Turgut GÜLER
Viyana’nın 40 kilometre kadar güneyinde Mayerling adında bir köy var. 30 Ocak 1889 Çarşamba günü, Avusturya velîahdı Arşidük Rudolf ile sevgilisi Barones Maria Vetsera, bu köydeki köşkte ölü olarak bulundular.
Târîhe Mayerling Fâciâsı diye geçen hâdisenin, kraliyet seviyesindeki bir yasak aşk hikâyesine kapı aralaması, benzer ve tanıdık sırları, memnû münâsebetleri akla getiriyor.
Aralarındaki muâşaka başladığında, hem Rudolf, hem de Maria Vetsera evlidir. Rudolf’un hanımı, Avrupa’da o sıralarda pek yaygın olan usûlle, bir hânedân mensûbu, Belçika prensesidir.
Rudolf, babası Franz Joseph ve annesi Elizabeth’in emr-i vâkilerine karşı koyamadığı için, bu evliliğe mecbûr olmuştur. Ne var ki, âsî rûhlu Avusturya velîahdı, Maria ile tanışınca, evlilik müessesesine ve an’aneci ebeveynine isyânı, damarlarında hazır bulmuştur.
Bütün Nemçe ahâlisinin gözleri önünde; karısına, babasına, annesine ve Maria’nın kocasına inat, bu aykırılığı sürdüren Rudolf, sevgilisini de yanına alıp, Mayerling’deki av köşkünde, yığınla soru işâreti arasında hayat yolunu tamamladı.
Resmî açıklama, ölüm sebebine intihar diyordu. Rudolf, önce Maria’yı, sonra da kendini vurmuştu.
Aradan geçen bunca zamâna rağmen, halk muhayyilesinde, hep intihar dışındaki ihtimâller dillendirildi. Rudolf ve Maria’nın, profesyonel ve ince hesaplarla çizilen bir cinâyet senaryosuna oyuncu oldukları tahmîn edildi.
Uzun müddet, Mayerlinglilere konuşma yasağı konması ve İmparator Joseph’in emriyle av köşkünün yıkılıp yerine kilise yapılması, ortada bir örtbas etme faaliyeti olduğunu gösteriyor.
Mayerling’in, müntehir âşıkları hatırlatan bu kilisesinde, her Paskalya Bayrâmı’nda boyanan yumurtalar, üzeri örtülen bir majestik hikâyeyi hatırlatıyorlar.
Hristiyanların inanışına göre, Hz. Îsâ’nın, öldükten sonra yeniden dirildiği güne Paskalya deniyor. Her yıl, 22 Mart’la 25 Nîsân arasında, Ay’ın dolunay devresinden sonraki ilk Pazar, Paskalya olarak kutlanıyor.
Türk dilinin târîhî akışı içinde benimsenmiş “paskalya yumurtası, paskalya çöreği” gibi tâbirler, Müslüman muhîtlerde de yadırganmadan kullanılıyor.
Meryemoğlu Îsâ’nın doğumu, Kur’ân’î üslûpla Hz. Âdem’in yaradılışı gibidir. Bu her iki peygamber de, babasız halk edilmişlerdir. Hz. Âdem’in, anası da yoktur. Nasrânî akîde içinde, Hz. Îsâ’ya çok farklı bakan zümreler bulunuyor. Oğul diyenler – hâşâ – Allâh’ı babalık makâmında görüyorlar. Teslîsin en uc ve küfre basan ayağı ise, Hz. Îsâ’da – sümme hâşâ – Tanrı’lık vehmidir.
Daha da uzatılabilecek misâl ve semboller, Hristiyan Dünyâsı’nın inandığı Hz. Îsâ ile Müslüman inancının benimsediği Hz. Îsâ arasında, dev-âsâ ayrılıklar ortaya koyacaktır.
Elbette, herkesin dini kendinedir. Bundan ötesi ikrâh getirir. Ancak, başta Avrupa Birliği olmak üzere, Dünyâ’daki Hristiyan komünlerinin içine balıklama dalmak isteyen Türk idârecilerini de akl-ı selîme ve Türklükle İslâmın has bahçesine dâvet etmek gerekiyor. Çünkü Lâle Devri’ni idrâk ettiğimiz 18. yüzyıl başından beri, neredeyse üç yüz senedir, bu asîl ve azîz millet paskalya hüznü yaşıyor.
Kaanûnî’nin Fransa Kralı’na gönderdiği meşhûr mektuptaki Müslüman-Türk duruşuna hasret kaldık. Yirmisekiz Çelebî Mehmed Efendi’nin kalemine sirâyet eden paskalya mürekkebi hâlâ kurumadı.