‘NANAOBAKTERİ’ KEŞFİYLE NOBEL TIP ÖDÜLÜNE ADAY GÖSTERİLEN VE NASA JOHNSON UZAY MERKEZİNDE ÇALIŞAN BİYOLOG Doç. Dr. NEVA ÇİFTÇİOĞLU BANES
NASA Johnson Uzay Merkezinde Çalışan Biyolog Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu Banes, keşfettiği ‘nanobakteri’ çalışmalarını, ülkemizde biyologların yaşadığı sıkıntıları ve akademik hayatın bütün yönleri hakkında bilgi verdi.
Finlandiya Kuopio Üniversitesinde birlikte çalıştığı Dr. Olavi Kajander ile steril kan ürünlerinde bakteri benzeri partiküller gözlemleyen, yani calcifying nanoparticles (CNP) ‘kalsifiye olan nanopartiküller’ keşfeden ve bu sebeple Nobel Tıp ödülüne aday gösterilen Biyolog Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu Banes, keşfinden sonra NASA Johnson Uzay Merkezinden bilim insanı olarak iş teklifi aldı. Houston’da araştırmalarına devam eden Çiftçioğlu Banes, Kalsifikasyon hastalıkları hakkında araştırmalarını sürdürüyor.
“Ben Biyolog Olmanın Sıkıntısını Yurt Dışında Değil Ülkemde Yaşadım ve Yaşıyorum”
“Ben biyolog olmanın sıkıntısını yurt dışında değil ülkemde yaşadım ve yaşıyorum” diyen Neva Çiftçioğlu Banes ülkemizdeki biyologların yaşadığı sıkıntıları şu şekilde anlattı: “Şu anda Türkiye’de bir bilimsel kurum içerisinde çalışmıyorum. Dolayısıyla son yıllarda yaşanan sıkıntılar hakkında fazla bilgim yok. Ancak meslektaş arkadaşlarımdan biliyorum ki ülkemde bütün bu zorluklara rağmen yılmadan çarkları zorlayan bir grup var. Ve bu gruptaki her bir biyolog adeta bir milli bilim kahramanı. Keşke o insanlar yapılması gereken sistem değişikliklerinde alınacak kararlarda direkt söz sahibi olsalar.” Biyolog Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu Banes, Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e araştırmalarını, hedeflerini ve biyologların haklarının kazanılması için önerilerini anlattı.
Ne üzerine çalışıyorsunuz?
Biyolojiden mezun olduktan sonra Ankara Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji bölümünde mastırımı immün sistem üzerine, doktoramı da alerjik rinitler üzerine yaptım. Doktora sonrası Finlandiya’ya gittikten sonra araştırma konum tamamen değişti. Kuopio Üniversitesinde birlikte çalıştığım Dr. Olavi Kajander steril kan ürünlerinde bakteri benzeri partiküller gözlemiş ama tanımlayamadığı için üzerinde durmamıştı. Bir mikrobiyolog olarak ilgimi çok çekti. Konuyu ele alarak çalışmalara başladım. Büyük bir virüs büyüklüğünde ama her hangi bir hücreye gereksinim duymadan kendi kendine bölünebilen bu partiküllerin önce morfolojik, daha sonra memeli hücreler üzerine etkileri üzerine yoğunlaştım. Elde ettiğim veriler Dr. Kajander’inde ilgisini çekti ve birlikte şimdiye kadar kimse tarafından tanımlanmamış bu ‘nanoorganizmaları’ geçici olarak ‘nanaobakteri’ olarak isimlendirdik ve yıllar süren araştırmalarımıza başladık. Her yeni buluşun geçtiği çetrefilli yollardan geçtik. Hatta Nobel Tıp ödülüne aday gösterildik. Bizden nükleik asit yapılarının tanımlanması istendi. Fakat nanobakterilerin standart dışı morfolojik yapıları (apatit bir ‘hücre duvarı’) standart teknikleri kullanmamıza engel oldu. Yüzeyi mineralle kaplı bir hücreyle çalışmak gerçekten çok zor. Son derece ilkel bir yaşam formu olan nanaobakterilerin adını diğer bilim insanlarının da önerileriyle calcifying nanoparticles (CNP) yani ‘kalsifiye olan nanopartiküller’ olarak değiştirdik. Çünkü ne DNA ne de RNA araştırma sonuçları tatmin ediciydi. Bundan 5 yıl öncesine kadar kabullenilemeyen bu sonuçlar bugün ‘canlı’ tanımın moleküler biyoloji ve nanoteknoloji uzmanlarınca değiştirilmesiyle anlam kazandı. Bütün bulgularımız çok önemli bilimsel dergilerde