Esat ARSLAN
Ne kadar çok, alıngan ve duygusalız, öyle değil mi, sevgili okurlar. Oysa uluslararası arenada sadece ve sadece devletlerin çıkarları, küresel ölçekte dikkate alınan uluslararası örgütlerin menfaatleri boy gösterir. Bazen bu ikinci örgütlenme sistematiği devlet çıkarlarının bile önüne geçebilir. Yaşıyoruz, görüyoruz. Şimdi gelin, bir de kendimize bakalım. Türkiye Cumhuriyeti, son derece kaygan bir zemini yurt edinmiştir. Ancak buna karşın, daima ve ısrarla bir kırmızıçizgisi olan, bundan ödün vermeyen bir devlet görüntüsü çizmektedir. Geçmişten gelen devlet yöneticilerin hamurdan mı kaynaklanmaktadır, bilmiyorum. Kozamızı örüp, sınırlarımızı çizdikten ve de aradaki farklılıkları saptadığımızda hemencecik “Sepeti Koluna Herkes Yoluna” diyebilmeyi şiar haline getirmektedir, hemen söyleyelim, bu tutum uluslararası ilişkilerde yanlış bir tutum ve davranıştır. Öncelikle en son söyleyeceğimizi en baştan söyleyelim, “NATO’dan Ayrılanı “Rus” falan kapmaz.” “Çin de kapmaz” Kapsa kapsa, kim kapar? “Kurt” kapmaz da, o da olmadığına göre, acaba bir başımıza mı kalır mıyız kaygısı, işte düşünülmesi gereken budur. Ayrıca yadsınamaz bir gerçek de haklının değil, güçlünün haklı olduğu bir dünyada yaşamakta olduğumuz bilincidir. Bir de, bir de unutulmaması gereken günü birlik politikalarla bir yerlere varmamız mümkün olunamayacağı realitesidir.
Bırakın, ünlü satranç ustası “Boris Spassky” gibi satranç tahtası üzerinde dokuz on el sonrasının görülmesini, maalesef söyleyelim, biz bir el sonrasını bile doğru düzgün önümüze koyamıyoruz. Mantık şu, hele bu badireden bir kurtulalım da, toslarsak bakarız çaresine deyip, işin içinden çıkmayı, bu kolaycılığı pek seviyoruz. Yani, “Yarına Allah Kerim”, ama ben de derim ki, “Kerimin kuyusu da derin”. Evet, sevgili okurlar, yapılan şey, bir Şark aculluğudur ve de Türkiye’yi her gün yeniden kuran ya da kurtaran bir köy kahvesi çözümü alışkanlığıdır. Yani, yanisi şu… Bu geçmişten günümüze intikal eden “Sallandıracaksın –artık o gün ya da o gece kimleri hedef tahtasına koyduysanız, sayı üç aşağı beş yukarı o kadar- neyse hadi yüz kişi olsun- Sultanahmet Meydanında, bak o zaman ortalık nasıl da süt liman olur. ” yaklaşımıdır. Ne diyeyim, önünü arkasını düşünmeden, hemen eyleme geçip, ondan sonra da nerede yanlış yaptık deyip karalar bağlamanın, bizden aldıkları yani götürüsüdür. Bu DNA moleküllerine kadar işlemiş alışkanlıklarımızdan bir an önce kurtulmalıyız.
Bu kadar özeleştiriden sonra bir yerlerden buralara kadar, nasıl salınıp geldik? Ona bakalım, şimdi onu inceleyelim. Efendim, aslında değişen bir şey yok, durum Garp Cephesindekinin Aynı… Norveç’te düzenlenen “Trident Javelin” NATO tatbikatında, Atatürk’ün heykelinin “Düşman Liderler Biyografisi” ndeki metinlere yerleştirildiği; Cumhurbaşkanı Erdoğan adıyla açılan bir sahte hesaptan da Erdoğan’ın düşman ülke liderleriyle özelikle de S- 400 Füzeleri konusunda işbirliği yaptığı mesajının verildiği ortaya çıkması ortalığın iyice gerilmesine neden olmuştur. Ha bu arada şunu da söyleyelim, NATO’nun başındaki Temmuz 2015 itibariyle NATO Genel Sekreteri de daha önce Norveç Başbakanlığı yapmış olan Jens Stoltenberg’dir.
Efendim, söz konusu plan tatbikatının, gerçek olaylarla neredeyse bir bir örtüşen ve zamanı geldiğinde plan tatbikatına enjekte edilen jenerik senaryosunda, hayali “Skolken” adındaki ülkenin S-400 füze sistemi edinme yönünde önemli aşamalar kaydettiği ve son dönemde “Skolken” ülkesi ile S-400 üretici ülke arasında yakınlaşmanın arttığı bilgileri genel durum senaryosu zaman diyagramına gerçekmiş gibi dahil edilmiştir. Hakikaten olaylarda bu minvalde gelişmiştir. Unutmadan tekraren söyleyelim, genel durum senaryosunun bir önemli özelliği de yaşanılan zaman dilimiyle bire bir örtüşmesi daha doğru ifadeyle güncelin yakalanmasıdır. Tabii burada söyleyelim, “Skolken” ülkesiyle Türkiye’nin kastedildiği apaçık ortadadır. Peki, bunun tekniği nedir? Diye bana sorarsanız- daha önce hazırladığım için bir yetkili gibi söyleyebilirim- Bu tür harp oyunu ve plan tatbikatlarında ülke isimleri, yer adları değiştirilir ama olaylar ve aktörlerin adlarının neredeyse birebir verilmesi genel kurallardandır. Ee, o zaman, biraz da günümüzde yaşanılan gerçek durumu tekrardan anımsayalım. Medyayı az çok takip ettiyseniz biliyorsunuzdur, ABD Genelkurmay Başkanının, Pentagon sözcüsünün, NATO Askeri Komite Başkanının, NATO Hava Kuvvetleri Komutanının ve ABD Hava Kuvvetleri Müsteşar Yardımcısının, Rusya’dan S-400 füze sistemi alınması ile ilgili Türkiye’ye uyarıda bulundukları bir kez daha anımsamakta yarar vardır, sanırım.
Norveç’teki bu NATO sanal plan tatbikatında, bahse konu olan mesele, mütecaviz (saldırgan, muhasım, kırmızı kuvvet bunlar NATO terimleridir.) havuzunda kullanılan “Atatürk silüeti” ve sahte “Recep Tayyip Erdoğan sosyal medya hesabı”dır. Üzülerek ifade etmek gerekir ki maalesef ortaya –ben bilinçli olduğuna inanıyorum- konulan bu sorunsal olgu, sadece Türkiye-NATO ilişkilerini değil, aynı zamanda Cumhuriyet dönemi boyunca görülmemiş ölçüde Türkiye-ABD ilişkilerini de şiddeti artan bir gerginlik sürecine getirdiği de dünya kamuoyunun gündemindedir. Eskiden NATO toplantıları büyük ölçüde, Türkiye-Yunanistan gerginliğine kilitlenirken, şimdi yaşadığımız, yaşanılan bu çatışma sistematiğine kilitlenmiş durumdadır. Ama bütün bunlar olurken, en çok da neye üzülüyorum biliyor musunuz sevgili okurlar, NATO’nun yanından bile geçmemiş, açılımından bile haberi olmayan kişilere, medyamızın önde gelen ulusal kanallarının mikrofon uzatması onlar da sıkılmadan bu konuda açıklamalarda bulunması, ve de ekranlarda boy göstermesi ya da amiyane bir biçimde racon veya ahkâm kesmesi. Hadi gel de hatırlama Rahmetli Uğur Mumcu’nun sıkça kullandığı, ilk olarak Konfüçyüs’ün söylediği düşünülen “Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi oluyoruz.” özdeyişini. Efendim, önünü arkasını düşünmeden, nasılsa dil kemiksiz olduğundan konuşuyoruz da konuşuyoruz. Kızgın bir kamyon yazısında olduğu gibi, “ağzı olan konuşuyor, ağzı olan konuşuyor.” Ve de bir reklam filminin ilginç sloganı gibi “Ne diyorsam o.” yaklaşımı sergileniyor.
