Esat ARSLAN
Zaman nasıl da geçiyor? Türkiye Cumhuriyetine karşı fesatlık içerisinde iplik bükerek, komplo kurmaya çalışanlar, bir an bile durmuyorlar, görüyorsunuz, her şey sizin gözünüzün önünde cereyan ediyor. Saflar, taraflar, kamplar nasıl da belirginleşiyor? Daha iyi duyumsuyorsunuzdur. O eskidenmiş öyle gizli kapaklı iş yapan da yok artık, her şey açık seçik ortada, ortalık yerde… Ama bir şey var ki, rüzgârın yönünü bile ABD’ye göre biçimlendirenler, yani ABD’nin rüzgârını arkasında hissedenler ya da arkasına aldıklarını duyumsayanlar, nasıl da yelkenlerini şişiriyor, pupa yelken hale gelip, şişiniyorlar? N’oldu? Mesut Barzani bile buharlaştı. Peki tekrar soralım, bilmiyor musunuz? Dünya finans ve vahşi kapitalizmimin merkezi ABD’de de bu tür oyuncuların bir son kullanma tarihinin olduğunu. Unutmayalım, buralarda “disposal”, “kullan at” mantığının alabildiğine egemen olduğunu. Batıya yön veren iradenin, büyük ölçüde “atıklardan kurtulma eylemi” nin kanlı mı, kansız mı olacağı meselesi olduğunu. Onlar, algılıyorlar ama yine de uzağında duruyorlar. İran Şahı Pehlevi’den Saddam’a, İdi Amin’den Barzani’ye kadar kimler geldi, kimler geçti, kimileri tarihin çöplüğünde yerini aldı, kimileri de yerlerini hazırlamakla meşguller… Kendi içerisinde tutarlı bu sistematik, değirmen gibi bir kullanılan adam öğütme mekanizmasıdır. Geçen makalemizde Fırat’ın doğusundaki aleyhimize olan gelişmeleri geniş bir perspektifte ele alarak şöyle söylemiştik:
“Fırat’ın doğusunda Türkiye’ye karşı yedi düvel cephe kuruyor. AB(D), Yemen’deki Arap koalisyonunun silahlı kuvvetleri ve terör örgütleriyle ortak savaş hazırlıkları yapmaktadırlar. Benden söylemesi, eğer müdahale edilmezse, YPG çok değil önümüzdeki aylar içerisinde Lübnan’daki Hizbullah benzeri, ciddi füze kapasitelerine sahip bir askeri güç haline gelmektedir.”
Kuşkusuz, aklın yolu bir, bir yerlerden güdülenmeyen Ankara’da millî düzeyde üretilen ortak aklın aynı sonuca götürdüğünü bilen Başkan Erdoğan, ayanı beyan ederek, “Sıra Fırat’ın doğusundaki terör öbeklerini dağıtma kararımızı hayata geçirmeye geldi” demesi, YPG/PKK’nin Lübnan’daki Hizbullah benzeri bir askeri güç eşiğine doğru evrildiğinin de bir yansıması olmuştur. Yani şunu bütün dünyaya haykırmıştır: “kimse kusura bakmasın, eğer TSK bu oldubittiye müdahale etmezse zararı ülkeme dokunacaktır, onun için bu müdahale elzemdir.
Anımsayalım, neredeyse, TSK iki aydan fazla bir zaman diliminde YPG’nin Karaçok’taki medya binasını havadan vurmuştur. Cumhuriyet Bayramıyla başlayan “Tel Ebyad, Ayn- ül Arap ve Zor Muğar”’a Türkiye sınırından, zaman zaman da sınırın sıfır noktasından yapılan top atışları bu gerginlik döneminin vaka-yı adiyesi olmuştur. TSK, nasıl anlaşılırsa anlaşılsın, Fırat’ın doğusunda sınırda devriye gezip bayrak göstererek, dosta güven, YPG/PKK’ya korku salmaya devam etmiş, her provakatif eyleme misliyle cevap vermiştir.
İşte bu nedenle, bütün bunlar karşısında ne dedik, “Türkiye Cumhuriyeti vakit geçirmeden bu oyunu bozmalı” dedik. Ve de Türkiye Cumhuriyetinin ortak aklı, TSK vasıtasıyla 13 Aralık 2018 itibarıyla sağ gösterip, sol vuruşunu gerçekleştirmiştir. Yanisi şu: Suriye’ye gerginlik döneminde yapılması gerekenleri yapmaya devam ederken, Irak’ta aşağı yukarı sınırdan kuş uçuşu 170-180 km mesafedeki Sincar, YPG / PKK ’nın filizlenip, serpilip geliştiği daha doğrusu neşv ü nema ettiği Mahmur Kampı ve onun kuzeyindeki Karacak Dağı Türk Hava Kuvvetleriyle vurulmuştur. TSK, tıpkı Fatih Sultan Mehmet’in ifadesiyle “Baykuştan pervamız yok, biz ki, şahinler ordusuyuz” tavrını eksiksiz yerine getirmiştir. Kuşkusuz arkasına güçlü bir siyasi destek alarak. Belki de bütün bunları söylüyorum diyerek, hemen beni bu kış kıyamette savaş çığırtkanlığı, savaş goygoyculuğu yapmakla eleştirebilir, suçlayabilirsiniz de. Ama unutmayalım, bu kritik ve tehlikeli eşiği, ancak ve ancak feriştahı ile mücadele edebilecek, kendine güvenen TSK ile aşabiliriz. Evet, sevgili okurlar, bu kritik eşiğe behemehâl müdahale edilmelidir. Müdahale etme vakti gelmiştir, geçiyor bile. Nedir bu biliyor musunuz? Gol beklentisi içinde olan seyircilerin hep birlikte seslendirdikleri “Tam zamanı, tam zamanı şimdi” tezahüratında olduğumuzu hatırlatmak isterim. Bundan sonra müdahaleden kesinlikle geri adım atılmamalı ve bu konuda bir an bile tereddüt edilmemelidir. Bu kritik ve tehlikeli müdahale eşiği neye benziyor biliyor musunuz? Artık, sabır taşının çatlaması, geçildiğinde doğrudan bizlere zararı dokunabilecek bir eşik olmasıdır. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Binbaşı Sean Robertson’ın “Kabul edilemez.”salvosu sizleri endişeye sevk etmesin, bu hiçbir şeyi değiştirmez. Unutulmamalıdır, bu bir “Fütühat, Fatihan” açılımı değildir, sınır ötesi harekâtın, iç siyasette iktidar lehine oy kazanımı açılımı ise hiç değildir. Ama açık seçik söyleyelim, Suriye devleti bütünlüğüne bir saldırı niteliğinde olan, YPG / PKK liderliğinde bir uydu devletçik -birileri buna masum bir biçimde “özerklik” diyorlar ya- ”in oluşumuna izin vermemektir. Bu bölgenin Türkiye ile sınırı “480 km.”dir. Suriye’nin tarım arazilerinin 30 bin kilometrekareye denk gelen yüzde 60’lık böllümü bu bölgededir. Yüzölçümü 185 bin kilometrekare olan Suriye’nin yaklaşık 39 bin 500 kilometrekaresi diğer bir ifadeyle yüzde 23’ü YPG / PKK’nın elindedir. Örgütün elinde Suriye’nin Halep’in doğusundaki Tişrin, Rakka’nın batısındaki Tabka ve Baas barajları olmak üzere yani en önemli üç barajı bulunmaktadır. Ve de ABD, kendi askeri garnizonları ve Fransız askerlerinin kamplarıyla birlikte Suriye’nin kuzeyinde YPG / PKK vasıtasıyla da İsrail’in ihtiyacı olan suyu kontrol etmektedir. Biraz da resmî verilere bakalım. Dünya Bankası ve Suriye rejiminin Sulama Bakanlığı verilerine göre, örgütün ABD desteğiyle ele geçirdiği Suriye’nin elektrik ihtiyacının yaklaşık yüzde 70’ini karşılayan bu üç baraj sayesinde su, elektrik kaynağı ve tarım arazisi anlamında hassas bölgelere yayıldığını da göstermektedir. Diğer bir deyişle YPG / PKK örgütü Suriye’de tarım arazilerinin sulanabilen yüzde 9,4’lük kısmında hâkimiyet kurmuştur. Örgüt her bakımdan “bir eli yağda, bir eli baldadır”. Ha unutmayalım, bölgede çimentoda açık ara dünyanın bir numarası bir de Fransızların “Lafarge” Çimento Fabrikası da bulunmaktadır. Zeytin Dalı Harekâtı öncesi hiç durmaksızın çalışan bu fabrika bölgeyi II. Dünya Savaşında Fransızların ünlü Maginot Hattına çevirmişti, hep birlikte gördük Mehmetçik tarafından nasıl param parça edildiğini.
İsterseniz biraz da nüfusa bakalım. Bölgedeki demografi değiştirilmeden önce, bölgenin yüzde 70’i Sünni Arap idi. Bölge başta Resülayn, Tel Abyad ve Ayn-ül Arap olmak üzere Türkiye’de akrabaları olan, aşiret geleneklerine bağlı Sünni Arap nüfustan oluşmaktadır. Bu bölgeler Arap yoğunlukludur, ancak bazı yerlerde Kürtler azınlıktadırlar. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül zamanında Çankaya’da, Huber köşkünde ağırlanan, ağızlarının içine bakılan gazeteci değil de maalesef ayrılıkçı “gaztenekeleri” Tel Ebyad’a Girê Spî; Ayn-ül Arap’a Kobani; Ras el Ayn’e Serekaniye diyerek, bu yerleri bile ‘Kürt Kaleleri’ olarak gösterme gayreti içerisindedirler. Hatta bugünlere özlemle bekleyerek yazdıkları kitabının adını bile “Rojava (Kürdistan’ın Batısı): Kürtlerin Zamanı” koymaktan çekinmemişlerdir. Bu kitabın adını koyarken hem okyanus ötesinden hem de yüksek yerlerden icazetlerini almışlardır.
Üzülerek ifade etmek gerekir ki, Sünni Arap kardeşlerimizin 1.750.000’i özellikle de bu YPG / PKK örgütü baskısıyla bölgeden kaçırılmışlardır. Bölgede kalan mazlumlar da kıtlık, hastalık ve ilaç ve yemek eksikliği ile mücadele etmek zorunda bırakılmışlardır. DAİŞ işgali ile başlayan bölgedeki altyapının yok edilmesi ve arkasından DAİŞ sonrası YPG / PKK örgütünün mezalimi, bölge insanının evsiz barksız kıtlık ve bulaşıcı hastalıklar içinde perişan olmalarına sebep olmuştur. Neden bu kadar bölgeyi ayrıntılı verdim, biliyor musunuz? Sevgili Okurlar, TSK’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtıyla özgürleştirilen bölgedeki insanlar TSK’yı bağırlarına basmaya hazırlanmaktadırlar. Onlar, Türk Ordusunu özlemle beklemektedirler. Bunun için açık söylüyorum, Bölge’nin daha önce başarıyla gerçekleştirilen iki harekattaki gibi bölgenin temizlenmesi ve bölge halkının özgürleştirilmesi hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onunla bölünmez bir bütün olan Türk Halkı için bir Kıbrıs Davası gibi bir Ulusal Dava’dır, haberiniz olsun.
Dünya kamuoyu, “Kurt var” diyerek, köylüleri aldatan “Yalancı Çoban” gibi, artık Trump ve Şürekasının yalanlarına inanmamaktadır. Yalan söylemeyi alışkanlık haline getiren Trump Yönetimi, inandırıcılığını yitirmiş ve doğruyu söylese bile itibar görmeyeceği anlaşılmıştır. Bunun için, Başkan Erdoğan, Türk Silahlı Kuvvetlerini oyalayanları sert bir dille eleştirerek, “Suriye’de artık DAİŞ diye bir tehdit yoktur, bu bizim için masaldır.” diyerek, “Cambaza bak yaklaşımı” nı veciz bir biçimde ortaya koymuştur.
Bütün bunlardan sonra demem odur ki, ABD ve ülkesinde Sarı Yeleklilerle baş edemeyen Macron’un askercikleriyle birlikte YPG/PKK’nın hükmi şahsiyetinde Türkiye’ye karşı Kürt-Arap cephesini oluşturma gayretleri içerisindeki İsrail ile “Suudiler ve körfezdeki uzantıları”, Türkiye’ye aba altından sopa göstererek, güya korkutmaya çalışmaktadırlar. Bu meşhur Aristo mantığına benzer bir durumdur. Neydi hani o ünlü önerme? “Yerin kulağı vardır, Türk halkının da kulakları vardır. Peki Türk halkı yer mi?” Efendim söyleyeyim, ARTIK, BUNDAN SONRA YEMEZ.
İsrail’in ve dünya finans çevrelerinin ABD Savunma Bakanlığı, yaygın ifadeyle Pentagon’un her ne pahasına olursa olsun, YPG/PKK ile ortaklığının sürmesi gerektiği yönündeki görüşü Trump döneminde de Suriye politikasının tayininde etkili olmuş, bu durum Türkiye’ye olumsuz olarak yansımıştır. Şimdi yanıt bulması gereken bu hatadan dönülmesidir. Trump belki de ilk defa olarak, Pentagon’a rağmen Türkiye’yi memnun eden karar alması gerekmektedir. Evet, Sevgili Okurlar, bütün dileğim, öncelikle “Fırat Doğusu Özgürleştirme Harekâtı”ndan önce, Münbic’te yarım kalmış “İkinci Afrin Zaferi” nin gerçekleşmesidir. Bunun hemen arkasından da Türkiye sınır hatlarında ABD ve Fransız askeri varlığına rağmen “Fırat Doğusu Özgürleştirme Harekâtı”nın yapılmasıdır. Unutmayın onlar TSK’nin “bir gece ansızın gelebiliriz’ parolasını enselerinde her an hissetmektedirler. Yeter ki sizler karamsar olmayın, “enseyi karartmayınız”, sevgili okurlar.