yayımlandıkça daha da çok ilgi çektik. NASA Johnson Uzay Merkezinden bilim insanı olarak iş teklifi aldım ve Houston’da araştırmalarıma devam ettim. Genelde astronot sağlığı ve başka gezegenlerde ilkel hayat arama projelerinde bilim direktörü olarak çalıştım. Dünyanın dört bir yanından ekipler araştırmalarımıza katıldılar. Her yeni buluş gibi inanmayan bilim gruplarıyla yüz yüze adeta savaş verdik. Sonuç: savaş devam ediyor. Bu savaş kaç yıl daha sürer bilinmez. Mikrobiyoloji tarihi yeni mikroorganizmaların keşfeden bilim insanlarının kendi meslektaşlarıyla olan savaşını yazsa sanırım yazılmış genel mikrobiyoloji kitaplarından çok daha fazla yer tutar. Bir ara çalışmalarıma ara verdim, tekrar dönme aşamasındayım. Bu arada Habertük gazetesinde bilim köşe yazarı olarak halka ‘azıcıkta bilim okuyun’ mesajları vermeye çalıştım. Öyle görünüyor ki işe yaramışta. Çok güzel tepkiler geliyor. Besbelli insanlar bilim dünyasında neler olduğunu takip etmek istiyor ama onlara sadece magazin ve siyaset sunuluyor.
Araştırdığınız nanopartiküller ne tür hastalıklara sebep oluyor?
Patolojik kalsifikasyonlara sebep olduğunu çeşitli kliniklerinde bize katılmasıyla 20 yıllık bir araştırma sonunda, gösterdik. Patolojik kalsifikasyon halk arasında kireçlenme olarak bilinir. Kemik ve dişler dışında vücudun neresinde ekstra kalsiyum fosfat, kalsiyum karbonat birikmesi olursa bu patolojik bir bulgudur. Örneğin böbrek ve diş taşları, eklem kireçlenmeleri, kalp kapakçıkları ve damar kireçlenmeleri, prostatit ve kanserlerde görülen yumuşak doku kireçlenmeleri en bariz örnekler.
Bu hastalıkların bulguları, belirtileri ve tedavileri hakkında genel bilgiler verebilir misiniz?
Her kireçlenme hastalığının bulgusu farklı doğal olarak. Teşhisi röntgen, ultrasonorafi veya CT scan teknikleriyle koyulabilir. Kireçlenmenin bilinen bir tedavisi yok. Maalesef kireçlenen organ bir süre sonra fonksiyonunu yitirmeye başlar. Hayati organlarda gelişen bu durum ölümle sonuçlanabilir. Biz kliniğe yönelik araştırmalarımız sırasında bu hastalıkların erken teşhis ve tedavisi üzerine de yoğunlaştık. Patent almış tedavilerimizi özellikle Cleavland Klinikteki gönüllü hastalar üzerinde denediğimizde çok başarılı sonuçlar aldık. Fakat her yeni tedavi gibi FDA onayı almadan rutin tedavilere girmek imkansız. Kullanılan her tedavi epey sıkıntılı aşamalardan sonra hastalara ulaşabiliyor.
Bu hastalığın dünyada ve Türkiye’de görülme sıklığı nedir, bu konuda istatistikî bilgileri paylaşabilir misiniz?
Kalsifikasyon hastalıkları çok çeşitli ve genelleyerek bu problem hakkında istatistiki bir bilgi vermek bu anlamda çok zor. Çünkü bu hastalıkları ‘dünyada’ olarak genelleyemeyeceğimiz gibi ‘ülkede’ olarak da genelleyemeyiz. Çünkü hastalık yüzdesi aynı şehirdeki köyden köye dahi değişmektedir. Ama kısaca şunu söyleyebilirim ki tıp dünyasında patolojik kalsifikasyonun bulunduğu ‘artheriosclerosis’ dünyadaki bir numaralı katil olarak kabul edilmektedir.
Kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
Benim yaşam filozofim: yaşadığımız sürece hayatımızdaki ‘imkansız’ları yaratan ne ailemiz, ne toplum, ne de ülkemiz. Kendimiziz! Hayallerimize getirdiğimiz sınırlarla ve inançsızlığımızla hayatımızı sınırlıyoruz. Bir şeyleri değiştirmek için o bir şeyleri maniple etmek yerine ona bakış açımızı değiştirmeliyiz. Çevrede egosu uğruna hayatını heba eden o kadar çok insan var ki. Bu insanların varlığı başarısızlığa sebep olarak gösterilmemeli. Başkalarını aşağılayarak büyüyeceğini zanneden o küçücükleri kendi dünyalarında yalnız bırakıp kendi yolumuza devam etmekle ancak başarı ve mutluluğa ulaşabiliriz.