Sevgili okurlar, hiç bir şey göründüğü gibi değildir… Sanal ortamda oynanan Harp Oyunu ya da plan tatbikatı, bu NATO görevindeki 41 Türk personelinin katıldığı iki sene önceden başlayan bir seri hazırlık koordinasyon toplantılarında belirlenen çerçevede icra edilmektedir. Yani bu sanal tatbikata Türkiye’nin doğrudan dahli bulunmaktadır. Bir de önemle belirtmemiz gerekir ki, NATO’da Türkiye’nin her konuda veto hakkı bulunduğundan Türkiye’nin onay vermediği hiçbir bir şey, hiçbir konu hiçbir biçimde planlanamaz, hele hele hiçbir şekilde eyleme geçirilemez. Ama bir farkla, 400’ün üzerindeki NATO Türk Silahlı Kuvvetleri postunun 237’si FETÖ ‘cü olursa bu ve buna benzer olaylarla karşı karşıya gelmek her zaman olasıdır. Bu tatbikatın olaylar senaryosunda, Türkiye’yle birebir benzerlik taşıyan bu tür bilginin yer almasının vebali bu 41 kişinin omuzlarındadır. Hadi onlar bu işte bigâne kaldılar, sessizlik gösterdiler, peki onay makamı olarak Genelkurmay Başkanlığının ve Dışişleri Bakanlığının böyle bir durumu kabul etmesi anlaşılabilir bir durum değildir. Tatbikat senaryosunun hazırlık ve onay aşamasında, NATO karargâhında görevli Türk personelinin bu ayrıntıyı gözden kaçırmasının nedeni soruşturulmalı, gerekirse bu personel kovuşturulmaya tabi tutulmalıdır. Sadece Türk bayrağı değil, Türk Silahlı Kuvvetlerinin üniforması da Türk Milletinin onur timsalidir. 8-17 Kasım 2017 tarihlerinde düzenlenen bu plan tatbikatında, skandalın 13 Kasım’da ortaya çıkmış olmasına karşın, Cumhurbaşkanı’nın tatbikatın son günü olan 17 Kasım’da haberdar edilmesi de ayrıca irdelenmesi gereken önemli bir konudur. Sözün kısası şu, atı alan Üsküdar’ı geçmiş, yani plan tatbikatı bittikten sonra, söz konusu personelin tatbikattan el çektirilse n’olur, görevden el çektirilmese n’olur? Olguyu anlayabiliyoruz değil mi? Ne diyeyim, sadece kendimize güldürmeyelim yeter… Bu durum sadece son derece yanlış bir tutum değil, aynı zamanda trajikomik bir olgudur da. Bu olayın geçmişini incelemeden ve daha önce gerçekten böyle bir durum vardı ise bunu görmeyen ve müdahale etmeyen NATO personelimizin savunmalarını almadan, öğrenmeden hiç kimsenin kayığına binmememiz gerekir… Ne de olsa bu kayık imamın kayığı değildir.
Bütün bu girizgahtan sonra, demem odur ki, Suriye ve Ortadoğu’da Türkiye’nin ulusal çıkarları ile AB(D)-İsrail armadasının ortak çıkarları karşılıklı çatışma içerisinde bulunmaktadır. AB(D)- İsrail ittifakı, Türkiye’nin terör örgütü olarak kabul ettiği Suriye’deki PKK’nın kolu YPG’yi eğitip, donatarak bunu “Suriye Demokratik Güçleri” adıyla düzenli bir ordu durumuna getirdiğini, Bağdat’taki sağır sultan bile bilmektedir. Ayrıca RF’nin de, PKK ve YPG’yi terör örgütü olarak kabul etmediğini bu arada önemle ifade edelim. Anımsamakta yarar var. 2 Kasım 2017 tarihinde Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov’un, Ankara’nın Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne PYD’nin katılmasına karşı çıkmasına ilişkin olarak, “Onlar Suriye’nin vatandaşı, Türkiye’nin değil” ifadelerini kullanması son derece manidar bir durumu da dikte ettirmektedir. Yani deniyor ki, bunlar senin ülkende herhangi bir terör faaliyetleri icra etmedikten sonra, benim indimde onlar Suriye Cumhuriyeti vatandaşıdır ve ben onlara sahip çıkarım. Öte yandan Soçi Zirvesinin de bir bakıma Türkiye’nin milli değerlerine ya da NATO ayarlarına dönüp dönmemesi konusunda kararsızlığınım bir miladı olarak değerlendirilmesi lazım geldiği, bu arada diplomatik siyasetin ehline bırakılmasını da bir kez daha hatırlatmakta yarar var sanırım, sevgili okurlar… Benden söylemesi…