Müziğin Okul Öncesi Dönemde Çocuk Gelişimine Katkısı

ÖZET
Sanat, özellikle de müzik insan ömrünün her evresinde yer tutabilecek bir potansiyel taşır. Gerek beden, gerek zihin gelişiminin en hızlı seyrettiği bebeklik ve erken çocukluk döneminde müzikli eğitimin bu gelişime katkıda bulunarak eşlik edebileceğine bilhassa dikkat çekilmektedir. Nitekim dünyanın bir çok ülkesinde Suzuki, Kodally ve Orff metotlarıyla müzik eğitimini 1,5 yaş grubuyla başlatan okullar bulunmaktadır. Erken yaşta müzik eğitimine başlanmasının ana hedefi profesyonel müzisyen yetiştirmek değil, çocukta etkin ve sağlıklı bir gelişim elde edebilmektir. Yeni doğmuş bebek, müzik açısından pasif konumda iken, zamanla aktifleşir. Sesi sağlayan organların gelişimi buna yardımcı olur. Müzik, başta dil gelişimi olmak üzere, sosyal gelişim, kişilik gelişimi, zihin gelişimi ve duygusal gelişime açıkça katkıda bulunmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Müzik eğitimi, dil-müzik, duygu-müzik, zihin-müzik.

Giriş
Güzel sanatların etkin kollarından biri olan müziğin, hem bir eğitim aracı hem de bir eğitim alanı olduğu bilinir. Müzik, eğitim alanı olarak seçildiğinde, özel koşullar gerektiren bir uzmanlık dalı olarak karşımıza çıkar. Diğer taraftan, onun etkili bir eğitim aracı oluşu, insanlık tarihi boyunca vurgulana gelmiştir. Nitekim, iyi müzik dinleyerek yetişen çocuğun iyi ve doğru olacağı yönündeki düşünceler dolayısıyla, müziğin öncelikle bir eğitim aracı nitelemesiyle değerlendirilmesi Konfiçyus’tan Eflâtun’a Fârabî’ye kadar uzanır. Bütün Doğu ve Batı geleneklerinde ve uygulamalarında yerini bulan bu anlayış, modern devirlerde de Rousseau, Pestaloozzi, Dewey gibi eğitim konularıyla ilgilenenlerin dikkatlerinden kaçmamıştır. Nihayet pedagojinin kurucuları sayılan, insan zihninin gelişmesine dair önemli katkılarıyla tanınan Gesell; gelişmenin çeşitli aşamalarını ayırmaya çalışan Bühler ve çocuk düşüncesi, çocuğun sosyal ve moral gelişmesi hakkında yaptığı çalışmalarla, günümüzün uygulamalı eğitim incelemelerine kapı açan Piaget, bir eğitim yöntemi olarak müziği ve sanatı işaret etmiştir.

Buradan hareketle, günümüz eğitim anlayış ve uygulamalarında müzik ve sanatın payı gün seçtikçe yükseliş göstermektedir. Japon eğitmen Schinichi Suzuki’nin 1940 lı yıllarda ortaya attığı “Suzuki” yöntemiyle iki yaşında kemana başlatılan çocuklar, notaya bağlı olmaksızın çok çabuk ilerleme göstermektedirler. Bugün Japonya’da birçok Suzuki okulu olduğunu biliyoruz. Suzuki’ye göre her çocuk bir çalgı çalmayı başarabilir. Ailenin müziği çocukla paylaşmasını, özellikle annenin çocuk üzerindeki etkin rolü sebebiyle onun çocukla birlikte dersleri takip etmesini sağlayan yeni bir eğitim yaklaşımı sunulmaktadır. Burada asıl hedefin müzisyen yetiştirmek değil, sanatı insanın estetik ve rûhî gelişimine hizmet eden bir araç kılmak olduğunu belirtmek gerekir. Eski Yunan’da eğitimin gereği olarak 30 yaşına kadar lir çalmayı öğrenme zorunluluğu hatırlanacak olursa, modern zamanlardaki uygulamaların hemen benzer hassasiyetler taşıdığını görmemiz gerekir.

Ünlü kemancı Yehudi Menuhin “Çocuklarımın Müzik yeteneği Olsaydı…” başlıklı samimi yazısında söyle söylemektedir; “Eğer kemanımı, üzerinde ses çıkarmak amacıyla eline aldığını, ya da piyanoya giderek bir melodi aradığını görürsem, ilk müzik derslerine başlatacağım. Bu müzik dersleri onu profesyonel yapmak amacını gütmeyecek. Bütün amaç yaşamına müziği sokmak ve dolayısıyla mutlu olmasını dilemektir.” (Menuhin,1950:4).

Bugün özellikle A.B.D’de müzik eğitiminin anne karnına indirgenmesini savunanlar, çocukları müziğe 18 aylıkken başlatanlar bulunmaktadır. Piyanistlerimizden Meral Güneyman’nın 10 yıldır Kinder musik of South Jersey adlı bir okulun sahibi ve yöneticisi olduğunu hatırlatalım. Güneyman’ın okulundaki “Anne, Müzik ve Ben” adını taşıyan ilk sınıfına 18 aylık bebekler başlatılıyor.

Macar besteci Zoltan Kodally ve Alman besteci Carl Orff de çocuklar için erken yaşta müzik öğrenme yöntemleri geliştirmişlerdir. Bu metot çocukların konuşma ve hareket ritmlerinin belirlenmesinden sonra özel olarak tasarlanmış müzik aletleri ve bunların hep birlikte çalınarak halk şarkıları tipinde, basit ve yaratıcı bir zemin oluşturma temeline dayanır. Ritmik çalışmalar dikkat çeker. Günümüzde başta Avusturya olmak üzere A.B.D., Almanya, Çin, Japonya, İspanya, Fransa, İtalya, Peru, Yunanistan gibi pek çok ülkede Orff metodunun okul programlarına alınması girişimleri bulunulmaktadır. Ülkemizde okul öncesi döneminde ilk uygulamaları Lisoltte Sey tarafından Ankara’da “Liz Teyze Çocuk Yuvası”nda başlatılmıştır.