Bugüne kadar eğitim aldığınız ve çalıştığınız kurumlar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Eğitim: İlkokul: Seyranbağları ilkokulu. Ortaokul ve Lise: Kocatepe Mimar Kemal Lisesi. Üniversite: Hacettepe Üniversitesi, Biyoloji. Mastır ve doktora: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Bölümü. Doktora Sonrası Eğitim: Kuopio Üniversitesi, Biyoteknoloji Bölümü, Finlandiya. Doçentlik: Kuopio Üniversitesi, Biyoteknoloji Bölümü, Finlandiya ve ardından Türkiye’de denklik.
Çalışma Hayatım: Ankara Üniversitesi Tıp fakültesi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalında 7 yıl araştırma görevlisi. Finlandiya Kuopio Üniversitesi Biyoteknoloji bölümünde Researcher ve Assistant prefessor olarak 11 yıl, NASA Johnson Space Center’da bilim direktörü olarak 8 yıl, NB Research LTD’de vice president olarak 4 yıl. Hobi olarak, Habertürk Gazetesi bilim köşe yazarı: 3 yıl, TRT Ankara Radyosu Klasik Müzik prodüktör ve sunuculuğu 2 yıl.
Eğitim aldığınız kurumların halen bulunduğunuz konuma gelmenizdeki katkıları nelerdir, şu anda çalıştığınız kurumu neden seçtiniz?
Bu katkıları A-B-C diye sıralamak çok güç doğrusu. Kimi kurumlar süper eğitimiyle beni bilimsel bakımdan geliştirirken kimi kurumlarda oynanan çirkin politik oyunlarıyla bana bilimdeki sürati yavaşlatan kişilerin yine egosu yüksek ‘bilim insanları’ olduğunu öğretti. Bu da bir çeşit eğitim ve başarıya katkı bence. Ben son çalıştığım kurumları bu politik oyunların en az oynandığı kurumlar arasından seçtim.
Halen pratiğini yaptığınız branşın Türkiye ve ABD’deki durumunu karşılaştırabilir misiniz?
Kısa bir yanıt olacak ama, teknoloji olarak dışarıda ne varsa bizde de aynısı var. Yaratıcı genç beyinler deseniz alası var. Ama bütün bunların yanı sıra birde şahane çalışabilecek çarkların arasına sokulmuş çubuklar bir de bu çubukların çıkarılıp atılmasına engel olan sistem bozuklukları var.
Halen çalışmakta olduğunuz kurumu ya da çalışmış olduğunuz kurumları eğitim, araştırma ve sağlık hizmetleri konuları açısından Türkiye’deki kurumlar ile karşılaştırabilir misiniz?
Hayır! Çünkü ülkemdeki iş başvurularına olumlu yanıt alamadım ki sistemin içerisine girerek neler oluyor bir gözleyeyim. Ben 20 yılı aşkın süredir Türkiye’de bir bilimsel kurum içerisinde çalışmıyorum. Sadece dışarıdan gözlemlerimi ve sistem içerisinde tanıdığım dostlarımın serzenişlerini dile getiriyorum. Fakat şunu da söylemeden geçersem haksızlık olur. Ülkemde bütün bu zorluklara rağmen yılmadan çarkları zorlayan bir grup var ki bence her biri adeta milli bir bilim kahramanı. Keşke o insanlara daha çok destek olunsa. Keşke o insanlar bilimde alınacak kararlarda direkt söz sahibi olsa. Her şey çok daha farklı olurdu.
Türkiye’de halen eğitim almakta olan biyoloji öğrencilerine ya da biyologlara neler önerirsiniz?
Benim önerilerim her meslekten insana aynı. Çünkü her meslekten insan enflasyonu başladı. Doktorlar, mühendisler, sanatçılar …. Sivrilebilmek için çok başarılı bir öğrenci olmanın yanı sıra çok iyi bir insan, grup elemanı, problem çıktığında şikayet etme yerine çözüm arayan, entelektüel, en az bir yabancı dili çok iyi derecede bilen kişilik özelliklerini taşımalı. Bilgi her an öğrenilebilir ama diğer özellikler yaşam boyunca geliştirilebiliyor.
