Dr. Mehmet Kaan ÇALEN[1]
Din/İslâmiyet-Milliyet/Türklük Münâsebetleri İçin Bir Model
“Din ve milliyet” veya “Türklük ve İslâmiyet” ve yahut “milliyetçilik ve İslâm” arasındaki münasebet yakın tarihimizin en tartışmaları konuları arasındadır. Bu meselede menfî ve müspet olmak üzere iki tavır vardır. İslâmcı ve batıcı/laik/Kemalist cepheler biri din cihetinden diğeri de millet/ulus cihetinden bu münasebette menfî bir pozisyonda dururlar. Milliyetçi düşünce farklı olarak din/İslâmiyet ile milliyet/milliyetçilik/Türklük arasında müspet bir münasebet kurar ve dini, milletin objektif/kurucu unsurlarından biri kabul ederek Türklük ile İslâmiyet arasında birbirlerinin varlık teminatı olmaları noktasında özel bir bağ/münasebet tesis eder. Milliyetçi düşüncede din, dil ile birlikte milletin iki temel kurucu unsurundan birisidir.Bu hususu en veciz sûrette Gökalp’in “dini dinime, dili dilime” şeklindeki millet tanımında görmek mümkündür1. Esasen Kösoğlu’nun da din ve milliyet konusunda ortaya koyduğu model, ana çerçevesi itibariyle milliyetçi düşünce geleneğindeki bu müspet din-milliyet münasebetine sadıktır. Ancak Kösoğlu, kendi kültür felsefesinden hareketle Türklük-İslâmiyet münasebetini daha derinlemesine işlemiş, kültür merkezli daha sofistike bir model ortaya koymuştur.
Evvelâ belirtmek gerekir ki Kösoğlu’nun da çıkış noktası, milletin/kültürün kurucu unsurlarından birinin din olduğu fikridir. Kösoğlu da dini, kültürün/milletin objektif/kurucu unsurları içine dâhil eder ve dine bu bapta mühim bir mevki tahsis eder. Yukarıda da temas ettiğimiz üzere kültürü kısaca “bir iman sistemi çerçevesinde gerçekleştirilen hayat biçimi2” şeklinde tarif eder ve kültürü temelde bir iman ve inanç hareketi olarak telâkki eder. Tabiîdir ki bu iman ve inanç hareketinin altında yatan en önemli unsurlardan biri de dindir:
“İnançlar ve bunlara dayalı ahlak ilke ve değerleri, toplumsal yapıların iskeletini oluşturur… Toplumun iskeletini oluşturan bu inançların da esasını dinî inançlar teşkil ederler. Yani, bütün toplumların şekillenmesinde, kültürel kimliklerinin kazanılmasında din temel faktörlerden biridir3.”
Kösoğlu’nun ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, bir toplumun imanı, yani “millî iman” dinden ibaret değildir. Millî imanın dinden ibaret bulunmayışı, Kösoğlu’na kültürde millîliği, yani aynı dine mensup milletlerin farklı kültürler kurabilmelerini temellendirmesinde yardımcı olduğu gibi sonradan İslâmiyet’e girerek iman sisteminde büyük bir değişiklik yapan Türklerin tarihî ve kültürel sürekliliğini izâh imkânını da vermiştir.Kösoğlu’nun modelini anlayabilmek için sırayla meselenin bu iki veçhesine, yani hem “kültürde millîlik” hem de “Türklerin İslâmlaşması” ile alakalı açıklamalara göz atacağız.
Kültürde millîliğin imkânları bir sacayağına oturur: “millî imanın dinden ibaret olmayışı”, “örf, adet ve geleneklerin millî imana dâhil oluşu” ve “dinin de insandan, insanın idrakinden, dolayısıyla yorumdan azâde olmayışı.” Kösoğlu, bu sacayağıyla önce millî kültürün teorik çerçevesini kurar, ikinci aşamada teoriyi Türklere tatbik ederek Türklerin İslâmlaşma sürecini açıklar, milliyetçi düşünce geleneğinin sıklıkla yaptığı gibi Türklük ile İslâmiyet arasında özel bir bağ tesis eder ve en nihayet Türklerin İslâm yorumundan, tarihî tecrübeleriyle inşâ ettikleri kendi özel sosyolojik ve tarihî Müslümanlık tarzlarından, yakın zamana kadar Türk-İslâm sentezi şeklinde kavramlaştırılan, günümüzde ise daha çok “Türk Müslümanlığı” kavramı ile işaret edilen olgudan bahseder.
