Kenan EROĞLU
Bazı insanlar bir takım yanlış hareketleri vesile ederek Müslümanları ve dolayısı ile İslamiyet’i çok eleştirirler.
“Müslümanlar İslam’ı anlamıyor, anlatamıyor, yaşamıyor, bir sürü yanlışa düşüyorlar“. Diyerek beni sık sık eleştiriyorsun. Beni eksik ve hatalı buluyorsun. Sıkça bunu dile getiriyor beni yanlış çıkarıyorsun.
Madem öyle:
Sen anlat bakalım şu benim “anlamadığım İslamiyet” nedir ne değildir? Bizde bakalım anlayalım, sen İslamiyeti yaşa-uygula da görelim, doğruları göster de bakalım.
Cevap hazır : “Ama benim işim o değil, o konu da yeteri kadar ihtisas sahibi değilim.” Derler.
Peki, ihtisas sahibi değilsen neden konuşuyorsun, beni beğenmiyorsun, senin işin sadece tenkit etmek mi? Yanlışları bulmak mı? Sen sadece olumsuzlar bölümüne mi bakıyorsun?
İyi şeyleri, güzellikleri, faziletleri anlatmayacak mısın? Söylemeyecek misin?
Senin işin ne?
Bana neden örnek olmuyorsun? Bana neden güzel örnekler vermiyorsun? Herhangi bir Müslüman bir hata yapsa, yanlış bir söz söylese hemen atlıyor ve topyekûn İslam’ı ve Müslüman’ları suçluyorsun.
Benim suçum nedir söyle:
“Dinin yeri insanın vicdanı ve mabettir“ dedin, Tekkeleri, Zaviyeleri Tarikatları kapattın, dini, hayattan söküp attın, tahsil terbiye yaptırmadın. Din adamı yetiştirmedin, din adamının yetişmesi için ortam hazırlamadın. Ben kendi kendime izbelerde, köşelerde, mahzenlerde ne yapabildiysem, ne kadar yapabildiysem bir şeyler yaptım. Takibata uğradım, örfi idare mahkemelerinde yargılandım. Sen şimdi diyorsun ki “ yanlışsın eksiksin “.
Yaptıklarım, yetişmem elbette çok eksik bunu ben de biliyorum, eksiklerimi, hatalarımı abartıp durma.
Ben dini eğitimi nereden alacaktım. Sen dini eğitim alacağım okullar açtın da ben mi gitmedim?
Verdin de almadım, okuttun da okumadım mı? Vermediğin halde istiyor beni bir de borçlu çıkarıyorsun.
“Aziz Nesin ağzıyla” Müslümanları ve Müslümanlığı eleştiriyor, en ufak bir hatayı tekrarlayıp duruyorsun. Ülkedeki her meselenin her aksaklığın sorumluluğunu bana yüklüyorsun, her hareketimi eleştiriyorsun.
Dikkatini çekerim 16. Yüzyılda koskoca İstanbul’da bedestenleri, çarşıları, elinde bir fener ve bir asa olan 3-4 tane bekçi korurdu, hiçbir hırsızlık da meydana gelmezdi, aynı yıllarda Paris’te sokaklardaki problemleri çözmek için bir bölük asker yetmiyordu. Müslümanlar birbirlerinin malına canına göz dikmedikleri gibi, yabancıların mal ve canına da saygı gösteriyor, koruyup kolluyorlardı. O insanlar nasıl yetişmişti, hangi tahsillerden geçmişti hiç düşünmüyorsun.
Beni suçlamaktan vazgeç.. Beni bana bırak. Sen kendini suçla, “nerde hata yaptım” de. Milletin hayatından dini çıkardıktan sonra yetişen nesillerle o eski nesilleri kıyasla bakalım, kim ilerde kim geride nereden nereye gelmişiz. Bakalım ve görelim.
Hâmiş:
Samîmî ve dürüst insanlar elinden geleni yapmadığı müddetçe, içinde bulunduğu hâlden şikâyet etmezler/edemezler; ancak art niyetliler ve sahtekârlar bu cümlenin kapsama alanının dışında kalırlar…