Ömer AĞAÇLI
Mutlak hakikat bilgileri peygamberler vasıtasıyla insanlığa indirilmiştir. Allah’ın son mesajı, insanlığa son çağrısıdır Kur’an. Son mesaj, Hz. Muhammed ile tamamlanmıştır. Zahir ehlinin anlayamadığı ilahi hakikat şudur ki, Allah’ın nuru Hz. Muhammed ile tamamlanmıştır. Hz. Muhammed, Allah’ın en büyük nurudur. Ondan ötesi de yoktur. Bu hal, tevhidin de zirvesidir.
Yani maddi, manevi alanı cem etmiştir. Maddi ve manevi alan ayrımı yoktur. Ontolojik bir bütünsellik söz konusudur. Aslında her peygamber Allah’ın alemlere ruhsal desteğidir. Alemler, peygamberlerin üstlendiği nur ile ruhsal yenilenme sürecine girmekte ve dönüşmektedir.
Hz. Muhammed’den sonraki zaman, zamanın getirdiklerini üzerinde düşünmek, bu dini anlamak için açısından çok önemlidir. Genelde Peygamberden sonraki yıllarda olup bitenleri zahiri açıdan ele alınmaktadır. Oysa Hz. Muhammed’in özü, manevidir. Taşıdığı nur, velayet nurudur. Yani olup bitenlerin aslı manevi alemlerle ilgilidir.
Hz. Muhammed’in batıni hayatını O’nun manevi yolunu takip edenler sufilerdir ve bu halleri ancak onlar kavrayabilmektedirler. Bu manevi hallerle ilgili bilgileri kitaplardan öğrenmek mümkün değildir. Bu haller, lafla anlaşılacak haller değildir. Sufi yol tamamen manevi tecrübe yollarıdır.
Hz. Muhammed’in yolunu takip edenlerden biri de SÜHREVERDİ’DİR. Şimdi sözü ona bırakalım ve onun sözlerinden aktarmalar yapmaya çalışalım.
SÜHREVERDİ’NİN “ARİFLERİN MARİFETİ” adlı eserinde sufi yolun tüm inceliklerine ilişkin geniş bilgiler vardır. Adeta gök yüzünün bütün yollarını açıklamıştır. Sühreverdi “Risalet devri artık geride kaldı. Resulullahın taşıdığı nübüvvet nuru çekildi. Gözlerden uzaklaştı. Takva ehli olanların oluşturduğu güzel maddi, manevi çevre ve haller bozulmaya başladı. Cehalet yeniden kendini gösterdi ve her yeri karanlıklar bürüdü. İnsanların kalpleri nurun çekilmesiyle katılaştı. Dinin yerine basit adetler çıkarıldı ve bu adetler yaygınlaştı. Din diye adetler din oldu. Takva gitti yerine nefsin hevası geldi. Müslümanlar hevalarına daldılar, hevalar din oldu. Dünya insanlara süslü görünmeye başladı, ona talip olanlar arttı. İnsanlar arasında fikirler baskın hale geldi. Hakikat ilmi, heva ve heves kiriyle kirlendi. Daha sonraki zamanlarda şehvet ve dünyevi tutkularının peşine düşen nesiller gelmeye başladı v.s.” diye acı acı o dönemleri anlayor ki bu anlattıkları manevi dünyanın değişmesiyle onun maddi alemi ne hale getirdiğini açıklıyor.
Nitekim Kur’an’da Meryem Suresi 58 ve 59 ayetlerde Peygamberlerin taşıdığı nurun çekilmesiyle insanların geldikleri haller üzerine dikkatler çekilmektedir. 19/58: “ Bunlar bizim ; Adem’in, Nuh ile birlikte gemiye bindirmiş olduğumuz kimselerin soyundan, İbrahim ile Yakupu’un ve doğru yola ulaştırdığımız ve seçtiğimiz kimselerin soyundan olan, kendilerine nimet vermiş vermiş olduğumuz Peygamberlerdir. Onlar kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlardı.”
19/59: “ Sonra, onlardan sonra namazı terk eden ve şehvetlerinin peşine düşen bir kuşak gelmiştir.”
Ve Hz. Ali’de” Peygamberden bu güne yirmi yıl geçti. Ben bu dini tanıyamaz oldum.” diye Hz. Muhammed’den yirmi yıl sonra müslümanların değişen hallerine dikkat çekiyor.
Ayetlerden ve sufilerin sözlerinden anlaşıldığı üzere ; Nur dönemlerinde her boyutta bir aydınlık, ruhun sıfatlarının tezahürü görülüyor. Nurun gözlerden kaybolduğu dönemlerde ise meydan nefse kalıyor ve nefs at oynatıyor. Çünkü anlayış ve zeka aklın marifetidir. Anlayışsızlı ise nur azlığı, yokluğudur. Ahmaklık, nur azlığı ve ya yokluğudur. İnsanın iç aleminde nursuzluk hakim olursa, bu insanların aklılları değil, beş duyularu etkin olur. Hayat beş duyu ile algılananlardan ibaret olur. Yani işler hep zahire göre olur. Zahiri hayta düşkünlük artar.
Nur, ilahi bri cevherdir ve Tamamen Allah katındandır. Her Peygamber ilahi nurun taşıyıcısı ve insanlığı bu nur ile yenileycidir. Nurun diğer bir adı “ akıl” dır. Ama bu akıl, ilahi akıldır. Allah bu ilahi akılla, beşeri akıllara destek vermektedir. İlahi aklılla destek dönemlerinde bundan yararlananlar, bu akılda feyz alanlar paçayı kurtarırlar. Bu dönemlerden sonra nefsine uyanlarda yeniden karanlıklara gark olurlar. Şu kadar var ki akıl nimetinden mahrum kuru kafalılar, marifet nurundan hali olan zihinlerdir bütün olumsuz halleri üretenlerdir. Şimdi bu kadar manevi alemle ilgil bilgiler verdikten sonra işlerin görünen, zahiri hallerine gelelim. Çünkü manevi alemler çok kimseye kapalıdır. Onlara gök kapıları kapalıdır. Nedenleri ayrı bir konudur.
Hz. Muhammed’in dönemi, kainatta hiç bir dönemle mukayese edilemeyecek kadar yüce bir dönemdir. Onun döneminde gök kapıları sonuna kadar açılmıştır. Son Peygamber olarak Hz. Muhammed döneminde her iki alem yani zahir ve batın olarak zirveye ulaşmıştır. ZİRVE-İ TEVHİD gerçekleşmiştir. Kur’an bu hale “Artık abadan öte yol yoktur.” Diye işaret etmiştir. Hz. Muhammed, Allah’a en yakın mertebeye gelmiştir. Ve bu mertebede Allah’ın tecellilerinin tümünü kabul etmiştir. Ve O’nun zamanında zahir ve batın bir bütünlük olarak ortaya çıkmıştır.
Nur’un gözlerden gizlenmesi hali ise zahir ve batın olarak varlığın ayrılmasına neden olmuştur. Resulullahtan sonra zahir ve batının ayrılması, müslümanların da idrak olarak ayrışmasına neden olmuştur. Ve sonunda zahir ve batın ehli birbirlerine düşman olmuştur. İslam tarihi işte bu yüzden zahir ve batın ehlinin kavgalarından ibarettir.
Hz. Peygamber’in batıni( manevi) özünü görenler onun velayet yolunu takip etmiş; zahiri tarafını görenler de zahir ehli olmuşlardır. Zahir ehli dini dünya işlerini düzenleyen kurum olarak anlamışlar ve sonunda şekilci, kılı kırk yaran, kuru ham sofulara dönmüşlerdir.
Hz. Ali’den sonra artık ayrışma iyice belirginleşmiş ve din, din olmaktan çıkmıştır. Bu dönemle birlikte verilen hükümler hep zahiri dünyaya göre ortaya çıkmaya başlamıştır. Emeviler dönemi tarihte tam bir zahiri İslam dönemi olmuştur. İslam, Arap İslamına dönüşmüş, yerelleşmiş, evrensel boyutunu kaybetmiştir. Daha sonraki yıllarda İslam, Türklerin yaşadığı coğrafyaya hicret etmiştir. Türkler de İslam’ın manevi boyutunu idrak etmiş ve velayeti sahiplenmişlerdir. Artık velayet Türklere geçmiştir. Peygamberin velayet yolu Türklere geçince, Türk kültür çevrelerinde sufiler yetişmeye başlamıştır. Evliyaların çoğu Türktür. Hz. Peygamberin velayet yolu, manevi yolu, tasavvuf ve tarikat yoludur. Bu gün Tasavvuf ve tarikat yolu, Türklerin arasında yoğun eleştirye uğraması ne acı, ne ibret vericidir. Üstelikte bu eleştiriy yapanların Türk alimlerinin olması, acının da acısıdır. İslam’ı zhiri yönden ele alınca artık işi şeytana bırakın. Kur’an ayetlerinin yüzde doksanı müteşab ihattır, metaforik anlatımlardır. Metaforik anlatımlar, manevi hallere aittir.Zahir ahli kimseler, bu metaforif anlatımları literal anlamda ele alırlar ve sonunda ruhsuz, şekilperest, ham sofuya dönüşürler. Müslüman dünyanın içindeki kavgaların temelinde işte bu anlayışlar vardır.
Dini zahiri anlamda anladıktan sonra ve onun manevi özünü kaybettikten sonra, din din olmaktan çıkmaktadır ve dünya işlerini düzenleyen kuru kurallar manzumesine indirgenmektedir. İşte İSLAM DÜNYASININ HALİ PÜR MELALİ BUNDAN İBARETTİR. RUHSUZ, MANEVİYATSIZ BİR DİN ORTAYA ÇIKMIŞTIR. ADETA MÜSLÜMANLAR DİNLE YOLLARINI YİTİRMİŞ VAZİYETTELER..