Önce teorik yapının üzerinde yükseldiği ayaklara bakmak gerekir. Kültürde millîliğin ilk şartı, kültürü kuran iman sisteminin dinden ibaret olmamasıdır demiştik. Kültürü kuran inanç sistemleridir, inanç sistemlerini ise büyük ölçüde dinler meydana getirir ancak inanç sistemleri sadece “saf dinî inançlar” ile sınırlı da değildir, toplumun ahlâkını temellendiren bütün inançlar bu sistemin içindedir4. Bir yerde “dinî olanı da ihtiva eden millî imanımız”5ibaresini kullanan Kösoğlu’nun iman tanımı şöyledir:
“Dinî olanı da kapsamak üzere, hayatın bütününü kucaklayan ve her çeşit beşeri eylemi temellendiren inançlardır. Milletine, onun yarattığı kültüre, kurumlarına inanmak, güvenmek ve sevmek de bu cümledendir ki, buna millî iman diyebiliriz6”
Millî imanın din dışında unsurlardan da oluşuyor olması, kültürde millîliğin ikinci ayağı için zemin hazırlar ve İslâmiyet’ten önce oluşmuş olan Türk kültürünün, İslâm dairesi içinde özgünlüğünü/millîliğini muhâfaza ederek yaşayabilmesinin, kendisi olarak var kalabilmesinin, devam edebilmesinin de imkânını temin eder. Bu sayede,Müslüman olmadan önce kendilerine ait bir inanç sistemine ve bu sistemin kurduğu bir kültüre sahip olan Türkler, eski inanç sistemi ve kültürlerinin İslâmiyet’le çelişmeyen unsurlarını, tarihî birikimlerini, geleneklerini, örf ve adetlerini yeni döneme, İslâmî devreye taşıyabilmişlerdir.İşte, Müslüman milletlerin tarihî tecrübelerindeki farklılıklar, yani İslâm öncesi dönemde biriktirip getirdikleri şeylerin farklı oluşu, İslâmiyet’in de dinî hükümlerle çelişmediği sürece geleneğin ve kültürün tevarüsüne müsaade edişi kültürde millîliğin ikinci ayağını teşkîl eder7.
Kültürde millîliğin en önemli ayağı, merhum Durmuş Hocaoğlu’ndan mülhem “dinin insandan, insan idrakinden, dolayısıyla yorumdan azâde olmayışı” ifadesiyle işaretlediğimiz üçüncüsüdür ki bu noktayı, “dinin yeniden üretimi” ile ilgili yine Hocaoğlu’ndan yapacağımız uzunca bir iktibastan istifade ederek açıklamaya çalışacağız:
“Her din, mahiyeti, mahreci ve menşei ne olursa olsun, İnsan’ın dışında çıplak nesneler dünyasında ‘kendinde ve kendinden’ mevcut olan bir olgu değildir; Din, İnsan içindir, İnsan’ın dışında Din yoktur. Din, İnsan’a müteallıktır, İnsan’a bağlı ve bağımlıdır; yani ancak ve sadece ‘İnsan Dünyası’nda bir varlığı ve değeri vardır.
Her din, mahiyeti, mahreci ve menşei ne olursa olsun, bir yanıyla bir ‘tarihî olgu’dur, bir yanıyla da bir ‘sosyolojik olgu’. Bu ise şu demektir: Her din, tarih ve sosyolojinin kurallarına uyar, uymak zorundadır; zira, mükerreren belirtelim, Din, İnsan içindir, İnsan’a müteallıktır, İnsan’a bağlı ve bağımlıdır; bu ise, ‘algı’ ve ‘değişme’ demektir. Her din, algılandığı ölçüde bir realite kazanır ve yine her din, şu veya bu şekilde, ama bir şekilde, değişmelere uğrar. Bu değişmeler/değişimler, tahavvül, tebeddül, tağayyür, ve takallüb gibi geniş bir değişim spektrumu kapsamaktadır ve tarihî tecrübe, her dinin bu değişmelerden/değişimlerden en azından birisine mârûz kaldığını göstermektedir.
Yani, her din, mahiyeti, mahreci ve menşei ne olursa olsun, her din, zannedildiğinin aksine, hiçbir zaman, bir defada başlayıp öylece kalmaz, kalamaz. Her din, mutlaka bir şekilde, zamana, mekâna, içine girdiği toplumsal dünyaya, o toplumun tarihî arka-planına ilh… Birçok parametreye tâbî olarak, değişimlere/değişmelere uğrar ki buna, bu satırların yazarı ‘üretim’ adını vermektedir: ‘Dinlerin Üretimi’. Bununla kastettiğim anlam şudur: Her din, mahiyeti, mahreci ve menşei ne olursa olsun, her din, istisnasız her din, her devirde ve her toplumda yeniden ve yeniden üretilir8.”