Eğitimde müzik kullanılırken ister istemez müziğin eğitimi de söz konusu oluyor. Dante’nin: “Sanatın en yaygın ve en uzun işlevi eğitim olmuştur” sözü, bir yönüyle bu disiplin örtüşmesini kastediyor olmalıdır.

Sanat eğitiminin dolayısıyla müzik eğitiminin gerekliliği ve faydaları çocuğun gelişimiyle birlikte ele alınmaya çalışılacaktır. Ancak eğitimde müzik yöntemi kullanılırken, bunun aynı zamanda bir sanat dalı olduğu unutulmadan branş öğretmenliğini öne çıkarmak, branş öğretmeninin de pedagojik amaçlardan ayrılmaması gerektiğine dikkat çekmek isteriz.

0-6 Yaş Çocuğunun Müziği Algılama Becerisi
Hayatın başlangıcından ihtiyarlığa, ölüme kadar insanlar sayısız iç ve dış etkenler altında kalırlar. Bu çerçeve içerisinde kullanılan iki anahtar kelime “kalıtım” ve “çevre”dir. İnsanın belirli bir durumda faaliyette bulunması bu iki faktörden gelen etkilerin bir ürünü olarak karşımıza çıkar.

Bu süreçleri gösteren kavram ise “gelişme”dir.

“Gelişme bir organizmanın hayatının tümüne uygulanırsa yalnız büyüme ve olgunluğu değil, aynı zamanda durgunluk ve çöküşü de içine alır.” (Sandström,1982:3). Sanat ve özellikle de müzik gerek aktif gerek pasif uygulamalarıyla gelişimin her evresine eşlik edebilecek bir potansiyel taşır.

Ancak burada gelişme kavramının büyüme, yetişme, ilerleme genel anlamı içinde, insan ömrünün en etkin ve belirleyici olduğu okul öncesi dönemini ele almaya çalışacağız.

Çocuk gelişimi, insan cinsine has istikrarlı bir süreç takip eder. Normal vücut gelişimi ve fiziksel kabiliyetlerin kazanılması da belirli bir düzen içerisinde gerçekleşir. Ana karnındaki fotüsü gözlem ve kayıt altına almayı başaran günümüz bilimi, onun eğitimi ve öğrenme sürecini de doğum öncesine indirgemektedir. Öğrenme yoluyla fotüsün davranışının değişip değişmeyeceği sorusundan hareketle yapılan araştırmaların buna olumlu bir cevap verdiği ileri sürülmüştür (Spelt,1948: 375-376.). “Doğumdan iki ay önceki dönemde sesli uyaranların hareketi arttırdığı bilinmektedir. Anneler, örneğin konsere gittikleri zaman fotüste etkinliğin arttığını çoğu zaman görmüşlerdir.” Spelt, yüksek ses çıkaran tahtadan bir şakşağı ses uyarıcısı olarak kullanır ve bunu annenin karnının yakınında şaklatır. Bu fotüste bir tür titreme meydana getirir. Bu uyarıcının hemen arkasından annenin midesinin üzerine titreyen bir maden diyapozon konur. Başlangıçta fotüsün titreşimlere gittikçe artan hareketlerle karşılıkta bulunmadığı görülmüştür. Böylece titreşimler şartlı yani öğrenilmiş karşı tepkiye götüren uyarıcı olarak kullanılmıştır. Önce titreşimler verilmiş ve 5 saniye sonra şakşak şaklatılmıştır. Çift verilen bu uyarıcı serilerden sonra görülmüştür ki, yalnız başına titreşimler karşılık tepkilerini uyandırmaktadır.” (Sandström,1982:25).

0-2 yaş: Hücre mekanizmalarının birbirlerinden farklı zaman ve hızdaki hareketleriyle oluşan büyüme, gözlenebilir, düzenli bir gelişme seyri izlemektedir. Hayatın başlangıcını temsil eden bu ritmik düzen annenin gerek metabolizması, gerek biyoritmiyle büyük bir uyum içindedir. Müzikal bir yaklaşımla ifadelendirmek gerekirse; bebek anne karnındaki yüksek ritm kompozisyonunu tanıyarak dünyaya gelmektedir. Nitekim salınma ve sallanma hareketleri ya da vücuduna uygulanan düzenli ritmik dokunuşların onu rahatlatıp sakinleştirdiği yaygın olarak bilinir. Anne karnındaki bebeğin dış dünya ile olan bağlantısı da yine işitme yoluyla olmaktadır. Bugün araştırmacılar bebeğin öncelikle babasını, hatta kardeşlerini seslerinden tanıyabildiğini ortaya koyan deneyler yapmaktadırlar.

Sağlıklı bebeklerin işitme yeteneği, doğduklarında tamamlanmıştır. Dolayısıyla hayatın ilk aylarından itibaren müziği algılayabilmektedirler. Ancak merkezî sinir sistemi henüz gelişmediği için oluşan tepkiler refleks olarak yorumlanmaktadır. Bebeklerde en sık sükun bulma sebebi, annelerinin ninnileriyle sakinleşip kolayca uykuya dalmaları değil mi!..

Daha sonraki aylarda pasif dinleme, aktif dinleme süreciyle yer değiştirir ve dinlediği müziğe göre memnuniyeti veya hoşnutsuzluğu fark edilir. 1 yaşındaki çocuk, basit bir nağme mırıldanabilir. Her türlü sese, özellikle hayvan seslerine ilgi gösterir. 18 aylık olduğunda kendi başına veya bir yetişkin yardımıyla yapabildiği ritmik hareketlerden hoşlanır. Hoplatılmayı, sallanmayı ve ona şarkı söylenmesini sever ve bunların onu mutlu ettiğini belli eder. Bu dönemde yumuşak ve alçak seslerden ziyade yüksek sese konsantre olur. Bir şeylere vurarak, bir şeyleri birbirine çarparak ses çıkarmak ona ilginç gelir. İki yaşında yavaş yavaş hatırlama yeteneği ortaya çıkar. Tanıdık bir tekerlemeye birkaç sözcük ekleyebilir. Genellikle bir büyüğün ona söylediği şarkıya yer yer veya cümle sonlarını tekrarlayarak katılabilir.

3 Yaş: Bu yaş çocuğu vücudunu daha ayrıntılı olarak kontrol edebilir. Parmakları daha kıvrak, el kavrayışı daha güçlüdür. Dolayısıyla bazı müzik aletlerini kullanmada başarı gösterebilir. Bu yaş çocuğu için artık müzik onun çok sevdiği doğal bir atmosferdir. Ayrıca dönme, adım atma, parmak uçlarında yükselip alçalma gibi pek çok yaratıcı hareketle müziğe eşlik eder. Zıplama ve sallanma bu yaşta da sık görülen hareketlerdir.

Dil yeterliliği, kelime hazinesi ve telaffuzda daha olgun bir seviyeye geldiği, hafızası genişlediği için yaşına uygun şarkıları kolaylıkla ezberleyip bir repertuar oluşturabildiği görülür. Üstelik bu yaş çocuklarının birlikte şarkı söylemekten çok hoşlandıkları da gözlemlenir. Her ne kadar bu birliktelik farklı tonlarda ve gürültülü olsa da, onlar için eğlenceli ve güvenlidir. Yine, öğrendiği şarkılara yeni sözler uydurabilir. Bildiği sözleri uydurduğu ezgilere taşıyabilir. Bir büyük tarafından gösterilirse, değişik seviyelerde tempo ve alkış tutmayı titizlikle uygulayabilirler (Haınes-Gerber,1996:4-5).

4 Yaş: Bu yaş çocuğunun dünyası oldukça geniş fonksiyonlar içerir. Yeni fiziksel becerilere hakim olma isteğine rekabet duygusunun artması da eklenir. Dikkat çekmek için çeşitli hareketlere ve masum hilelere başvururlar. Oldukça güvenli ve becerikli görünüşlüdürler. Objelerin karşılaştırılması ve ayrılması yeteneği bu dönemde gelişme gösterir. Dolayısıyla seslerin karşılaştırılması, ses, süreç ve perde sınıflandırması yapabilirler. Çevredeki doğal sesleri, bu seslerin kendilerine özgü niteliklerini algılama gücü, önceki dönemlere göre daha netleşmiş durumdadır. Yüksek-alçak, sessiz-gürültülü, uzun-kısa gibi sessizelliklerinin ayrımını rahatlıkla yapabilirler. Böylece masal anlatımında, sözcüklerde yahut bir şarkıda hisleri ifade için ses özelliklerinden yararlanmayı öğrenebilirler.

4 yaş çocuğu sesini giderek artan bir beceriyle kullanır, düzgün ve tonunda şarkı söyleyebilir. Hareketli, komik ve güncel şarkılar öğrenmekten çok hoşlanırlar. Ritmik ve hareketli şarkıları kolaylıkla ezberleyebilir ve günden güne bunları memnuniyetle tekrar ederler. Bu dönemde yalnız söyleme isteği artar. Çünkü bir şeyleri tek başlarına yapabilmek ve takdir görmekten çok hoşlanırlar (Akkaş,1996:91).

5 Yaş: Gesell, 5 yaş çocuğunu tanımlarken: “Henüz tamamlanmamış bir gelişimi olmasına rağmen, ileride olabileceği insanın işaretlerini verir.” demektedir (Haınes-Gerber,1991:92). 5 yaş çocuklarında, bireysel özellik, beceri ve kabiliyetlerin öne çıktığı görülür. Sosyal bakımdan, kendileri için özel ve yakın arkadaşlara sahip olabilirler. Artık bir şeyler keşfetmek yerine, ayrıştırma ve birleştirme üzerinde yoğunlaşmışlardır. Arkadaşlarını yönlendirebilir, bir grubun üyesi olabilir, grubun yaptıklarına uyum içinde katılabilirler.

Fizikî şartları bakımından 5 yaş çocuğu basit dans adımlarını öğrenebilir ve müzikal ritmlere uyum sağlayabilir, görsel sembollere cevap verebilirler. Nota değerlerini ve sus işaretlerini tanıyarak uygulama yapabilirler. Dolayısıyla seviyelerine göre öğretildiği takdirde müziği yazıp okuyabilirler.

5 yaş çocuğu önceki dönemlere göre kelime dağarcıklarını genişlettikleri ve bildiği kelimeleri anlamlarıyla bütünleştirebildiklerinden şarkı bilgisi derinlik kazanır. Artık sevdiği ve sevmediği şarkılar vardır. Bu yaşın en önemli özelliği tekrardan bıkmamaları, aksine tekrardan zevk almalarıdır. Şarkılar söylemek, dans edip alkış tutmak onlar için belki en eğlenceli işlerdendir.

6 Yaş: Bu yaş çocuğu dil, denge ve motor gelişimleri bakımından büyük ilerlemeler göstermiştir. Artık hızlı yürüyebilen, denge gerektiren oyunları oynayabilen, el-göz koordinasyonunun gelişmesi sayesinde iki elini bağımsız kullanabilen bir birey haline gelmiştir. Üstelik artık okul ve evde karşılaşabileceği durumlarla mücadele edip, başarılı olmasına yetecek fizikî, zihnî ve hissî imkanlara sahiptir. Bununla birlikte tembel ve kararsız bir tutum ve görünüm sergiler (Yavuzer,1998:225).

6 yaş çocukları kuvvetli bir ritm duygusuna sahiptirler. Ritm modelini anlayabilir ve uygulayabilirler. Akortlu ve akortsuz enstrümanları büyüyen bir kabiliyetle çalabilir, hatta nüans uygulayabilirler.

Aktif Müzik Eğitimi Açısından 2-6 Yaş Sürecinde Ses Gelişimi;
İnsan sesi müzik için kullanılabilecek en zahmetsiz, en doğal ve en kullanışlı araçtır. Okul öncesi çocuğu için de kendi sesi, müziğe katılmasını sağlayacak en kullanışlı enstrümandır.

Bebeklik ve erken çocukluk devreleri de dahil olmak üzere, erkek ve kız çocuklarının sesi 9 yaşına kadar hemen hemen aynı özelliği gösterir. Bu dönem çocuk sesleri orta gürlükte, yumuşak ve tatlı bir karakter taşır. Çocuk sesleri henüz gelişimleri tamamlanmamış olan geçici seslerdir.

Konuşma ve şarkı söyleme sesinin oluşması, sesi sağlayan organların sağlıklı çalışmalarıyla mümkündür. Bunlar akciğer, diyafram, nefes borusu, dil, diş ve dudaklardır.

Ses, gırtlaktaki ses telleri olarak bilinen liflerin titreşmesiyle oluşur. Ses telleri çeşitli kasların ve sinirlerin yardımıyla inceli-kalınlı olmak üzere çeşitli seslerin çıkarılmasına yardımcı olur. Okul öncesi çocuğu ise gelişimini tamamlamadığı için ses tellerini denetleyemez. Bu sebeple birbirine çok yakın seslerle (Komalı aralıklar, kromatik aralıklar), uzak sesleri (6,7,8 li aralıkları) sağlıklı söyleyemez (Dinçer,2000:50). Çocuklarda vokal oluşumu, bizatihi kendilerinin bir ses kaynağı olduğunu keşfedişi ve başta anneleri olmak üzere, çevredeki sesleri taklit etmeleriyle başlar. Çocuk seslerindeki melodik yapı 3 yaşından itibaren gözükür. Orff ve Kodally’ye göre çocuk sesindeki ilk yapılanma, inici minör aralığı ile başlar. Yine Orff, 1971 Ball State Üniversitesi’nde yaptığı deneysel araştırmada, minör üçlüye ek olarak pentatonik dizinin de çocuğun ses gelişimine uygun olduğunu açıklamıştır (Yüksel,1996:37).

Çocukların ses genişlikleri ve alanı, dardan genişe; 6 yaşına kadar daha çok kalın seslere, 6 yaşından sonra ise hem kalın ham ince seslere doğru genişleyen bir gelişim çizgisi gösterir. Ancak çocukların ses genişliği ve gelişim çizgisi her yaşta ve her çocukta aynı değildir. Ses genişliği ve gelişim çizgisi, içinde yaşadığı doğal, toplumsal ve kültürel ortama göre değişir. Bununla birlikte, Batı Avrupa’da yapılan bir araştırmada, süt bebeklik döneminde la 1 (piyanonun 4. oktavındaki la sesi) dolayında olan çocuk sesi, 1-2 yaşlarında fa 1’e , 3-5 yaşlarında mi 1’e doğru, 6-8 yaşlarında ise si 1’e ulaşan bir gelişme çizgisi göstermektedir (Uçan,1994:19). Buradan hareketle okul öncesi çocuğunun henüz ses gelişimini tamamlamadığı, bu yüzden istisnalar hariç, söyleyebildiği nota sayısının sınırlı olduğu ortadadır. Ancak çocuğun aktif müzik eğitimine yani onun müziğe katılımını sağlayacak uygulamalara başlatılması için sesinin gelişimini beklemek de çok yanlış olur. Çünkü çocuk zihnî olarak müziği takip edebilecek durumdadır.

Çocuk eğitiminde müziğin, gerek en uygun olabilecek repertuarla uygulanması, gerek henüz ses gelişimini tamamlamamışlara ses zorlamaları, bağırtma vs. yanlış yaklaşımlar sonucu, şarkı söyleme sesinin, hatta konuşma sesinin yanlış tonlara oturtulması gibi sık rastlanan arızalara sebebiyet verilmemesi için, sahasında uzmanlaşmış elemanlara ihtiyaç bulunduğunun bir kere daha altını çizmek isteriz.

Müziğin Dil Gelişimine Katkısı
İnsanlar dil yetenekleri sayesinde birbirleriyle iletişim kurar, birbirlerini anlar, bilgi, düşünce ve tecrübelerini birbirlerine aktarabilirler. Diğer yandan dil; düşünme, bellek, muhakeme, problem çözme ve planlama gibi süreçleri de içermektedir.

Bütün sağlıklı çocuklar dil öğrenmeye doğuştan yeteneklidirler ve dil gelişimi için donanımlı olarak dünyaya gelirler. Çocukların dil gelişimi, genel gelişimi doğrudan etkileyecek önemli bir faktördür. Çünkü çocuklar dilleri geliştikçe daha çok sorar, daha çok öğrenir, daha çok düşünürler. Çocuğun dil gelişimi belli süreçler içinde benzer bir sırayı izlese de, çevre tarafından çocuğa sunulan sözel uyaran zenginliğinin dil gelişimini olumlu etkilediği, araştırmacıların birleştiği bir konudur.

Okul öncesi dönemde müzik çalışmaları ile çocuğun dil gelişimine ne ölçüde katkı sağlanabileceğini ele almadan önce, onun dili nasıl öğrendiğini göz önünde bulundurmak doğru olur. “Başlangıçta “ses çıkarma” ve “konuşma” dil yeteneği gibi geliyorsa da, dil yeteneğinin asıl önemli boyutu “dinleme”dir. Konuşma ise dinleme sonrasında dilin kişiden yansıyan kısmıdır. Bu yeteneğin gelişmesi de büyük oranda “dinleme becerisi”nin gelişmesine bağlıdır.” (Aşıcı,2003:27).

Görüldüğü gibi, duyma-dinleme ve ses çıkarma işlevi, bize dil gelişimi ile müzik arasında doğal bir paralellik sunuyor.

Dil de, müzik de kaynağı itibariyle dinleme becerisinde birleşmektedir. (Dil, nasıl dinleyici konumundaki bebeğe gerektiğinde tekrarından bıkılmadan sunulan zengin kelime dağarcığına bağlı olarak gelişiyorsa, müzik eğitimi de aynı muhataba sıklıkla yöneltilen güzel örneklerle gelişmektedir. Biz buna “pasif müzik eğitimi” diyoruz. Ancak pasif eğitimin programlanması ve bundan alınan veya alınacak sonuçlar özellikle ülkemiz bağlamında, mili kültür-evrensel kültür, çağdaşlık, makam müziği- tampere sistem, tek seslilik-çok seslilik …vb, konularında müzik politikalarımız açısından kısır çatışmaların haksız ve sonuçsuz yaptırımlara dönüşmektedir. O sebeple bu konuyu ayrı bir zeminde tartışmayı uygun buluyoruz.) Nitekim, başta J.J.Rousseau olmak üzere Alman düşünür ve müzisyen J.G.Herder, İngiliz düşünür H.Spencer ve daha niceleri dil ve müzik arasındaki paralellikler üzerinde durmuşlardır.

Sözün ve konuşmanın arkasında kendine has müzikal bir yapı yer tutmaktadır. Sorarken, itiraz ederken, seslenirken, severken, kızarken… farklı ses kombinasyonları, tize veya pese yönelen farklı iniş çıkışlar kullanılır. Üstelik bu konuşma melodisi, çeşitli vurgulamalar, duraksamalar ve yine birbirinden farklı yürütülen konuşma temposu ile derinlik kazanır. Bu sebeple olsa gerektir ki, sesli ifadeler yazılı olanlara oranla muhatap üzerinde daha etkili ve kolay anlaşılır bulunmuştur. Mesela, sözcük anlamıyla konuşma melodisi zıt seyreden bir ifadelendirmede, sözcüğe değil melodideki anlama itibar edilmesi ilginç bir tespittir. Sosyal ve kültürel işlevlerden yola çıkarak dilin gelişimini açıklamaya çalışan Livingston: “…Kanımca insan türü konuşmaya başlamadan çok önceleri şarkı söylemeye başlamıştı. Daha doğrusu şarkı, konuşmanın ve dolayısıyla dilin ön koşulu olmuştur.” demektedir (İzbul,2004:3). Onun gibi düşünen bazı bilim adamları (Thorpe, Marler, Paters, Gurin) konuşma dili ile kuş ötüşü arasında bağlantılar kurmuşlardır.

“1- İletişim becerisi yetişkinleri taklitle olmaktadır./ Kuş şakıması da öğrenme sonucu kazanılan bir davranış olduğundan, yöresel planda farklılıkların oluştuğu görülür.
2- Bireysel gelişimde öğrenme olanağının dorukta olduğu bir duyarlılık dönemi söz konusudur.
3- Duyarlılığın belli yönlerde gelişimi, biyolojik türün özellikleriyle bağdaşıktır. Başka bir deyişle kültürel gelişim, genetik yapıdan gelen belirli esneklik sınırlarıyla kısıtlıdır.
4- Öğrenme dönemi boyunca, kendi sesini işitme yoluyla gerçekleşen özdenetim, olağan gelişim için ön koşuldur.
5- Başlangıçta, düzensiz seslerin baskın olduğu bir dönem yaşanmaktadır. Bebeklerde agulama, kuşlarda şarkımsı.” Müzik ve konuşma çözümlemelerinin beynin iki ayrı yarı küresinde gerçekleşiyor olması sebebiyle günümüz nörolojik kuramına dayanarak Blakemore, Iverson ve Zangwill tarafından reddedilen bu tez, sosyal gelişim evreleri bakımından kabul görmektedir (a.g.e.3.).

Müzik, ister dilden önce, ister sonra doğmuş olsun, dil ve müziğin ortak paydalarını hiçbir anlayış ve teori görmezden gelmiyor. Gerçek dil öğreniminin dilin kendine has müziğinin tanınmasına bağlı olarak geliştiği, dil bilimcilerin birleştiği bir konu. Çocuk önce dilinin müziğini (yani seslerdeki anlam hiyerarşisini), sonra sözcükleri öğrenmektedir. Öğrendiği bu dilde düşünebilmekte ve edebiyat dediğimiz şeyi yaratabilmektedir, ki; bu derece hakimiyet gösterilebilen dile “anadil” denmektedir.

Müziğin başlı başına bir sanat olarak kendini göstermesi, konuşma dilinin arkasında ayrı bir iletişim imkanı olarak sessizce var olan müziğimsi yapının geliştirilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Müziğimsi olarak tarif ettiğimiz bu yapı, ana dilde olduğu gibi bir takım karakteristik özellikler taşımaktadır, ki; “millî” adını ona yakıştırabiliriz.

Buradan hareketle çocuğun anadilini, diliyle aynı temel özellikler üzerine kurulmuş bulunan milli müziği ile birlikte öncelikli olarak öğrenmesi, onu sosyal ve kültürel bakımdan daha dengeli ve sağlıklı bir birey yapacaktır.

Beynin konuşma bölgelerinin geliştiği yarımkürenin karşıtı olan yarımkürede müzik yeteneğinin geliştiği göz önünde alınırsa, müzik eğitiminin fizyolojik olarak da dil gelişimini dengelediğini söyleyebiliriz.

Çocuğun yaşına ve gelişimine göre sunulacak müzik, taşıdığı sözcük dağarı bakımından dil gelişimine öncelikli katkı sağlayacaktır. Yaşının getirdiği beceriler doğrultusunda, şarkıları ezberleme yoluyla anlamını henüz bilmese de pek çok yeni sözcükle tanışmış olacak, bunları zamanla tanıyarak anlamlandıracaktır. Bu anlamlandırmaya, şarkıdaki ifade kalıpları ve bizatihi müziğin kendisi yardımcı olacaktır. Sözcüklerin şarkının ezgisi ve ritmine uygun olarak söylenmesine çalışılması, dil, ağız, dudak kaslarının hakimiyetini arttırması yanında topluca ses organlarını çalıştıracağından, telaffuzu daha düzgün hale getirecektir. Yine müzik çalışmalarına bağlı olarak konuşma temposunun daha kontrol edilebilir duruma geldiğini, doğru ses çıkarma yöntemine alıştırılırsa; yorulmadan, anlaşılır ve sağlıklı bir konuşma tonuna ulaşabileceğini de eklemeliyiz.

Müziğin hafızayı destekleyen yönü göz önüne alındığında, güzel çocuk şiirleriyle bestelenmiş şarkılar, hem dil zevki bakımından, hem de güzel ifadelendirilmiş söz kalıplarını şarkı yoluyla hatırlatma bakımından dil gelişimine katkı sağlayacaktır. Diğer yandan millî müzik yoluyla öğrenecekleri sözcük dağarı, kültürel süreklilik bakımından anlam dünyalarını zenginleştirecektir.

Müziğin Kişilik ve Sosyal Gelişime Katkısı
İnsan doğuştan gelen kalıtım özellikleriyle, yer aldığı çevre kültürü içinde gelişimini sürdürür. Kültürel koşullar içerisinde sosyal ilişkiler, karşılıklı olarak toplumun, kültürün ve bireyin yapısını etkiler. Bireyin, çevresini tanıma çabası, insanları anlamak ve onlara uyum göstermek, hemen bütün ömrünü doldurur. Bu faaliyetinin bir parçası olarak kişilik geliştirir. Kişilik gelişiminde ilk 5 yıl oldukça önemli bir süreçtir. Bu süreç onun sonraki hayatının bir bakıma belirleyicisi görünümündedir.

Kişilik gelişimi sosyal gelişimle birlikte oluşmaktadır. Çünkü kişilik gelişimi, sosyal çevrede kabulü sağlarken, bir yandan da sosyal çevre kişiliğin belirleyicisi haline gelir. Çocuğun kendini keşfedip tanıması çok küçük yaşlarda başlar. Ancak bu fark edişin olumlu seyredebilmesi, çevredekilerin çocuğa gösterdikleri tutuma bağlıdır. Çevrenin sağlıklı tutumu ise hayatta kalmanın, yaşamanın ön şartı kabul edilen güven duygusunun pekiştirilmesine bağlı olarak yorumlanmaktadır.

Okul öncesi dönemde çocuğa önemsendiğini, sevildiğini hissettirmek, kendini sevmesini sağlamak, sevildiğini ve beğenildiğini fark ettirmek, kendisini ifade etmesi için ona fırsat tanımakla kişilik gelişimine destek verilebilir.

Müzik çalışmaları, çocuğun doğal olarak zaten sevdiği bir iştir. Bu atmosferi yakaladıktan sonra, öğretmenin müziği kullanarak yaratacağı çeşitli mizansenlerle, çocukların grup içinde daha fazla kendilerini hissetmeleri, daha fazla kendilerini ve yeteneklerini sergilemeleri imkanı hazırlanabilir (Ürfüoğlu,1989:58). Müzikteki ilerlemeler, öğretmen ve arkadaşlarının takdirini arttırdığı gibi çevre ilgisini de uyandırır. Öğretmen ve arkadaşlarının beğenisini gören çocuğun kendine güveni kadar, yeteneklerini gösterme konusunda cesareti de artar. Nitekim tek başına şarkı söylemeye çekinen çocukların, küme içinde rahatlıkla müziğe katıldığı, tek başına söyleyebilen çocukları gözledikçe, yeteneklerini göstermekte istekli davrandıkları, öğretmen gözlemlerinden çıkarılmaktadır (Seyrek-Sun,1983:33). Solo şarkı söylemek, çalgı çalmak vb. müzik etkinliklerinde bulunan çocukların, sergilemedeki yüksek heyecanları, takdir ve alkışlar, ailesinin mutluluğuna kaynaklık etme hissi ve nihayet bir işi tamamlamanın, başarmanın verdiği tatminle kendisinden memnuniyet duyması, kendi özeleştirisini yapabilmesi ve daha iyiye yönlenmesi sağlanabilmektedir. Hayatın her safhasında uygulanması gerekenler, ileride unutulmayacak bir müzik egzersizi halinde çocuğun tecrübe dağarcığına verilebilir.

Diğer yandan müzik eğitimi, özellikle okul öncesi dönemde, diğer çocuklarla mutlu bir ortamı paylaşma; bir grubun, etkinliğin, bir amacın parçası olma hissini tattırır. Toplu müzik çalışmalarıyla arkadaşlarıyla birlikte bir iş yapma, düzenli ve disiplinli olma, sırasının gelmesini bekleme, sabretme gibi sosyal hayatın gereği olan alışkanlıklar kazanır. Kümede şarkı söylerken sesini kullanmayı, yanındaki arkadaşlarını ve diğerlerini dinleyerek sesini denetlemeyi öğrenir. Böylece topluluk düzeninde başkalarını da göz önünde bulundurmak gerektiğini kavrar. Bilindiği gibi müziğin kendisi de bir düzen işidir. Çocuk, sesleri belli bir düzen içinde söylemesi gerektiğini ve bu düzenin birlikte şarkı söyleyebilmenin şartı olduğunu anladıkça, toplum hayatına intibakı da artacaktır. Bir şarkının ritmiyle heyecanların paylaşılması onun sosyal kimliğini kuvvetlendirecektir.

Müziğin Duygusal ve Zihin Gelişimine Katkısı
Öğrenme, öğrenilenden yararlanabilme, yeni durumlara uyabilme, yeni çözüm yolları bulabilme benzeri yetenekler; düşünme, ilişki kurma, çeşitli öğrenme işlevlerini koordineli yürüterek geliştirebilme gibi zihnî becerilerin bir sonucu olarak karşımıza çıkar. Zihin gelişiminin sağlıklı bir süreç takip etmesi, şüphesiz öncelikle uygun çevre koşullarına ve eğitime bağlıdır.

Müzik zihin gelişimini destekleyici bir faktör olarak da ele alınmaktadır. Şarkılar, müzikli oyunlar, çalgılar yardımıyla istenilen kavramlar kolayca öğretilebilir. Müzik çalışmalarının yardımıyla insan bedeni ve uzuvları, çevre, diğer insanlar, doğa ve doğa olayları, sosyal yaşayış kuralları, kültürel değerler ve değer yargılarını öğretmek ve kavratmak mümkün olabileceği gibi; renk, sayı, biçim, zamana ve mekana dayalı kavramların kavratılmasında da yol alınır.

İlişkili grup testleriyle nöroloji çalışmaları yapan bilim adamlarından Shaw, Levine, Wright, Dennis; müzik eğitimi alan çocukların, almayanlara göre mantıksal hafıza ve algılama yeteneklerinin ciddi şekilde geliştiğini ortaya koymaktadırlar.

Ayrıca beynin dil ve müzikle ilgili işlevlerini üstlenen sol şakak lobundaki bölümün geliştiği gözlenerek ciddi müzik eğitiminin beyin anatomisini değiştirdiği de ispatlanmıştır. Buna bağlı olarak müzikle uğraşan kişilerde iki beyin yarım küresini birbirine bağlayan ve aradaki iletişimi sağlayan “corpus callosum” adlı yapının da normalden büyük olduğu saptanmıştır.

Bir diğer bulgu, sinir liflerini saran ve iletimin lif boyunca daha hızlı olmasını sağlayan “miyelin kılıfı”nın beyindeki corpus callosumdan daha kalın olabildiğidir (Tozar,2002:53).

Çocukların en küçük yaşlardan itibaren ilgi duydukları ritm çalışmalarıyla dikkat, denge, tepki becerilerinin geliştiği; el, kol, ayak, baş, göz gibi uzuvlar arasında eşgüdüm sağlandığı; davranışlarda, incelik ve çeviklik kazanıldığı gözlenmiştir.

Ayrıca duyular arasındaki koordinasyonun görme, duyma, duyduğunu gerektirdiği ölçüde enstruman üzerinde el becerisine çevirme, şarkı söyleme, ayakla ritmi takip etme, dinleyenleri göz önünde bulundurma gibi pek çok eylem aynı anda müziğin gereği olarak gerçekleştirilebilmektedir.

Dolayısıyla müzik aynı zamanda bir zihin faaliyeti olarak değerlendirilmektedir.

Müzik, melodi, ritm, tempo, ton vb. bileşenlerden oluşur. Ancak müzik bir beyin faaliyeti olarak ele alındığında, dinlemek, müziği dinlerken duygulanmak, onu enstrümanla icra etmek, müziği dinlemeden beyinde hissetmek, şarkı söylemek, şarkı söyleyerek enstrüman çalmak gibi bir çok farklı eylemin çeşitli mekanizmaları harekete geçirdiği gözlenmiştir (Gültek,2002:22).

İç veya dış etkilerin bireyde haz yahut elem türünden izlenimler yaratması haline duygu denilmektedir. Duygu doğumdan itibaren insanoğluna eşlik eden bir hal olarak gözlenir. Okul öncesi dönemde hemen bütün duygu türleri etkin biçimde kendini gösterir. Yine pek çok duygunun bu çağlarda gelişip, bazılarının çevre koşullarına göre çocukta yerleştiği düşünülürse, okul öncesi döneminin önemi bir kez daha ortaya çıkar.

Okul öncesi dönemde müzik çalışmaları çocuğun mutlu olduğu bir eylemdir. Temel olarak onun mutlu olduğu bir ortamda bulunması, mutlu olduğu bir işle meşgul olması, duygusal gelişimi ve sağlığı bakımından faydalar içerir. Nitekim Haluk Yavuzer kitabında, dünyanın bir çok ülkesinde duygusal bozukluğu olan çocukların tedavisinde müzik terapisinin kullanıldığını belirtmektedir (Yavuzer ,2002:204-206.).

