınız?
-Elhamdülillâh evlâdım. Ben iyiyim, iyiyim çok şükür de, Selîmiye Câmii taraflarına çok fazla mermi düştü. Câmiin isâbet eden yanları var. Çiçekli Mektebi yakınlarında bir kişi abdesthânede iken isâbet almış, parça parça olmuş. Böyle devâm derse Allah sonumuzu hayreylesin evlâtlar!
diyerek bize nice hazîn haberler getirdi, getirdi ammâ yüreğimizi de kat kat dağladı.
Selimiye Camii isâbet almış. Ecdâd yâdigârı yaralanmış. Bugün hepimiz yaralıyız.
Kasım ortasındayız, Kaleiçi ve Yeni İmâret Mahallaleri dışında şehrin mermi isâbet etmeyen mahallesi kalmadı. Şehir içinde âdetâ göç başladı. Kimisi akrabasına sığınıyor, kimileri Kaleiçi, Yeni İmâret ve Yıldırım mahallelerinden ev ya da oda kirâlıyordu.
Bugün öğleden sonra top sesleri kesildi. Demek harb böyle bir şey. Bir söz duyulmaya görsün hemen dallanıp budaklanıp yayılıyor. Söylentiye göre bizimkiler Bulgar topunu kaçırmışlar. Güya Doğu Cephesi’nden hücûm edilmiş. Ah keşke doğru olsa, böyle haberleri duymak istemez miyiz hiç? Ama kim görmüş, kimden duyulmuş ara da bulasın.
Mazhar Bey:
-Kale bir beyannâme yayımlamış. Birini gönderelim de alsın getirsin, okuyalım.
Beyannâme geldiğinde okuduk, evirdik, çevirdik, sevinelim mi, üzülelim mi bir türlü karar veremedik. Velhâsıl beyannâme şehrin bombardıman altında olduğunu bildiriyor, telefât fazla olabileceğinden insanlara yığınlar hâlinde bulunmaktan ziyâde aralıklı durmalarını tavsiye ediyor, hocalara, imâmlara, müezzinlere insanlara mânevî nasîhatlarda bulunmalarını, ölümün Allâh’ın takdîri olduğunu, Allah’ın yardımı ile savaşın zaferle biteceğini, denilenlere uymayanların cezâlandırılacağını yazıyordu.
Mazhar Bey:
-Deli olmamak işten değil! Burada sevinilecek bir şey yok. Bu satırlar insana ürküntü veriyor. Diyorlar ki, ey şehir halkı, kaçmayınız, korkmayınız, öleceksiniz. Ama topluca bulunarak yığınlar hâlinde değil, tek tek ölünüz.
Ben endîşeyle;
-Hani kolordular gelecekti, bunca zamandır bekliyoruz. Kolordulardan hiç haber yok. Demek ki işimiz gerçekten Allah’a kaldı.
O gece üzerimize bir ağırlık çöktü. Sanki Bulgar gâvurunun topu, hâlimizi anladı da sustu o gece. Ammâ sabâha karşı veryansın etti gene. Sanki geç kaldılar vurmaya, sabâhın dokuzunda başladılar gene güm güm! Aralıklı bombardımanlara da alıştık sonunda. Hani derler ya korkunun ecele faydası yoktur. Ama, biz şimdi bu çeşit şeyleri düşünecek ve kuracak hâlde değiliz, gâliba, hâsılı kelâm, insanoğlu üzerinde şarapneller patlamasına, mermiler uçmasına, bombardıman altında yaşamaya da alışıyor…
Mazhar Bey:
-Zâbitler getirdi, birinci nevi sigara. Buyur Râkım Efendi, biraz efkâr dağıtalım.
-Eyvallah Mazhar Bey kardaşım. Şu meret te olmasa ne yapacağız, Allâh eksikliğini göstermesin.
Mazhar Bey;
-Asker yorgun. Harbin başından beri müdâfaa ile meşgûl. Bilir misin Râkım Efendi, Kale savaşları, savaşların en çetini, en zorudur. Meydân savaşı olsa bir veyâ iki tabur asker ile savaşa girersin, netîce çabuk alınır. Oysa kale savaşlarında devamlı savaşılır. Gecesi, gündüzü, uykusu belli değildir. Sâdece yorgunluk mu, bitkinlik mi tek dert? Say say bitmez. Askerin iâşesi de giderek azalıyor ve kesiliyor.
-Tuzun bu kadar kıymetli olacağını ömür billâh bilemezdim. Ne yersem tuzsuz geliyor. Ekmekler ufaldıkça doymuyoruz. Harbin başında bir hâl oldu, mideler boş, iştâh yok, iki gün boyunca hiç bir şey yiyemedik, ağzımızda sular, mîdede bir ağırlık. Baktım, bir tek ben değilim böyle, arkadaşlarda da aynı ahvâl. Oysa eskiden, harpten evvel benim mîde fesâdım var diye yediğim ekmeğe öyle hassâsiyet gösterirdim ki, ekmeği âdetâ perhîz yapar gibi yerdim. Şimdi kuşatma mîde fesâdımı unutturdu, ekmeğin her çeşidini yiyoruz; yumuşak, hamur, esmer ne olursa, ama hep tuzsuz. Meğer tuzsuz hiç bir yemeğin, ekmeğin lezzeti olmuyormuş. Şimdi alıştık, bu tuzzsuz ekmekleri, yemekleri de iştahla yiyoruz. Mîde fesâdından da eser kalmadı Mazhar Bey’im.
Bugün Bulgarlar azimkâr bir şekilde şehri yıkmakla meşgûller. Bombardıman her mahalleye isâbet ediyor, Kaleiçi ve Yeni İmâret hâriç yine. Kale’de hiç bir mukâvemet emâresi, bir canlılık gözükmüyor. Îmânsızlar, Kale’ye hücûm etmek yerine şehri bombardıman ediyorlar. Bugün Koyunlu ve Kemâl sırtlarından Karaağaç’ı, Kartaltepe yönünden de İstasyon ve Kızılay Hastahânesi’ni bombardımana başladılar. Karaağaç’a sığınmış olan halk yeniden şehre geliyor, Yeni İmâret ve Yıldırım mahallelerine yerleşiyor. Topçu subayı arkadaşımdan işittim ki, koca Bulgar topunun yerini keşfedememişler. Arazi engebeliymiş ve hareket hâlindeymişler. Bu işin tek çâresi var, Doğu Cephesi’nden kuvvetli bir baskın olacak, ammâ o kuvvet şimdi bizde yok ne yazık ki. Biz bir müddet daha bu belâyı çekeceğiz, anlaşıldı.
Bugün Mazhar Bey’in evinden daha güvenli olan Şerif Efendi’nin evine taşındık. Bu ev, yüksekliği sekiz on metre olan Sanâyi Kışlası’nın duvarına bitişik ve buraya mermi düşme ihtimâli yok. Bombardıman altında, mermilerin pek şıklıkla, şarapnellerin üzerimizde patladığı, misketlerin şarıltılarla damlara yayıldığı tedirgin bir gece daha geçirdik. Bu gece, kaldığımız evde etrâf komuşlarla birlikte dokuz evin halkı var. Ertesi gün Mazhar Bey’e;
-Azîzim, kardaşım Mazhar Bey. Kuşatmanın başından beri birlikteyiz, ayrılacak değiliz. Ne olursa olsun, her belâya birikte katlanacağız. Yeni İmâret’te akrabalarım var, evleri çok odalı ve geniş. Eniştemin evine gidelim. Ailenizi, eşyalarını derleyiniz. Ben bugün ateş aralanınca kendi evimi bir kolaçan edeyim. Sonra toparlanıp geçelim.
dedim.
Mazhar Bey’in teklîfimi kabul etmesi içimi rahatlattı. Bugün evime uğradım, camları kırılmış. Belli ki üzerinde şarapneller patlamış. Öğleden sonra Mazhar Bey, Şükrü Bey, âilelerimizi alarak Yeni İmâret’e, eniştemin evine geldik. Biz erkekler eniştemin evine girdik, hanımları da yandaki bir eve yerleştirdik. Her evde sekiz on âile var ve her odada bir âile, bâzı odalarda bir kaç âile kalıyor. Yeni İmâret diğer mahallelere göre nispeten daha güvenli. Burada kahvehânelerde bile şimdi âileler kalıyor.
Hani yaralandığında Karaağaç’ta ziyâretine gittiğimiz ağır obüs yüzbaşılarından İsmâil Hakkı Bey vardı ya, ondan bugün işittim ki, Doğu Cephesi’ndeki topçularımız bizi döven Bulgar toplarını epeyce aramışlar, ama zahmetlerinin bir semeresini görememişler. Hakkı Bey ve arkadaşları, dokuz batarya ile birlikte tarama atışı yapmışlar. Kale bugünlerde zor durumda. Çok gizli bir mâlûmat aldım ki, İstanbul’a on dört maddelik bir telgraf çekilmiş. Telgrafın en sonundaki cümle, işte şimdi bizim içinde bulunduğunuz vaziyeti nasıl da özeltliyor:
“İstanbul’dan ümîd ve kurtuluş bekliyoruz.”
Ya bizler ne yapıyoruz? Koca bir ateş yaktı düşmanlar, sardı şehri çepeçevre. Bir yere kıpırdayabilmek muhâl. Kimimiz Demir Dağ’ı ateşle eriten duyuşlarla âteşîn yeminler ediyor, kimimiz îmânsız düşmana lânetler ediyoruz.
Ve kalemiz İstanbul’dan bir ümîd ve kurtuluş bekliyor…
(Beşinci bölümün sonu.)