”Bir Neyzen, İki Derya”, Şems ve Mevlânâ Hazretleri dairesinde ve Mesnevî’nin ilk on sekiz beyti üzerinden tamamlanan bir kitap. Bu söyleşi kitabında Kudsi Erguner, kendi tabiriyle ‘neo-sufizm’i, modernleşen tarikatları, gelenekten kopuşu hiç çekinmeden eleştiriyor. Yağız Gönüler yazdı.
Yağız GÖNÜLER
Ayrılık Çeşmesi: Bir Neyzenin Yolculuğu (İletişim Yayınları, Aralık 2002) kitabından beri Kudsi Erguner’den beklenen ‘devam’ kitabı, Mart 2016’da Sufi Kitap’tan çıktı: Bir Neyzen, İki Derya. Şems ve Mevlânâ Hazretleri dairesinde ve Mesnevî’nin ilk on sekiz beyti üzerinden tamamlanan kitap 248 sayfa.
Bir söyleşi kitabı olan Bir Neyzen, İki Derya’da Fatih Vural’ın sorularına cevap veren Kudsi Erguner, Ayrılık Çeşmesi’nde olduğu gibi kendi tabiriyle ‘neo-sufizm’i, modernleşen tarikatları, gelenekten kopuşu hiç çekinmeden eleştiriyor. Muhakkak her bölümde bu eleştirilere dair metinler okumak mümkün. Fakat önsözde niyetini şöyle belirtiyor: “Bu söyleşide ağzımdan çıkan sözler, gönül kırmak maksadıyla değil, gönül yapmak için söylenmiştir. Sürçülisan ettiysem affımı niyaz ederim. Allah, ölüden diri, diriden ölü çıkarttığı gibi evliyadan eşkıya, eşkıyadan da evliya çıkartabilir. Bu neden yapılan tenkit ve şikâyet, birbirimizin şu andaki halinin gıybeti değil, arzu edilen kemâlimizin gecikmesinden kaynaklanmaktadır.”
Ulvi Erguner, Saadeddîn Heper, Halil Can, Kemâl Batanay, Necmeddîn Özbek Kangay ve Azîz Çınar gibi muhterem şahsiyetlere ithafla açılan kitabın girişinde Fatih Özkafa’ya ait çok güzel bir hat bulunuyor. Kudsi Erguner, bölümler boyunca Hakk’tan razı olmak, zevkin ve estetiğin yolu Mevlevîlik, Allah’ta iki yalnız, elest bezminde başlayan beraberlik, Ledün ilmi, aşk, Mesnevî, Batıda manevî hâl, ney, ölüm ve sır, iman, âlim ve toplum, mana, akıl, felsefe, açık sözlülük gibi konuları irdeliyor. Kitabın sonunda çok güzel fotoğraflardan oluşan bir albüm yer alıyor.
Müzikal kariyerine 17 yaşında İstanbul Radyoevi’nde başlayan Erguner, 1973’te yerleştiği Paris’te mimarlık ve müzikoloji eğitimi de gördü. UNESCO tarafından Türk müziği arşivini genişletmekle görevlendirilmiş olan Erguner yalnız Batıda değil 1980’den itibaren Hindistan, Pakistan, Afganistan, Japonya ve Kuzey Afrika’da da araştırmalar yapıyor, konserler veriyor. Türkiye’de yaptığı çalışmalarda bir araya geldiği sanatçılardan bazıları şöyle: Münir Nureddin Selçuk, Kemal Gürses, Nevzat Atlığ, Necded Yaşar, Niyazi Sayın, Kadri Şençalar, Aka Gündüz Kutbay, Kani Karaca, Bekir Sıdkı Sezgin, Alaeddin Yavaşca, Cinuçen Tanrıkorur. Ayrıca Peter Brook, Carolyn Carlson, Robert Wilson, Georges Aperhgis, Tony Gatliff, Didier Lockwood, Nusret Fethi Ali Khan, Anwar Brahem, Fazıl Say, Sarkis, Michel Godard, Jordi Saval, Lycourgos Angelopoulos, Bartabas gibi dünyaca ünlü sanatçılarla da birlikte çalışmalar yaptı. Kudsi Erguner, Türk mûsıkîsinin tüm dünyada kabul görmüş nadir temsilcilerinden biri.