Hocaoğlu’nun “dinin yeniden üretimi” şeklinde kavramlaştırdığı süreç, Kösoğlu’nun modelini anlayabilmek adına fevkâlâde faydalılar. Kösoğlu, “saf dinî hükümlerin birer kültürel olgu halinde gerçekleştiriliş biçimleri değişik toplumlarda farklı şekillerde olur9.” demektedir. Bütün dinler insan için olduğuna, insandan ve insanın idrakinden bağımsız olmadığına göre, İslâmiyet de kültürleri, inanç sistemleri, tarihî tecrübeleri, coğrafyaları, imkânları farklı olan toplumlarda;farklı biçimlerde ve farklı üslûplarda yeniden üretilecektir10. Millî imanın eski örf, adet, gelenek ve değerleri de ihtivâ etmesi ve dinin de bu muhîtte yeniden üretilmesi, bir iman hareketi olarak kültürü, zorunlu bir sûrette millî ve özgün kılmaktadır.
Peki, Türkler İslâmiyet’e girdikten sonra ne oldu? Kösoğlu’nun teorisini Türklerin İslâmlaşma sürecine tatbik edince ortaya nasıl bir manzara çıkmaktadır? Kösoğlu’nun modeli bu iman hareketi ile ilgili bize ne söylemektedir?Önce Kösoğlu’nun modelini teorik düzeyde adım adım takip edelim:
Birincisi, İslâmiyet’i kabullerinden önce Türklerin millî bir imanları, bir inanç sistemleri, bir ahlâk nizamları ve bu iman isteminin kurduğu bir kültürleri, hayatları, kurumları, gelenekleri vardı. Teorik olarak inanç sistemleri ile kültürlerine ait pek çok unsur İslâmiyet’in kabulünden sonra da yaşamış olmalıdır. Çünkü yukarıda îzâh ettiğimiz üzere millî iman dinden ibaret değildir, İslâm’ın kabulüyle millî imanın en mühim unsuru olan din değişmiştir ancak imanın tamamı değişmediği için imanın kurduğu kültürün de tamamı değişmemektedir. İkinci olarak, teoriye göre eski inanç sistemleri ve kültürleri, Türklerin İslâmiyet’i algılama ve yeniden üretme süreçlerini de etkilemiş olmalıdır. Türklerin muhîtinde yeniden üretilen İslâmiyet böylece millî imana ve millî kültüre dâhil edilmiş, dolayısıyla eski kültür unsurlarının yaşayabilmesi için bir imkân daha yaratmıştır.Üçüncüsü, İslâmiyet’in kabulüyle millî imanın ve inanç sisteminin merkezinde veya tepesinde yer alan din değiştiği için İslâmiyet de tabiî olarak Türklerin inanç sistemini değiştirmiş, dolayısıyla kültürün kurucusu olan iman sisteminin değişmesi kültürün de değişmesine yol açmıştır. Burada önce kültürün dini, sonra da dinin kültürü yeniden ürettiği karşılıklı bir etkileşim ve tabiî önce yeni dinin iman sistemini, sonra yeni dinle birlikte değişen iman sisteminin de bütün kültürü yeniden kurduğu bir tarihî süreç ortaya çıkmaktadır ki neticede dinî ve millînin hemhâl olduğu bir yapı oluşmaktadır11.
Türkler, İslâmiyet’i kabul edince önce iman sistemlerini yeniden tanzim ettiler sonra da yeniden tanzim edilmiş bu millî imana uygun bir şekilde kültürlerini, yani hayatlarını yeniden düzenlediler, gözden geçirdiler, ayıkladılar, yeniden ürettiler, zenginleştirdiler ve en nihayet kendilerine mahsus bir Müslümanlık tarzı, bir dinî/millî kültür vücûda getirdiler. İman sistemi yeniden tanzim edilirken Kösoğlu oluşan bir hiyerarşiye dikkat çeker. Bu hiyerarşide en tepeye oturan din/İslâm/şeriat bir üst hukuk, bir nevi anayasa mesabesindedir.“İnanç manzumesinin ana dokusunu İslâmiyet oluşturur.” Onun altında millî imana dâhil olan diğer unsurlar sıralanır. Tabiî olarak eski inanç sisteminin ve millî kültürün üst hukuka, yani İslâm’a mugayir kısımları atılır veya tadil edilerek İslâmî bir renk ve görünüm altında yaşamaya devam eder12. Üst hukuk olan din, hayatın bütün alanlarıyla ilgili hükümler içermez. Dinin hükümleriyle çelişmeyen iman ve kültür unsurlarıyla dinin düzenlemediği alanlarda işleyen unsurlar yaşamaya devam eder.
