Mümtaz Turhan
Mümtaz Turhan, 1908’de Erzurum’un Hasankale (Pasinler) ilçesinin Horasan Köyünde (Horasan o tarihlerde Hasankale’ye bağlı bir köydür) dünyaya gelmiştir. 1916’da Erzurum’un Rus işgaline uğraması üzerine ailesi Kayseri’ye göç etmiştir. Mümtaz Turhan 1924’de Kayseri Sultânîsi’nin (lise) ilk ve orta kısımlarını, 1927’de de Bursa Lisesi’nden naklen geldiği Ankara Lisesi’ni bitirdi. Ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne kayıt yaptırmış fakat bu sırada Milli Eğitim Bakanlığının açtığı sınavı kazanarak Yüksek öğrenim için Almanya’ya gitmiştir. 1928-35 yılları arasında toplam yedi yıl kaldığı Almanya’da önce Berlin Üniversitesi’nde psikoloji öğrenimi görmüş ve ardından Frankfurt Üniversitesi’nde yine psikoloji alanında doktora yapmıştır. Avrupa’da kaldığı yıllarda Milliyetçi aydınlardan olan Remzi Oğuz Arık ile tanışmış ve yakın bir dostluk kurmuştur. 1936’da Türkiye’ye dönmüş ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tecrübî Psikoloji Kürsüsü’ne asistan olmuştur. 1939’da doçent olan Turhan 1944’de bilimsel çalışma yapmak amacıyla İngiltere’ye gitmiş ve ikinci doktorasını Cambridge Üniversitesi’nde sosyal psikoloji alanında yapmıştır. Turhan 1950’de profesörlüğüne yükseltilmiş, 1949-51 yılları arasında Birleşmiş Milletler Sosyal Komisyonu’nda Türkiye temsilcisi olarak çalışmıştır. 1943’de Mevhibe hanımla evlenen ve iki kız babası olan Turhan, 1969’da yaşama veda etmiştir.
Türkiye’de deneysel psikoloji çalışmalarını başlatan ve sosyal psikoloji alanında değerli çalışmalara imza atan Mümtaz Turhan, sosyalizmin ve komünizmin bir ütopyadan ibaret olduğunu ileri sürmüş ve son dönem milliyetçi aydınlar içerisinde yer almıştır. “Türkiye’nin ana davası, bir an evvel bir millet olma ve milli kültüre kavuşma davasıdır. Milliyetçilik bu hayati ana davanın gerçekleşmesinde ve hedefe erişilmesinde bir vasıtadır” diyen Turhan’a göre, Osmanlı Devleti’nin yıkılışının ardından Türk milleti yeni bir devlet kurma asaletini göstermişse de milli kültür modern ihtiyaçlara cevap vermede yetersiz kalmaktadır ve bu kendiliğinden bertaraf olacak bir durum değildir. Bu yetersizliğin giderilmesi için yapılacak çalışmalar milliyetçilik bilinciyle, bilim ve ahlâk temeli üzerine yapılandırılmalıdır. Bu doğrultuda Turhan, milliyetçiliği de milletlerin var olabilmesi için zorunlu bir olgu olarak ele alarak bilimsel bir temele oturtmaya çalışmış ve bu bağlamda “bilimsel milliyetçilik” kavramını ileri sürmüştür. Ziya Gökalp’in de etkisiyle, “Kültür Değişmeleri” adlı eserinde “bilimsel milliyetçilik” kavramının içlemini, milli kalkınmanın olmazsa olmaz şartı olarak gördüğü “kültür” ve “medeniyet” olguları ile yapılandıran ve medeniyeti kültürün pratiğe yansımış somut hali olarak gören Turhan, bu pratiği bilimsel bir kavrayışla ele almış ve buna örnek olarak Batı medeniyetini göstererek “batılılaşma meselesini” ortaya atmıştır. Turhan’ın “batılılaşma” ile vurguladığı şey biçimsel, kültürel anlamda bir batılılaşmadan ziyade batılı ülkelerde olduğu gibi milli kültüre uygun bir bilimsel zihniyeti geliştirmektir ki, “batılılaşma” bu anlamda yöntemsel bir çerçevedir. Zira Turhan, II. Meşrutiyet döneminde gelişen ve bugün dahi etkisi devam eden, aşırı pozitivist ve materyalist zihniyetle şekillenen ve İslam’ı çağ dışı bir inanç olarak görerek Batı yaşam tarzını taklit eden, ona özenen ve de bunu bilimsel zihniyetmiş gibi lanse eden Batıcılık’ı reddetmiştir. Turhan’a göre, “medeni ileri bir millet demek, hakiki ilme, ilim zihniyetine ve bunlarla mücehhez (donanmış) olarak yetişmiş münevverlere (aydınlara) sahip cemiyet demektir.” Bu ifadeleriyle, milli kalkınmayı sağlayacak seçkin bilim insanları yetiştirilmesi gerektiğini vurgulayan ve “batılılaşmayı” bir milli eğitim davası olarak gören Turhan, II. Meşrutiyet döneminin meşhur eğitim bakanı Emrullah Efendi’nin milli kalkınma için tasarladığı milli seçkinci eğitim teorisini (Tuba Ağacı Nazariyesi) yeniden gündeme getirerek “elitler eğitimi”ni savunmuştur.
Bu bağlamda, bir yönüyle muhafazakâr, bir yönüyle milliyetçi ve aynı zamanda batıcı, bilimsel tutumlara sahip modernist bir aydın portresi çizen Turhan’ın biricik hedefi Türk milli kalkınmasının gerçekleşmesi, Türk medeniyetinin güçlenmesi idi. Bu yolda ne milli kültürden vazgeçilebilirdi ne de batının bilimsel düşüncesi el tersiyle itilebilirdi. Bu sebeple milli kültüre dayalı bir bilim zihniyetinin geliştirilmesi memleket için elzem bir meseledir. Yılmaz Özakpınar’ın ifadesiyle; “Mümtaz Turhan büyük bir milliyetçiydi. Türk milletinin istikbalinin bağlı olduğu yeni bir insan tipiydi. Millete uluorta akıl öğretme yolunun bırakılmasını, milletin meselelerini, bilimsel araştırmalarla ve uzmanca çalışmalarla çözme yolunun açılmasını istiyordu.” Turhan, modernist milliyetçi Türk aydınının güçlü bir temsilcisi olarak, bu geleneği sürdürecek olan Erol Güngör’ün de aralarında bulunduğu birçok öğrenci yetiştirmiş ve düşünce ve eserleriyle pek çok bilim insanına ilham kaynağı olmuştur. Çok sayıda makale, telif ve çeviri eseri olan Turhan’ın Kitaplarından bazıları şunlardır: “Kültür Değişmeleri: Sosyal Psikoloji Bakamından Bir Tetkik”, “Maarifimizin Ana Davaları ve Bazı Hal Çareleri”, “Garblılaşma’nın Neresindeyiz?”, “Üniversite Problemi”, “Toprak Reformu ve Köy Kalkınması”, “Atatürk İlkeleri ve Kalkınma”. Sonuç olarak bu yazı Mümtaz Turhan hakkında kısa bir tanıtım yazısı olmaktan öte bir iddia taşımıyor. Turhan ve düşünceleri hakkında daha ayrıntılı bilgi kendi eserlerinden ve aşağıdaki kaynaklardan edinilebilir.
Yararlanılan Kaynaklar: ÖZAKPINAR, Yılmaz, “Türkiye’de Bir Mümtaz Turhan Yaşadı”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, (Yıl 3, Sayı 12, Ağustos-Eylül-Ekim 2000), ss.207-223. ÖZAKPINAR, Yılmaz, Mümtaz Turhan ve Batılılaşma Meselesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1995. SÖNMEZ, Selami, Prof. Dr. Mümtaz Turhan ve Eğitimle İlgili Düşünceleri, Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Yayınları, Erzurum, 1999. TURHAN, Mümtaz, Garplılaşma’nın Neresindeyiz?, Türkiye Yayınevi, İstanbul,1959. TURHAN, Mümtaz, Kültür Değişmeleri: Sosyal Psikoloji Bakamından Bir Tetkik, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1997.
Kemal Bakır
Atatürk Üniversitesi
Yukarıdaki yazı sayın Kemal Bakır’ın http://www.atauniv.com/kose-yazilari/mumtaz-turhan-ve-bilimsel-milliyetcilik.html sayfasındaki yazısından alınmıştır.
……………………………….
Mümtaz TURHAN
Türkiye’de sosyoloji kelimesinin ilk çağrıştırdığı isim nasıl ki Ziya Gökalp ise, sosyal bilim denildiğinde ilk akla gelen isim de Prof. Dr. Mümtaz Turhan’dır. Mümtaz Turhan, cumhuriyetin ilk yıllarında Avrupa’ya tahsil için gönderilen seçkin talebelerden birisidir. Farklı tarihlerde hem tecrübî psikolojide hem de sosyal psikolojide doktora yapan ve görev yaptığı İstanbul Üniversitesi Tecrübî Psikoloji Kürsüsü’nde pek çok talebe ve ilim adamı yetiştiren Prof. Dr. Mümtaz Turhan, “ilim ve “ilim zihniyeti”, “garplılaşma” gibi kavramları vuzuha kavuşturmasının ötesinde ilme dayalı bir kalkınmanın nasıl gerçekleşebileceğini modelleyen, Türkiye’nin kendisinden çok şey öğrendiği bir ilim adamıdır.
“Kültür Değişmeleri”, “Garplılaşmanın Neresindeyiz?” “Toprak Reformu ve Köy Kalkınması”, Maarifimizin Ana Davaları ve Bazı Hal Çareleri”, “Üniversite Problemi”, “Atatürk İlkeleri ve Kalkınma” isimli kitapları, ilmî düşüncenin sosyal meselelere nasıl tatbik edildiğini gösteren numunelerdir.
İki yüz elli yıllık garplılaşma tarihimizde Ziya Gökalp’ten başka Garbın ne olduğunu anlayan biri olmadığını ifade eden Turhan, garplılaşma hareketlerinin niçin akim kaldığını anlatan “Garplılaşmanın Neresindeyiz?” kitabında, bugün bile birçoğumuzun –bazı gerçek payları olmakla birlikte- “tefessüh etmiş Batı”, “emperyalist Batı”, “iki yüzlü Batı”, olarak gördüğümüz “Batı”yı, “Doğu”nun önüne geçiren ana unsurları ele alır. Bunlar, ilim ve ilim zihniyeti, ilmin hayata uygulanması olan teknik, insan haklarını ve düşünce hürriyetini teminat altına alan hukuk, bunların esasını teşkil eden müesseseler ve ferdî mesuliyet hissidir. Turhan’a göre başarısızlıkların ana nedeni; garp medeniyetini layıkıyla anlayamayışımız, ana unsurlarının nelerden ibaret olduğunu ve aralarındaki ilişkileri kavrayamayışımız, ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı bilemeyişimiz ve her devrin idarecilerinin kendi önemsedikleri yenilikleri yaparken bir öncekilerle bunu ilişkilendirememeleridir. Benzer sorunların kitabın yayınlanmasından elli yıl sonra da devam ettiğini dikkate alırsak Turhan’ın ne kadar önemli tespitler yaptığını daha iyi kavrayabiliriz.
Turhan’a göre garplılaşma, garplıya benzer şekilde yaşıyor görünmek, ilim ve teknik unsurlarına bigâne kalıp yalnızca yaşama biçimini almak değildir. Hakikî garplılaşma, bu medeniyeti oluşturan asli esas kıymetlerini benimsemek, bize ait olan kıymetleri muhafaza edip geliştirilmek ve bu sahada milletler arası seviyeye erişip, batılılar gibi değerler ortaya koymaktır.
Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın “Üniversite Problemi” kitabı, bugün bile başta üniversite yöneticileri olmak üzere her akademisyen tarafından dikkatle okunması gereken bir kitaptır. Turhan’a göre Üniversite dâvâsı, maarif dâvâsının bir parçası olarak görülmelidir. Aynı cinsten milyonlarca yarı münevver yetiştirmek hiçbir meseleyi halletmez. Her ihtisas sahasından en az beş yüz tane birinci sınıf ilim adamı yetiştirmek çok daha önemlidir. O, birinci sınıf ilim adamının nüfusa oranının 1: 100-120 arasında olması gerektiğini ifade eder. Onun tasnifinde, birinci sınıf ilim adamı, en az doktora derecesi almış, bilimsel yönteme vâkıf, problem çözebilecek bilim insanıdır.
Turhan’a göre, üniversite, ilmî faaliyetlerin gereği ile cemiyetin ihtiyaçlarını dengeli bir şekilde yürütmelidir. İlim adamları, araştırmacılar, bütün öğretim kademeleri için öğretmenler, kaliteli idare ve iş adamları yetiştirmek ve ilmî araştırma yapmak üniversitenin temel görevidir.
Bir öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının 15’i geçmemesi gerektiğini ifade eden Turhan, İngiltere’de derin ve kapsamlı araştırmalarla hazırlanan 1963 yılındaki Robins Raporu’na atıfta bulunur. Bu rapor, bir araştırma kurumunun üniversiteye dönüştürülebilmesi için en az 375 öğretim üyesini şart koşar ve bu kurumun öğrenci sayısını 3000’le sınırlar. Kurum, kadrosuna ilave ettiği her öğretim üyesi için ilave 8 öğrenci alabilecektir.
Turhan’a göre, üniversite demek, kaliteli ilim adamı demektir. Kaliteli ilim adamı olmayan üniversite ise diploma dağıtan bir müessese olmaktan öteye gidemez. Bir üniversitenin seviyesi ve gelişmesi üzerinde hiçbir faktör öğretim üyelerinin yetiştirilmesi ve seçimi kadar müessir değildir. Bu hususta etkili bir kriter sistemi ve denetim mekanizması olmayan bir üniversitenin değil gelişmesi, halihazırdaki seviyesini bile koruması beklenemez. Zira hiçbir ilim adamı, kendisinin erişemediği bir seviyeye başkasını ulaştıramaz. Kimse bilmediği bir şeyi başkasına öğretemez. Kaldı ki böyleleri, bazı beşeri zaaflardan dolayı, kendilerinden daha iyilerinin, daha üstünlerinin yetişmesini de istemeyecektir.
Zihniyetleri, ilkel zihniyet, ortaçağ zihniyeti ve ilmî zihniyet olarak üçe ayıran Turhan, bunlar arasındaki farkları veciz ifadelerle dile getirir. Ona göre, ilkel insan, pratik pek çok başarıya sahip olabilir, ancak “hakikatin objektif bir kıstası”na ulaşamaz, davranışları sübjektiftir. Orta Çağ zihniyeti, fikir ve vicdan hürriyetine karşı çıkan; gerçeği reddeden; gerçeklerle olgular arasındaki münasebetin gözlem ve deney yoluyla anlaşılmasına ve ifadesine yanaşmayan; onaylanmış otorite ve üstatların ifade ve beyanlarından başka hiçbir görüşe hayat hakkı tanımayan, bütün zulümlerini de ‘hakikat ve fazilet’ namına işleyen bir zihniyettir. Prof. Turhan, ortaçağ zihniyetini anlatırken bu zihniyetin ortaçağ batı dünyasının âlimlerine mahsus bir zihniyet olmakla birlikte her devirde görülebileceğine özellikle vurgu yapar. Onun çok önemsediği ilmî zihniyet ise, hakikat ve doğrunun bulunmasında sistemli gözlem ve araştırmaları ve bilimsel yöntemi kullanan, çıkarsamalarını veri ve kanıtlara dayandıran, denetim ve eleştiriye her zaman açık olan bir zihniyettir. İşte bundan dolayı, hiçbir baskı ve reklama ihtiyaç duymaksızın bütün insanlık tarafından benimsenen yegâne doğrular, ilmin doğrularıdır.
Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın ilim adamını tarifi ders kitaplarına yazılacak kıymettedir:
“…İlim adamı zan etmez, fakat bilir. İkna etmeğe çalışmaz, ispat eder. Muhatabından itimat dilemez, bilakis onun dikkat etmesini ve gerçeği anlamaya çalışmasını tavsiye eder… İlim, hakikî ilim adamına hakikat severliği, dürüstlüğü, objektif ve bîtaraf olmayı öğretmekle, ahlâkî davranışlara temel olarak onları teşvîk eder. İşte bizim ilim ve ölçüye sarılışımızın hikmeti budur. Yoksa materyalist bir görüş ve zihniyeti benimsediğimiz için değildir.”
Yukarıdaki yazı sayın Hasan SEÇEN’in
Türk Yurdu Mart 2012 – Yıl 101 – Sayı 295
dergisindeki yazısından alınmıştır.
Teşekkür ederiz.
(http://turkyurdu.com.tr/1079/turk-milliyetciligi-ve-bilim-1-ziya-gokalp-mumtaz-turhan-ve-erol-gungor-de-bilim-anlayisi.html)