Ney, her hassas insanı etkiler
Ney, kitabın 9. bölümünün başlığı. Mesnevî’nin 9. beytinde “Ney’in sadası ateş oldu, onu hava sanma. Kimde bu ateş yoksa yazıklar ona.” yazmış Hz. Pir Mevlânâ. Kudsi Erguner bu bölümde neyle birlikte mûsıkî yorumları yapıyor. “Kim üflerse üflesin, nerede üflenirse üflensin, neyin her hassas insanı etkileyen bir sadası var” diyen usta sanatçı, eskiden ney dinleyen dervişlerin neyzenlere “Eyvallah, bizi ihya ettin (hayat verdin), Allah râzı olsun” diye dua ettiklerini hatırlatıyor. Yani neyin ölümü çağrıştıran tarafı olduğu kadar yaşamı hissettiren tarafı da var.
Yıllardan beri yapılan Batı müziği – Doğu müziği karşılaştırmaları, tek sesli – çok sesli araştırmaları, dikey – yatay armoni sorgulamaları Kudsi Erguner’i de canından bezdirmiş. “Her ikisinin de kendi yapıları içinde muhteşem eserleri vardır ama birini diğerine benzetme çabası ilerleme değil, ülkemizde ve Arap dünyasında bir asırdır süregelen zavallı bir saçmalıktır. Bir oktavda neredeyse 41 farklı ses kullanacak kadar zenginleşmiş melodik bir müziği, Batı tampere sistemin 12 sesiyle ifade etmek mümkün değildir. İki ayrı dünya… Birbirleriyle karşılaştırılmamalı. Batı dünyası, ferdiyetçidir. Ama müzikte ferdiyetçi değiller. Müzikte kollektifler. Biz ise kendi dünyamızda ferdiyetçi değiliz. Topluma daha bağlıyız. Buna rağmen müziğimiz ferdiyetçidir.” diyor.
Neyzenlerin piri Hamza Dede
Usta neyzenin Paris’te başına gelen onlarca hadiseden biri çok ilginç. Bir gün kapısı çalınıyor, bir adam elindeki enstrüman kutusuyla “Ben senden ders almak istiyorum” diyor. Erguner kutuda ne olduğunu soruyor, adam “obua” diyor. Erguner tekrar “Yeni mi başlıyorsun?” diye sorunca cevap, “Konservatuardan mezunum. On senedir de konservatuarda hocalık yapıyorum. Paris Şehir Orkestrası’nda da birinci obuayım.” şeklinde şaşkınlık verici cinsten oluyor. Kudsi Erguner sinirleniyor, “Benimle dalga mı geçiyorsun?” diye soruyor. Bu kez hem kapıyı çalan adamın halis niyeti hem de esasen müziğimizin çok özel bir farklılığı da ortaya çıkmış oluyor: “Ben arkadaşlarımla oturduğum vakit, bana deseler ki ‘Bir şey çal’, çalamıyorum. Çünkü çalabilmem için arkamda bir orkestra olacak; armoniyi, kontrpuanı yapacak, ben de kendi partisyonumu çalacağım. Seni dinledim, tek başına bir-iki saat çaldın. Belli ki çoğu kısmı da doğaçlamaydı. Ben bunu yapamam. Bana bunu nasıl yaptığını öğret!”
Mevlânâ Hazretleri ile ney arasındaki ilişkide mühim bir nokta var. Erguner bunları da hatırlatıyor. Sadece neyle değil, ud ve rebaba da Hazretin ilgisi olduğunu belirtiyor. Ney’i dinlerken büyük keyif aldığı fakat devrindeki tüm sazlardan etkilendiğini söylüyor ve şu önemli bilgiyi veriyor: “Onun zamanında Hamza Dede diye bir neyzen olduğunu biliyoruz. Neyzenlerin piri. Hatta Mevlânâ Türbesi’nin bahçesinde medfundur Hamza Dede.”
Bestekârın hâli, onun müziğidir
Hz. Mevlânâ, “Testi çatlayınca içinde ne varsa o sızar” diyor. Buradan, insanın manevî âleminde ne varsa yaptığı işe de onun temas edeceğini söyleyebiliriz. İç dünyasını geliştiremeyen bir insanın sanatının vasatta kalacağını belirtiyor Erguner. Ona göre, bugün mûsıkî dünyamızda yaşanan boşluğun en büyük sebebi, maharet sahibi sazendenin bolluğu fakat kendilerinden anlatacakları bir hikâyenin hiç olmayışı.
İmam Gazâlî, “Bildiğini saklayan (ketum) ahirette ateş dolu bir gemle gemlenecektir” der İhyâ’ü ulumi’d-dîn adlı eserinde. Erguner’e göre de mûsıkî yüce bir bilgidir ve ancak o paylaşıldığında bir sanat icra edilmiş olur. Paylaşılmayıp saklanan bir sanatın, sanatçıya zarar vereceğini de belirtiyor.