“Dini kuralların ilgilenmediği sahalarda, toplumun gelenekten gelen yaratılışları devam eder; yahut, durumun gerektirdiği akli düzenlemeler yapılır. Teorik olarak bu düzenlemeler dinî hükümlere aykırı olamaz.13”
Bu noktada Ahmet Turan Alkan’dan ödünç aldığımız bir kavramın, millî imandaki bu hiyerarşiyi ve bu hiyerarşiye uygun bir sûrette hayatın kuruluşunu anlaşılır kılabilmek için son derece kullanışlı olacağını düşünmekteyiz. Alkan, İslâm sanatı ile alakalı zihnî egzersizler yaptığı bir makalesinde “İslâm, sadece Müslüman toplulukların inançlarını ve davranışlarını düzenlemek gayesinden daha ötesini, her insanın ve bütün insanlığın dikkatine sunulan ‘had’leriihtivâ eder.” der ve devam eder: “Bu bakış çerçevesinde İslâm’ın getirdiği ‘had’lere itaat etmek şartıyla bir putperestin ürünü de pekâlâ ‘İslâmî’ nitelik taşımaya lâyık olur…14”Kösoğlu’nun modelinde de hiyerarşinin en üstünde yer alan İslâm, kültür için “had”leri tayin etmekte, bu “had”ler içinde millî kültürün yaratışları için sonsuz bir eylem sahası ve imkânlar dünyası sunmaktadır. Yani İslâm, en üst hukuk olarak hadleri ve üst ilkeleri vaz’ ederek kültür için bir imkânlar dünyası ve geniş bir yaşam alanı açmakta; milletin imanı, ahlâkı, tarihî tecrübesi, coğrafyası, imkânları, örfleri, adetleri, gelenekleri, kabiliyetleri de bu imkânlar dünyasında hayatı, yani kültürü kurmaktadır.Böylece aynı dine mensup milletler, aynı “hadler” ile çevrili ve aynı üst hukukla kayıtlı olmakla birlikte sonsuz imkânlar dünyasında kendi millî kültürlerini kurmaktadırlar.Türkler de İslâm’ın hadleri içinde tarihî tecrübelerini yeni döneme intikâl ettirmişler, İslâm’ın hadlerine uymayan unsurları ya budamışlar ya da tadîl etmişler ve nihayet bu hadler içerisinde hayatı ve dünyayı yeniden kurmuşlardır.
“Din topluma, insan-hayat-varlık-Allah hakkında belirli bir anlayış kazandırıp, evrensel olan ahlâkî ilkeleri vermekle, bir kültürün oluşumunun temel çerçeve ve yönünü çizmiş olur. Toplum bu ilkelere iman ederek kendi dünyasını, yani kültürünü kurar15.”
Millî imanlarını tarihî tecrübe ve yeni dinin millî idrakten süzülen hükümleriyle birlikte yeniden kuran Türkler; hayatlarını, dünyalarını, kültürlerini de yenilenmiş imanın ışığıyla gözden geçirip yeniden tanzim etmişlerdir. Hulâsa, İslâmiyet’i kabul eden Türkler, İslâm’ın hükümleri ve hadleri ile iman sistemlerini ve kültürlerini yeniden üretmişler, millî kültürlerini yeni bir iman hareketiyle yeni bir merhaleye taşımışlardır.
“Bir inanç hareketi, varlığın, o îmanın bakış açısından ve değerleri ile yeniden kavranması, değerlendirilmesi demektir. Böyle bir hareket karşılaştığı her zihnî meseleyi ve hayat hadiselerini kendi açısından kavrar, yorumlar, değerlendirir ve bir sıralamaya sokar. Bu olay, hayatın ve zihnin yeniden düzenlenmesidir. Böylece o kültüre has bir idrak kategorileri ve biçimleri teşekkül eder. Bir îman hareketi, içinde doğduğu cemiyetin bütün fiilî ve zihnî meselelerini yeniden değerlendirip, düzenleyinceye kadar bu oluş devam eder16.”