Hangi bilimsel dergileri takip ediyorsunuz?
Belirli bir listem yok. Okuduğum bilimsel dergiler gerçekten sayamayacağım kadar çok. Nature, Scince. New Scientist ve PNAS örnek olarak verebileceğim dergiler.
Mesleğinizle ilgili en çok ziyaret ettiğiniz 3 internet sitesi nedir?
Aynı şey internet sitesi için de geçerli. Ama her gün NASA’nın bilim sayfasını mutlaka okurum.
Alanınızda araştırma yapanlara mutlaka okumalarını tavsiye ettiğiniz kitaplar hangileri?
Bu soruda da roman gibi şu ya da bu kitap diyemem. Bilim artık dört nala. Bugün çıkan bir kitaptaki bilgi yarın yalanlanabiliyor. Kitap yerine alanlarındaki bilimsel dergilerden aylık çıkan yayınları takip etmelerini tavsiye ederim.
Bilim ile uğraşan veya ilgilenen herkese mutlaka okumalarını tavsiye ettiğiniz kitaplar hangileri? Ayrıca yaptığınız spor, tavsiye edeceğiniz film, müzik nelerdir?
Ben skuba dalışı, plates ve yogayla ilgileniyorum. Bilim Kurgu filimler hoşuma gidiyor. Şimdiye kadar seyredip etkilendiğim filimler arasında Powder, What the bleep do we know ve Avatar var. Okuduğum kitaplar her türden. Yemek kitapları, dinlerle ilgili kitaplar, filozofi kitapları, romanlar, şu sıralar tarih kitapları. Madem tarih tekerrür eder diyorlar belki ülkemin nereye gittiğini anlarım diye ipucu arıyorum galiba. Müzik: klasik batı müziği ve new age.
Yurt dışında biyolog olmanın sıkıntıları nelerdir?
Ben biyolog olmanın sıkıntısını yurt dışında değil ülkemde yaşadım ve yaşıyorum.
Türkiye’de biyolojinin durumu nedir? Ülke dışında tahsil almak gerekli midir? Kimler için daha uygundur?
Ben ülkemde biyolog oldum ve bugün geldiğim noktada temelim orada atıldı! Şu sıralar eğitim nasıl, öğrenciler neye yönlendiriliyor bilemiyorum. Ama tek bildiğim şey ne benim dönemimde ne de şimdi gençlere ‘dışarıda kurtlar sofrası var, güçlü olun’ uyarısı yapılmıyor. Yurt dışı bir kaçış değil. Orada daha büyük kurtlar sofrası var. Eğer eğitim alt yapınız yönünden, temeliniz ve daha önce de söylediğim açılardan zayıfsanız.
ABD’deki kurumların yabancı biyologlara ve özellikle Türklere karşı özel bir tutumu var mıdır?
Hayır! Gücünüz bilginiz ise, güvenilir bir insansanız, çalışkansanız, iyi bir ekip elemanıysanız önünüzde kapılar açılıyor. En azından ben bir zorluk çekmedim.
ABD’deki ünlü araştırma merkezlerine eğitim amaçlı olarak girebilmek mümkün müdür?
Tabiki ama ciddi maddi destek almak gerekiyor. Bu aileden de olabilir, bir bursla da olabilir. Gelip işe girmek kolay değil çünkü. İşe girip okulla paralel götürmekse zor en azından başlangıçta. Kolay değil yeni bir ülkeye uyum göstermek. Psikolojik olarak adaptasyon süresince tanıdık birileri ve maddi destek en iyisi. Gerçi ben yapayalnız sadece bir bavul ve devlet bursuyla yurt dışına çıktım ama derhal üniversitede çalışma imkanım oldu. NASA’dan bahsetmek gerekirse NASA bünyesi dışındaki araştırmalar için destek olabiliyor üniversiteler vs ama kendi bünyesi içerisine almakta çok katı kuralları var. Genelde ‘başvuru yapanları değil, seçtiklerimizi alırız’ tarzında bir yaklaşımları var. Süper bir not ortalamasıyla iyi bir üniversitede yer alan gençler eğer NASA hayal ediyorlarsa bence imkansız değil. Zaten imkansız diye bir şey yok ki.
Kaynak:
Bu yazı, Sayın Doç.Dr. Neva Çiftçioğlu Banes’in izniyle, aşağıdaki kaynaktan alınarak yayımlanmıştır.
http://fesraoz.blogspot.com.tr/2012/04/nanaobakteri-kesfiyle-nobel-tip-odulune.html