Osmanlı mûsıkîsini ilk yozlaştıran Mesud Cemil Bey’dir
Yaşanmayanı yazmak ne kadar eksik bir şiir oluyorsa (belki de hiç olmuyorsa), yaşanmayan bir müzik de ancak o kadar müzik olabiliyor. Kudsi Erguner, ‘zavallı icra tarzı’ olarak nitelendirdiği buna benzer icraların -bilhassa koroların- 1940’lı yıllardan sonra peyda olduğunu anlatıyor. Mûsıkîye sözde modernlik katacağı düşünülerek ilk defa Mesud Cemil Bey tarafından icat edilen klasik korolar, Avrupai bir şekil kazandıracağı düşünülen müziğimizi tabir-i caizse berbat etmiştir ona göre.
Murat Bardakçı’nın anlarını yayımladığı büyük müzisyenimiz Refik Fersan, tahsili için İsviçre’ye giderken Tanburi Cemil Bey, talebesine, “Sakın oralarda konservatuarlara gitme, kulağın bozulur” diye tembihler. Kaderin bir cilvesi midir nedir, Tanburi Cemil Bey’in oğlu Mesud Cemil Batı müziği öğrenerek müziğe başlamış ve daha sonra aslına dönme gayretiyle de Refik Fersan’dan makam dersleri almıştır. “Bence başlattığı ‘koro’ şekliyle Osmanlı mûsıkîsini ilk yozlaştıran Mesud Cemil Bey’dir” der Erguner ve şu tespitleri yapar: “Biz, mûsıkîmizi Batılılaştırmak adına, icracıların, okuyucuların heyecanını söndürdük. Bugün Türkiye’de devlet korolarının, klasik koroların, solistlerin soğuk soğuk okumaları var ya; işte o, tasavvuf müziği adı altında okunan ilahilere de yansıyor. Bu, mûsıkînin katledilişidir! Öyle bir mûsıkî yok. Doğu, yani makam mûsıkîsinin tek sırrı var. İcrakârın yaşadığı, yaşattığı zevk ve heyecan! Bu olmadığı takdirde mûsıkî yok demektir. Bunun bir versiyonu daha var. Gazinolarda rahmetli Zeki Müren’le başlayan yapmacık heyecan var. O bile, devlet korolarındaki icradan daha güzel.”
Neyden maksat insandır
“Bişnev in ney çün hikâyet şikâyet miküned / ez cüdıyıhâ şikâyet mükined” dizelerinin Mesnevî’nin tamamının özeti olduğunu düşünen Kudsi Erguner, geriye kalan beyitlerin bunun açıklaması olduğunu belirtiyor. Ayrıca ney olarak bahsedilenin insan, hatta Hz. Mevlânâ olduğunu söylüyor: “Neyden maksadın insan olduğunu düşünürsek, insanın yerinin de bu dünya olmadığı kesin. Onun feryadı olabilir. Sevgiliden uzak düşmenin… Âlem-i manada, vuslat hâlinde yaşadığı hâllerin nostaljisi olabilir. Bu bir şikâyet değil, bir feryat. Bir bilincin, bir farkına varışın sonunda, daha önceki hâlden şikâyet!.. Esasında Mevlânâ Hazretleri’nin ney diye bahsettikleri, kendileridir. Yani, ‘Dinle neyden çün şikâyet itmede / ayrılıklardan hikâyet itmede’ dediğinde aslında ‘Beni dinle / bu ayrılık şikâyetinin hikâyesini dinle’ buyuruyor.”
Bölümün sonunda Erguner, ney’in çok mübarek bir saz hâline getirilmesinden yakınıyor ve onun putlaştırılmasının müziğe de ney’e de zarar verdiğini söylüyor: “Önemli olan, onu dinlerken sizin içinizde uyandıracağı hâl. O hâle gönlünüz açık değilse, istediğiniz kadar dinleyin ney’i! Bir şey olmaz!”
Yazıyı bitirirken; içinde ferahfezâ, bayatî, uşşak, uzzâl, segâh makamından taksimler ve peşrevler barındıran şu bir saatlik kaydı da paylaşarak hem kitabın hem eserin şifa olmasını temenni ediyorum.
Kudsi Erguner, Bir Neyzen, İki Derya, Sufi Kitap.
—————————————
06.10.2016
http://www.dunyabizim.com/kitap/24835/msikyi-batililastirmak-adina-heyecani-sondurduk