Müziğin ve dolayısıyla sanatın, duyguları düzene sokan, rehabilite eden tarafı, sanat-terapi birlikteliğine dikkat çeker. Victor Lowenfeld, sanat eğitimini: “Bir terapi, sembollerin yorumlanması ile sembollerden kurgusal sonuçlar çıkarma yoluyla ulaşılan bir teşhis” olarak değerlendirmektedir. Bu bakımdan sanat öğretmeninin sanatçı, öğretmen ve terapist olma yeteneğine sahip olması gerektiği vurgulanmıştır. Böylece sanat, duygusal rahatsızlıkların düzeltilmesinde, aksaklıkların telafisinde kullanılır hale gelmiştir.” (Erbay,1997:53). Konfiçyus’un asırlar ardından günümüze gelen “Müzik ruhun gıdasıdır” sözü, müziğin duygusal gelişim ve sağlık bakımından önemini veciz bir şekilde ortaya koyuyor.

Sonuç
Çocukla birlikte ilk akla gelen anahtar kelimeler oyun ve sanattır. Çocuk kendi doğallığı içinde anlama ve öğrenmelerini, duygularını ve yorumlamalarını oyunla ifade eder. Bu saf, yalın ve özgün ifade ediş yöntemi sanatın başlangıcı sayılabilir. Bu yüzden her çocuk bir bakıma sanatkardır. Müzikse, onun ifade ediş enstrümanlarından biri. Öyle ki, çocuk ve müzik yüzyıllarca birbirini tamamlayan unsurlar olarak ele alınmıştır. Avrupa resim sanatında çalgıların tombul, bukleli saçlı melek yavrularıyla birlikte resmedilmeleri, çalgıların kutsanışı gibidir. Ortaçağda günahsızlığı ve cenneti simgeleyen çocuk sesi, çocuk sopranolarından oluşan koroları ve o saf sesi koruyabilmek için, Avrupa sanat tarihinin yüz karası olarak, hadım edilip hayatları boyunca ses tellerinde 12 yaşın tazeliğini sürdüren erkeklerin castrato geleneğini oluşturmuşlardı.

Çoğunlukla çocuk oyununun içinde müzik, müziğinin içinde oyun saklıdır. Çocuğa ulaşmak; onun dilini anlamaktan, yani oyun ve sanatı, dolayısıyla müziği aracı kılmakla kolaylaşır. Özellikle okul öncesini kapsayan yaş gruplarında müzik çalışmaları, sevindirici, eğlendirici, mutluluk verici bir uğraştır. Onun mutluluğu bir yandan sağlıklı duygusal dengeyi hazırlarken, diğer yandan zihnî kapasitesinin açığa çıkmasına sebep olmaktadır. İşte bu temel noktadan itibaren eğitimde müziğin kullanımı kayda değer başarılı sonuçlar vermektedir. Başta dil, zihin ve duygusal gelişim olmak üzere, sosyal gelişim ve kişilik gelişimine önemli katkılar sağlamaktadır.

KAYNAKLAR

AKKAŞ, Salih (1991), Okul Öncesi Eğitimde Müzik, Ankara.
AŞICI, Murat (2003), Ailede Dil Etkinlikleri, İstanbul.
DİNÇER, İnci (2000), Çocuk Gelişimiyle İlgilenenler İçin Müzik El Kitabı, İstanbul.
ERBAY,Mutlu (Ekim 1997), “Sanat Eğitiminin Önemi”, Anadolu Sanat Dergisi. S:7.
GÜLTEK, Buğra (Şubat 2002), “ Müzik, Yetenek ve Çocuk”, Çoluk Çocuk Dergisi, S:11, İst.
HAİNES,B.Joan- GERBER,Linda (1996), Leading Young Children to Musıc, New Jersey.
İZBUL, Yalçın (2004), Liwingston’un Tezi: Önce Müzik Sonra Konuşma,
http://www.oursworld.net/bilim-araştırma/ilk-dil.htm, 03-08-2004.
MENUHİN,Yehudi (Aralık 1950), “Çocuklarımın Müzik Yeteneği Olsaydı”, Çev: Nüvit
Berker, Müzik Görüşleri,S:15.
SANDSTRÖM,C.I (1982), Çocuk ve Gençlik Psikolojisi,Çev: Refia Uğurel-ŞEMİN, İstanbul.
SEYREK,Hilmi-SUN,Muammer (1983), Okul Öncesi Eğitimde Müzik, İzmir.
SPELT,D.K. (1948) “The Conditioning of the Human Foetus in Utero”, J.Exp. Psychol,38.
TOZAR,Zeynep (Şubat 2003), “Müzikle Dans Eden Beyin”, Bilim Teknik Dergisi, İstanbul.
UÇAN,Ali (1994), Müzik Eğitimi Temel Kavramlar, İlkeler, Yaklaşımlar, Ankara.
ÜRFÜOĞLU,Ayşe (1989), Bebeklik ve Okul Öncesi Dönemde Müziğin Gelişimi ve Eğitimi, İstanbul.
YAVUZER,Haluk (1998), Bedensel, Zihinsel ve Sosyal Gelişimiyle Çocuğunuzun İlk Altı Yılı, İstanbul.
– (2002), Çocuk Psikolojisi,İstanbul.
YÜKSEL, E.Derya (1996), Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Müzik Eğitimi, İTÜ Sos.Blm.Enst. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
Bu makale, Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı:8, Sakarya, Ekim 2004. ss.271-284 yayınlanmıştır.
Yazar
Fatma Adile BAŞER

Fatma Adile BAŞER 1965’de İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini Mimar Sinan Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü’nde tamamladı. İstanbul Teknik Ünivesitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı (TMDK)Temel Bilimler Bölümü�... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen