Mümtaz Turhan’da Değişim Fikri: Batılılaşma ve Yerlilik[i]
Prof. Dr. Vedat BİLGİN[ii]
Özet
Mümtaz Turhan Batılılaşma, modernleşme, çağdaşlaşma ve ilericilik-gericilik gibi kavramsal kutuplaşmalarda ele alınan konuları farklı bir şekilde, bilimsel açıdan yorumlamıştır. Turhan Türkiye ’nin toplumsal ve kültürel yapısını, kültürel antropolojinin kavramlarıyla köklü bir şekilde analiz eden büyük sosyal bilimcidir denebilir. Türk Sosyal Bilimler alanında yapmış olduğu çalışmalarla yeni çığır açan Turhan, Batılılaşma karşısında almış olduğu tavırla da dikkat çekmektedir. Öncelikle, Batıcı grubun toplumsal psikolojisini ve kaynaklarını analiz etmiştir. Bu zihinsel travmanın her şeyden önce Batıyı anlamayı engelleyen bir niteliğe dönüştüğünü, bunun aydınlar arasında bir ideoloji halinde yayılmasıyla bir ülkenin kendi sorunlarını bilimsel olarak kavramasının önünü kesen bir hal aldığını ortaya koymuştur. Bunun yanında Mümtaz Turhan, çalışmalarıyla batıcılığın yarattığı hastalıklı yapının analizini yapmakla kalmamış, batıcılığın nasıl bir modernleşme engeli olduğunu ortaya koymaya da çalışmıştır.
Anahtar Sözcükler: Mümtaz Turhan, batılılaşma, modernleşme
Mümtaz Turhan kültür değişmeleri kitabında yaptığı analizlerle ülkemizde sık sık tartışılan Batılılaşma, modernleşme, çağdaşlaşma ve ilericilik-gericilik gibi kavramsal kutuplaşmalarda ele alınan konuları farklı bir tarzda yorumlayarak meselenin önyargılara dayalı suçlamalar içeren açıklamaları yerine bilimsel olarak ortaya konulmasına önemli bir katkı yaptı. Belki bu katkı sözcüğü Prof. Turhan’ın yaptığı işi yeterince ifade edecek bir kelime olmayabilir. Gerçekten de kültür değişmelerinin yayımlandığı yılları düşündüğümüz zaman bilhassa Türkiye’nin sosyal bilimcileri arasında üstünkörü yargılardan öteye gitmeyen analizden ziyade suçlayıcı, mahkûm edici hükümlerin herhangi bir teorik temele dayanmadan ortada dolaştığı bir zeminde ne anlama geldiğini veya nasıl bir katkı olduğunu daha iyi görebiliriz.
Mümtaz Turhan Türkiye’nin toplumsal ve kültürel yapısını, kültürel antropolojinin kavramlarıyla köklü bir şekilde analiz eden büyük sosyal bilimcidir denebilir. Hatta Ziya Gökalp’ten sonra yaşanan teorik gelişmeleri de dikkate alarak bu meseleyi Gökalp’ten daha ileri bir aşamaya yani kendi zamanına taşıyarak ortaya koyan bir bilim adamıdır. Mümtaz Turhan’ın çalışmalarını, Kültürel Antropolojinin kavramlarıyla başlattığı analizi, sadece bu alanın içinde sınırlı kalmayarak sosyal psikolojinin ve sosyolojinin sahasına kadar taşıdığını görürüz. Bir bakıma Mümtaz Turhan çalışmalarında Türkiye’nin değişim sorunlarını ve bu değişimin bazen sebepleri, bazen sonuçları olan çeşitli konuları eğitimden, üniversiteye, köylülükten modernleşmeye, demokrasiden ekonomik kalkınmaya kadar çok geniş bir çerçeveye yaygınlaştırmıştır diyebiliriz.
Prof. Turhan’ın düşünce hayatımıza, toplumsal yapımızın analizine kattığı değerlerin çok önemli olduğunu ifade ettik. Burada hocanın ülkemize kattığı çok değerli bir hususu daha kısaca belirtmek durumundayız. Prof. Turhan aynı zamanda üniversitede verdiği derslerle, bu derslerde kullandığı teorik ve pratik bilgilerle de üniversite eğitimimizde bilhassa sosyal psikoloji alanında âdeta bir çığır açmıştır. Kendi kürsüsünü dünyanın en başarılı, en önde gelen üniversiteleri ile aynı düzeyde eğitim veren bir konuma getirecek önemli başarıya imza atmıştır.
Şüphesiz bilimsel çalışmaların içerisinde bir bilim adamının verdiği dersler, yaptığı araştırmalar kadar önemli olan diğer bir husus da yetiştirdikleri genç bilim adamlarının sayısı ve niteliğidir. Bu konuda da Mümtaz Turhan hoca çok önemli katkılarda bulunmuş, bir anlamda görevini hakkıyla başarmış bir bilim adamıdır. Genç bilim adamı adaylarının yetiştirilmesine çok önemli katkılarda bulunmuş, gerek lisans öğretiminde gerekse lisans sonrası çalışmalarında birçok değerin yetişmesini sağlamıştır. Bunlar içerisinde unutulmaz bir yere sahip olan Prof. Dr. Erol Güngör’ün düşüncesine ve sosyal bilimler sahasına yaptığı katkı asla inkâr edilemez bir değere sahiptir. Erol Güngör, Mümtaz Hoca’dan sonra Türk sosyal düşüncesinin mütefekkir sıfatını hak eden kıymet olarak birçok çalışmaya imza atmıştır. Bir anlamda Erol Güngör, Ziya Gökalp’ten başlayan fikir çizgisini günümüze intikal ettiren sadece bilim adamı olarak değil bir ideolog olarak da önemlidir.
Batılılaşmadan Modernleşmeye
Mümtaz Turhan’ın Türk sosyal bilimler alanında yaptığı çalışmalarla yeni bir çığır açtığını ifade etmeye çalıştık. Burada ilk yaptığı şey, çağdaşı olduğu sosyal bilimler literatürünü Türkiye’ye getirmesidir. Sosyal psikolojinin, sosyolojiye, tarihe ve hatta ekonomiye uygulanması diyebileceğimiz teorik tartışmaları başlatması, toplumsal gerçekliğimizin anlaşılmasına önemli katkılar yapmıştır. Bu çalışmalarda onun sadece bir teorik ya da kavramsal analiz aktarıcısı değil, nasıl yetenekli bir analizci olduğunu yani sahip olduğu teorik birikimi, toplumsal ve kültürel yapımızı açıklamada kullandığını görürüz.
İkinci önemli katkısı belki de bütün Türk sosyal bilimler literatüründe çığır açıcı bir yeniliğe işaret etmektedir. O da Mümtaz Turhan hocanın Batılılaşma karşısındaki tavrıyla ilgilidir. Türk düşünce hayatında Batılılaşma fikri çok eski bir geleneğe uzanmaktadır.
18. yüzyıl Sanayi Devrimi’nin ilk belirtilerinin ortaya çıktığı yeni bir dönemin başladığı yüzyıldır. Bu, Batı açısından olduğu kadar Doğu açısından da çok önemlidir. Çünkü Batı’da başlayan değişim, Doğu’da yeni bir anlayışın doğmasına da yol açmıştır. Doğu toplumları önce Batı’nın yıkıcı etkilerine maruz kalmışlar, arkasından bir anlamda bu etkiler karşısında bir çıkış yolu arayışı olarak ‘Batılılaşma hareketleri’ne girmişlerdir.
Türk dünyası yani başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere, Asya’daki Türk toplulukları da dâhil bu sürecin sarsıcı etkilerini 19. yüzyıldan itibaren çok şiddetle hissedegelmişlerdir. Asya Coğrafyasında Kırım’dan Kazan’a, Azerbaycan’dan Türkistan’a kadar birçok ülkede Ceditçilik denilen hareketler aslında bu neviden hareketlerin bir parçasıdır.
Osmanlı İmparatorluğu Coğrafyasında Batı’nın etkisi şüphesiz daha yıkıcı ve daha tahripkâr olmuştur. Çünkü yükselen Batı karşısında bir anlamda Doğu uygarlığının Batı’yla temas hâlindeki ilk temsilcisi olan Osmanlılar büyük bir gerileme yaşamaya başlamışlardır. Batı’nın yükselişi, teknolojide ve ekonomide sahip olduğu yeni güçler imparatorluğun gerilemesine, coğrafyasında adım adım bir küçülme yaşanmasına yol açmıştır. İşte bütün bu sarsıcı dalganın bilhassa devlet yöneticileri ve devletle bütünleşmiş aydın kadrolarda meydana getirdiği ilk fikrî karmaşa Batılılaşma şeklinde ortaya çıkmıştır.
Daha sonra Batılılaşma ideolojisine dönüşecek bu karmaşa etrafında ileri sürülen bu fikirler herhangi bir iç tutarlılığa, herhangi bir yeni toplumsal projeye sahip olmasa da Batı’yı taklit edilmesi gereken bir nesne olarak görerek kendi dönemlerinde bir iddia ortaya koymaktadırlar. Bunların ortaya sürdükleri yeni fikrî nitelik taşımayan şeyler Batı’nın taklit edilmesi anlamında kendi dönemi içerisinde savunucuları tarafından bizatihi yenilik diye algılanmıştır.
Kısaca özetleyerek ifade etmek istersek ve kendi içerisindeki farklılıkları bir kenarda tutarak ana hatlarıyla belirleyecek olursak, Batılılaşma düşüncesi şu temellere dayanmaktadır:
- Batı’nın her şeyi üstündür, bunun ispatı yükselen Batı medeniyetinin içerisinde saklıdır.
- Batı’nın üstünlüğü göreli, tarihsel bir üstünlük değil, mutlak bir üstünlüktür.
- Üstün Batı medeniyeti karşısında diğer medeniyetler kaybettiklerine göre onların mağlubiyeti mutlak bir mağlubiyettir.
- Yeni, yani Batı medeniyetinin takip edilmesinden, taklit edilmesinden başka bir yol bulunmamaktadır. Özetle bir an önce kendi medeniyetimizi terk etmek mecburiyeti vardır.
Bu bakış açısının dikkate aldığı hususlar bütünüyle bir mağlubiyet psikolojisini yansıtmaktadır. Bu psikolojinin içerisinden kalkarak Batı’nın neden yükseldiğini, 18. yüzyıla kadar bu yükselişin neden beklediğini yani öncesinin ne olduğunu dahi kavramak mümkün değildir. Basitçe ifade etmek gerekirse, Batıcı ideolojinin temel kabulleri açısından Batı’da meydana gelen büyük değişimi anlamak, izah etmek imkânsızdır, dolayısıyla onların Batı’yı anlayamadıkları hâlde ruh çöküntüsü içerisinde Batı’ya hayranlıklarının ürünü olarak ‘Batıcı’ olduklarını söylemek mümkündür.
Batıcılık başlangıçta sadece bir psikolojik sarsıntının yarattığı tepkisel psikolojik olarak travmalı bir ruh hâlinin ortaya koyduğu tavır iken, zaman içerisinde giderek ideolojik bir toplumsal zihniyete dönüşmüştür. Bu zihniyetin yerleşik hâle gelmesi yani, bir grubun dünya görüşü hâline dönüşmesi Batı karşısında belli bir çağdan sonra geri kalmış konuma düşen ülkeler açısından ayrı bir sorun oluşturmuştur.
Mümtaz Turhan öncelikle bu Batıcı grubun toplumsal psikolojisini, kaynaklarını analiz etmiştir. Bu zihinsel travmanın her şeyden önce Batı’yı anlamayı engelleyen bir niteliğe dönüştüğünü, bunun aydınlar arasında bir ideoloji hâlinde yayılmasıyla bir ülkenin kendi sorunlarını bilimsel olarak kavramasının önünü kesen bir hâl aldığını ortaya koymuştur. Mümtaz Turhan’ın çalışmaları özellikle kültür değişmelerini de analiz ettiği yapının objektif olarak ortaya koyduğu veriler Batı karşısında bulunan bir ülkenin çıkmazlarını sergiler mahiyettedir.
Batıcı gruplar kendi toplumlarında Batılılaşma yoluyla nasıl doğrudan doğruya sömürge olmadan, sömürgeciliğin önce sosyal psikolojisini, arkasından ideolojik ve zihinsel yapısını, daha sonra da iktisadi ve siyasi bağlarını oluşturmaya vasıta olduklarını gösteren ilginç bir örnek olaydır.
Prof. Turhan çalışmalarında Batıcılığın yarattığı hastalıklı yapının analizini yapmakla kalmamış, aynı zamanda Batıcılığın nasıl bir modernleşme engeli olduğunu da bir anlamda ortaya koymuştur. Bu yönüyle Hocanın çalışmaları Batılılaşmayı Modernleşmeden ayıran bir yeni çığırın başlangıcıdır. Modernleşme süreci köylü bir toplumun modernliğin aşamalarında ilerlemesini ifade etmektedir. Burada bir toplumun kendisini başka bir medeniyete mensup kılmak gibi bir imkânsızın peşinde koşmak yerine başka süreçler ön plana çıkmaktadır.
Bu süreçleri belirlemek istersek; Bunlardan ilki, rasyonel düşüncenin gelişimi,
İkincisi, bilimsel yöntemle sorunların ortaya konulması, bilimsel anlayışın gelişimi,
Üçüncüsü ise ekonomik ve teknolojik gelişmelerin başarılmasına yönelik yeni toplumsal organizasyonun ortaya çıkarılması,
Dördüncüsü, yeni bir üretim düzenine geçilmesidir.
Batılılaşmacı anlayışın âdeta bir inanç olarak Batı’ya ve Batı medeniyetinin ürünlerine bakması meselenin zihinsel, bilimsel, ekonomik ve diğer boyutlarını fark etmesini engellemiştir. Bu sebeple Türkiye, Batıcılığın egemen olduğu bir aşamada bu meseleleri yeterince ele alamamış, bunların nasıl başarılacağını yeterince kavrayamamıştır.
Modernleşme sürecinin herhangi bir uygarlık alanıyla doğrudan doğruya nedensel bir ilişkisi yoktur. Yani, modern bir toplumu kurmak için Batı medeniyetine mensup olmak gibi bir zorunluluk yoktur. Nitekim, Japonlar, bugün Uzak Asya’da yaşanan değişmeler Hocanın işaret ettiği modernleşme ve Batılılaşma farkının açık örnekleri olarak günümüzde sürecin devam ettiğinin de göstergeleri olarak hatırlanacaktır.
Köylü Bir Toplumun Dönüşümü
Mümtaz Turhan Hoca’nın üzerinde durduğu en önemli sorun Türkiye’nin kalkınma meselesidir. Kalkınma meselesi ise, açıktır ki, geri, örgütsüz bir köylü toplumun kapalı yapısının aşılmasıyla başarılabilecek bir iştir. Köyün geri ve içine kapalı yapısı, basit teknolojilere dayanan üretim şekli, yoksulluğu bir an önce içinden çıkılması gereken bir durumdur. Bunun iki boyutu vardır, birincisi, köyün üretim şeklini değiştirecek, teknolojilerini değiştirecek yeni bir örgütlenmeye gidilmesi, ikincisi ise, kentin yeni bir yapıya kavuşturulmasıdır.
Batıcı ideolojiye göre sorun basit bir okuma-yazma sorunudur. Köylerimize ‘aydınlanmayı’ götürecek olan öğretmenleri gönderdiğimiz zaman onları ilkokul düzeyinde veya biraz daha ileri bir seviyede bilgilendirdiğimiz zaman sorun kendiliğinden çözülecektir. Bunu yapmak için ilkokul eğitiminin yaygınlaştırılmasının yanında, bu eğitimi götürecek kadroların yetiştirilmesi yeterli olacaktır. ‘Köye giden Batıcılar’ konumunda olan öğretmenler Batı uygarlığını, felsefesini Anadolu’nun en ücra köşesine kadar yaydıkları zaman Anadolu köyü kalkınmaya başlayacaktır. Bir anlamda ‘Homeros Destanı’nın Anadolu köylüleri tarafından okunması, aydınlanma düşünürlerinden kırık dökük üç beş cümlenin öğretmenler ağzından köy kahvelerinde telaffuz edilmesi ve bu yöndeki çalışmalara başlanması Anadolu’yu aydınlatmaya yetecektir.
Mümtaz Turhan, Batıcılığın temelsiz, mesnetsiz, ne Batıyı ne de kendi toplumunu kavrayabilecek durumda olan yetersiz ve seviyesizliklerini bir tarafa iterek köy kalkınmasına gerçekçi bir yaklaşım getirir. Ona göre, Anadolu’nun bütün köylerini sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak sağlıktan, eğitim ihtiyacına, üretim aracından, kredi sistemine kadar birçok unsuru götürmek yoksul ülkenin başarabileceği bir iş değildir. O hâlde bu hizmetleri belli noktalara taşıyarak, bu hizmetlerden maksimum faydayı sağlayacak bir yeni örgütlenmeye gitmek gerekir. Sağlık hizmetlerinden okullara kadar her alanda bunu başarmak mecburiyeti vardır. Bu, Anadolu’nun ihtiyaçlarına cevap veren bir örgütlenmeyi başarması olduğu kadar, nüfusun hareketliliğini sağlayacak bir altyapının da oluşmasına, bir anlamda kapalı yapıların kırılmasında ilk adımın ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Kentteki örgütlenme ulaştırma altyapısının gelişmesi, köy ve kent arasındaki ilişkileri yeni bir biçime doğru değiştirmeye başlayacak bir yönüyle köyde başlayan hareketlilik kentle bütünleşecektir.
Prof. Turhan’ın geri kalmışlığın bilimsel bakımdan yetersizlikle ilişkisini ortaya koyan tespitleri onu eğitimde bugün dahi ihtiyacını duyduğumuz yeni bir modelde devrim nitelikli bir projeye götürür. Turhan’a göre her köye, her kasabaya lise götürmek yaygın eğitim kurmak 1940’lı yılların Türkiye’si için doğru değildir. Bugünün Türkiye’si 2000’li yılların ülkesi için bunu her kasabaya, her vilayete üniversite kurmak çözüm değildir diye tercüme edebiliriz. Yapılması gereken şey, insan yetiştirme düzenimizin niteliğini artırmaktan geçmektedir. Yani, ülkenin kaynakları sınırlı olduğuna göre, öyle bir eğitim örgütlenmesi gerçekleştirelim ki, bunların kalitesi çağın herhangi bir gelişmiş ülkesindeki eğitim kurumunun sağladıklarını, başardıklarını ortaya koysun ve buradan çıkan insanlar bilimde, sanatta, düşüncede ülkeye katma değer katsın ve değişimi başarsın.
Kitlesel eğitim yerine niteliksel eğitim anlayışını savunan Mümtaz Turhan, kitlesel eğitimin kalkınmışlığın sonucu olduğunu, dolayısıyla sonuçlar ve sebeplerin yer değiştirmemesi gerektiğini tespit eder. Az gelişmiş bir ülkeyi sabahtan akşama kadar okur-yazar olmayan bir toplumdan okur-yazar bir topluma veya diplomasız bir toplumdan diplomalı bir topluma çevirirseniz fazla bir şey değişmez. Az gelişmiş diplomasızlar toplumundan, az gelişmiş diplomalılar toplumuna dönüştürmüş olursunuz. O hâlde kitlesel eğitim, kalkınmanın sonucudur ve Türkiye kalkınmak için harekete geçmelidir.
Zorunlu Kültür Değişmelerinden Serbest Kültür Değişmelerine
Prof. Turhan’ın Türk düşünce hayatında önemli yer tutan eserlerinin içinde Kültür Değişmeleri çalışmasının ayrı bir yeri olduğunu söylemiştik. Hoca bu çalışmasında yukarıda da üzerinde durduğumuz gibi, sosyal bilimlerin temel kavramlarını bir tarihsel örnek olayla yani, Osmanlı Batılılaşmasına uygulayarak çok önemli sonuçlara ulaşmıştır. Bunları burada ayrıntılı olarak ele alacak değiliz. Hocanın çalışmasında ortaya koyduğu verilerden bir analiz yapmak istiyoruz.
Mümtaz Turhan, Batıcılığın ve Batıcı yaklaşımın resmî bir ideoloji hâline dönüşmesinin yarattığı sorunların üzerinde önemle durmuştur. Buna göre, devlet eliyle Batıcılık, bir toplumun kendi kültürel varlığını tahrip etmesi, kendi kültürel kimliğinden travmalar yaratması ve bunun da kaçınılmaz olarak toplumsal değişimi yönetemeyen bir elit yetiştirmesi gibi ciddi bir soruna yol açmıştır. Mümtaz Turhan Hoca’nın yazdıklarının üzerinden bunca yıl geçtikten sonra geldiğimiz noktada Batıcılığın Türkiye’nin gelişiminde nasıl engelleyici bir rol oynadığının yanı sıra, nasıl bir yabancılaşmaya yol açtığını da görmek mümkündür.
Burada sorun şudur: Zorunlu kültür değişmeleri denilen süreç bir toplumda nasıl uygulanabilir? Yani, bir toplumun elitleri, siyasal kadroları, sömürge konuma düşmemiş kendi halklarına karşı nasıl bir tavır alabilirler? Bunun şartları nelerdir? Bizim buradan Mümtaz Turhan Hoca’ya onun çalışmalarından kalkarak ekleyeceğimiz husus şudur: Zorunlu kültür değişmeleri ancak kapalı rejimlerde işleyebilir. Yani, bir toplumun elitleri kendi halklarına karşı yabancı bir kültürün misyonerliğini ancak ve ancak anti-demokratik bir yapıda sürdürebilirler. O hâlde diyebiliriz ki, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin uzamasında, bu sürecin sorunlu bir biçimde yaşanmasında Türkiye’deki Batıcılığın önemli bir yeri vardır.
Serbest kültür değişmeleri dediğimiz olay, demokratik bir toplumda toplumsal aktörlerin kendi davranış motivasyonları, toplumsal konumları, sınıf ve toplumsal tabaka yapıları, bilgi ve sahip oldukları değerlere göre ortaya koydukları performansın yaratacağı sonuçlardır. Bir toplumun hareketliliği toplumsal yapı değişmeleri ancak bu kadroların kendi toplumsal ve bireysel potansiyellerini ifade etme imkânı bulduğu zaman ortaya çıkar.
Sonuç Yerine…
Mümtaz Turhan biz sosyal bilimcilere çok şey öğretmiştir. Onun eserlerini bugün okumak bize yaşadığımız bilimsel tarihin evrimini göstermesi bakımından ilginç olduğu kadar bir sosyal bilimcinin Türkiye’nin toplumsal hayatında oynadığı rolü göstermesi bakımından da ilginçtir. Biliyoruz ki, Türkiye’nin demokratları, milliyetçileri bu anlayıştan çok şey öğrenmişlerdir. Bu sebeple denilebilir ki, Mümtaz Turhan sadece fikirleriyle değil, asistanları olan başta Erol Güngör olmak üzere onların fikirlerinden hâlâ etkilenmeye devam etmektedir.
Sömürgeciliğe karşı yerli kültürün bir başka söyleyişle millî kültürün temsilcileri birçok kaynaktan beslenmektedirler. Bunların içerisinde geleneğin çok büyük bir rolü vardır. Fakat bu geleneği anlamlı kılan da, onu değerlendiren, onu yorumlayan, onu çağdaş bilim anlayışıyla buluşturan düşüncelerdir. Bu düşüncelerin yaratılmasına katkıda bulunanlar arasında Prof. Turhan hep saygıyla anılacaktır.
———————————————–
[i] Vedat BİLGİN, Mümtaz TURHAN’da Değişim Fikri: Batılılaşma ve Yerlilik, Aramızdan Ayrılışının 40. Yılında Prof. Dr. Mümtaz Turhan Sempozyumu, Gazı Üniversitesi Rektörlüğü Ankara – 2009, ISBN: 978-975-507-187-9, Sf. 189-196
[ii] Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi