Turgut GÜLER
Her mesleğin bir pîri veya kurucusu var. “Münâfıklık” mesleğinin kaynağında duran zât da Abdullah İbn Sebe’. O, sâdece münâfıklığın değil, Râfizîliğin de bânisidir. Müslümanlar arasına ilk fitne tohumlarını eken, târîh boyunca milyonlarca Müslümanın akan kanına vesîle olan Sebe’, bir Yahûdî dönmesidir. Hz. Osman zamânında Yemen tarafından Medine’ye gelip Müslüman olduğu söylenir.
Hz. Osman’ın yakınında bulunmak isteyen Abdullah İbn Sebe’, fesâd çıkaracağı anlaşıldığından Medîne dışına tard edildi. Mısır’a giden münâfıkbaşı, câhil topluluklar arasında İslâm Halifesi (Hz. Osman)’ni kötülemeye başladı. Eshâb hakkında ileri-geri lâflar söyleyen, kardeşi kardeşe düşüren Sebe’, Mısır’da da fazla kalamadı. Oradan Kûfe’ye geçti. Kûfe’de Hz. Ali’ye yaltaklanma teşebbüslerinde bulundu. Hattâ ona:
“-Sen ilâhsın!”
dedi. Hz. Ali de Sebe’yi Medâyîn’e sürdü. Dördüncü İslâm Halîfesi (Hz. Ali)’nin şehâdeti üzerine:
“- 0, ölmedi. Bulutlara yerleşti. Şimşek, yıldırım onun emri ile olmaktadır.”
herzelerini savurdu. Daha nice düzme söz ile câhil insanları aldatıp Müslümanları parçalamaya, içeriden yıkmaya çalıştı.
Bâzı islâmî kaynakların tesbîtine göre, Abdullah İbn Sebe’, târîhî bir şahsiyet değildir. O; kötülük, fitne, hîle, desîse, fesâd ehlinin sembolleşmiş ve bütün bu seyyiât rütbelerini omzuna yapıştırmış hayâlî bir şahsiyetidir.
Yaşasın veya yaşamasın, netîce pek değişmiyor. Çünkü Sebe’ye atfedilen kötülük aşıları, maalesef büyük ölçüde tutmuş görünüyor. Daha Hulefâ-yı Râşidîn Dönemi’nden başlayarak, İslâm vücûdundan hacamatla kan alan bu zihniyetin, aslâ hakîkate ihtiyâcı yoktur. Bu yüzen, Abdullah İbn Sebe’nin hayat hikâyesinde, sübût bulacak deliller aramak, en azından münâfıkça bir arzûya boyun eğmektir.
Bugün içine düşürüldüğümüz dağdağanın, elbette pek çok vâr oluş sebebi bulunuyor. Ama nüansları kaldırıp da bunları sepete doldurmaya başladığımızda, hepsinin “münâfık” boyalı ve damgalı olduğunu görüyoruz.
Taşlıcalı Yahyâ, Şehzâde Mustafa cinâyeti üzerine kurduğu kelime katarına:
“Meded! Meded! Bu Cihân’ın yıkıldı bir yânı!
Ecel celâlîleri aldı Mustafa Hân’ı!”
feryâdını lokomotif yaparken, tren bacasından çıkan dumanın, “münâfık” ve “Sebe’” yazdığını görüyordu. Aynı kara, uğursuz duman, asırlar süren bir mâcerânın ardından Selânîk üzerine ağacaktır. Selânik şehrinin serencâmı, biraz da Türk milletinin hoşgörü bahtsızlığının hikâyesidir.