“Her medeniyet bir iman hamlesinin ürünüdür. Yeni bir imanla motive olan belirli bir topluluk, dünyasını yeniden tanzim eder; o imanın belirlediği bakış açıları ve ölçüler içinde hayatı yaşamakla özgün bir üslup kurmuş, bir kültür gerçekleştirmiş olur17.”
Türklerin tecdîd-i iman ve buna bağlı olarak tecdîd-i hayat ve tecdîd-i efkâr etmeleri, “Türk Müslümanlığı” adı verilen, kültürel olguyu ortaya çıkarmıştır. Kösoğlu, Müslümanlığı, “Kitap’ta açıklanan İslam’ın toplum tarafından hayata geçirilmesi” şeklinde tanımlar18. Türk Müslümanlığı, Kösoğlu’nun ortaya koyduğu modelin zorunlu sonucudur. Dinin yeniden üretilmesi ve kültürün kuruluşu ile ilgili süreçler ile millî imanın hiyerarşisi, kültürü ve kültürün önemli bir unsuru olan dinî hayatı zorunlu olarak millî yapmaktadır. Aynı dine inanan insanlar aynı ilkeler ve aynı “had”lerden hareketle bir ve tek olan İslâm’ın içinde kültürel olarak muhtelif Müslümanlık tarzları ve üslûpları vücûda getirmektedirler19. Türkler de kendi toplum yapıları, kültürleri, tarihî tecrübeleri ile İslâm’ı kavramışlar, bir iman hamlesi yaparak İslâm’ın yeni evren, varlık, insan tasavvuru ile hayatlarını yeniden düzenlemişlerdir20. Kösoğlu, Yahya Kemâl’in “Türk’ün Müslümanlığı” tabirini bu çerçevede değerlendirir ve Müslüman milletlerin mabetlerindeki farklar, dinî yaşayış biçimlerindeki farklılıklar, fıkıh mezhepleri arasındaki farklar gibi muhtelif örnekler üzerinde durur21. Son tahlîlde Kösoğlu, inşâ ettiği kültür felsefesiyle dinî ve millî arasındaki var olduğu sayılan ayrımı ve çelişkiyi aşar ve Türk Müslümanlığını millî kültür kavramıyla eşitler22. Millî kültürün kurucu iman sisteminin tepesinde İslâm yer aldığı için dinî olanın zaten millî olduğunu, millî olanın da dinî olanın ilke ve hadlerine göre kurulması dolayısıyla millî olanın da aslında İslâmî olduğunu beyan eder. En nihayet bütün kültür meselelerini millî iman meselesine bağlar ve kültürde millî-dinî (manevî) şeklinde bir ayrımı reddeder, kültürün bütün unsurları millî olduğu için ancak maddî-manevî ayrımının olabileceğine işaret eder23. Bu bağlamda gelenek tarafından belirlenen örfî ve sultanî hukuku aynı zamanda İslâmî kabul eden Kösoğlu, İslâmî olgular, Kur’an ve sünnette yer alan hususlar hakkında da“milletimiz tarafından gerçekleştirildiğinde aynı zamanda millî oldukları şüphesizdir” der24.
Son Söz Yahut Netice
Nevzat Kösoğlu, inşâ ettiği tarih-kültür felsefesiyle, bu felsefeyi üzerine oturttuğu tutarlı ve açık terminolojik sistemiyle ülkemizin kültür ve kimlik meseleleri için kuşatıcı ve özgün bir model ortaya koymuştur. Bu modelin altında yatan büyük kaygılar ve modeli kuran büyük zihnî mesai çok kıymetlidir. Kösoğlu’nun her meseleyi bir iman-âmel meselesine bağlayan felsefesi, çözümsüz gibi duran büyük meselelerimizin de en nihayet birer iman meselesi, imana uygun âmellerle dünyayı kurmak meselesi olduğuna işaret etmektedir. Kösoğlu’nun anlatmak istediği şey kurtuluşumuzun“tecdîd-i iman”dan, “tecdîd-i ahlâk”tan,dünyamızı kendi değer ve ölçülerimizle yeniden kavrayarak tanzim etmekten geçtiğidir.
Not: Bu çalışma, Türk Ocakları Genel Merkezi tarafından 22.03.2014 tarihinde gerçekleştirilen, “Kültür Hayatımızda Nevzat Kösoğlu Bilgi Şöleni”ndeki tebliğimizin gözden geçirilmiş metnidir. Bu yazı ilk olarak Türkiye Günlüğü Dergisi’nin 123. sayısında yayımlanmıştır.
_________________________________
1- Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, (Bütün Eserleri Bir- Kitaplar-1 içinde), Yapı Kredi Yayınları, Yay. Haz. M. Sabri Koz, Mustafa Koç, İstanbul 2007, s. 184.
2- Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, s. 9.
3- Kösoğlu, Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı, s. 72.
4- Kösoğlu, Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı, s. 229; Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, s. 95.
5- Kösoğlu, Kitap Şuuru, s. 153.
6- Kösoğlu, Milliyetçilikte Yeni Arayışlar Yahya Kemal, s. 24.
7- Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, s. 95-98; Kösoğlu, Milliyetçilikte Yeni Arayışlar Yahya Kemal, s. 67.
8- Durmuş Hocaoğlu, “Türk Müslümanlığı Üzerine Bazı Notlar”, Köprü, Sayı: 66, Bahar 1999, s. 9.
9- Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, s. 98.
10- Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, s. 21-22, 95-96; Kösoğlu, Kitap Şuuru, s. 162.
11- Özellikle bakınız: Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, s. 98-99.
12- Kösoğlu, a.g.e., s. 95-98.
13- Kösoğlu, a.g.e., s. 98.
14- Ahmet Turan Alkan, “İslâm Sanatı ve Estetiği Üzerine ‘Aykırı’ Düşünceler”, Meşk Olsun, İstanbul 2005, s. 62.
15- Kösoğlu, Küreselleşme ve Millî Hayat, s. 158.
16- Kösoğlu, Kitap Şuuru, s. 118-119.
17- Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, s. 81.
18- Kösoğlu, Küreselleşme ve Millî Hayat, s. 137.
19- Kösoğlu, Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı, s. 73-74.
20- Kösoğlu, Milliyetçilikte Yeni Arayışlar Yahya Kemal, s. 67.
21- Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, s. 21-22.
22- Kösoğlu, Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı, s. 73-74.
23- Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, s. 97-98.
24- Kösoğlu, a.g.e., s. 96-98.
KAYNAKÇA
ALKAN, Ahmet Turan, “İslâm Sanatı ve Estetiği Üzerine ‘Aykırı’ Düşünceler”, Meşk Olsun,Ötüken Neşriyat, İstanbul 2005.
ARVASİ, S. Ahmet,Hasbihal-1,Bilge Oğuz Yayınları, İstanbul 2008.
GÜNGÖR, Güngör, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2003.
HOCAOĞLU, Durmuş, “Türk Müslümanlığı Üzerine Bazı Notlar”, Köprü, Sayı: 66, Bahar 1999.
KÖSOĞLU, Nevzat, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1997.
KÖSOĞLU, Nevzat, Kitap Şuuru, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1998.
KÖSOĞLU, Nevzat, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1998.
KÖSOĞLU, Nevzat, Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı,Ötüken Neşriyat, İstanbul 2000.
KÖSOĞLU, Nevzat, Millî Kültür ve Kimlik,Ötüken Neşriyat, İstanbul 2003.
KÖSOĞLU, Nevzat, Küreselleşme ve Millî Hayat, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2002.
KÖSOĞLU, Nevzat, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Ziya Gökalp, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2005.
KÖSOĞLU, Nevzat, Türk Olmak Ya Da Olmamak, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2005.
KÖSOĞLU, Nevzat, “Millî Kimlik ve Tezahürleri”, Türk Kimliği Ayvaz Gökdemir’e Armağan-2,Ötüken Neşriyat, İstanbul 2009.
KÖSOĞLU, Nevzat, Milliyetçilikte Yeni Arayışlar Yahya Kemal, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2009.
ÖZAKPINAR, Yılmaz, Kültür ve Medeniyet Üzerine Denemeler, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1998.
ÖZAKPINAR, Yılmaz, Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi,Ötüken Neşriyat, İstanbul 1999.
ZİYA GÖKALP, Türkçülüğün Esasları, (Bütün Eserleri Bir- Kitaplar-1 içinde), Yapı Kredi Yayınları, Yayına Hazırlayanlar: M. Sabri Koz, Mustafa Koç, İstanbul 2007.
Kaynak :
http://www.turkyorum.com/nevzat-kosoglunun-tarih-kultur-felsefesi-ve-dinislamiyet-milliyetturkluk-munasebetleri-icin-bir-model-denemesi-2/
[1] Yrd.Doç.Dr. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü