Köylüleşen bir hayat tarzında schole’ler olmaz ve schole olmadan da bir düşünce üretimi de olmaz. İnsan kendinde doğuştan içkin olan telos’u (amaç – hayat amacı) uyandırmak için uğraşır durur. Bu da fiziksel bir çabadan ziyade düşünsel bir çabayı gerektirir. Tarım toplumları felsefeden uzak toplumlardır. Kırsalda ve köylüleşen toplumlarda düşüncenin kendisi homojendir ve felsefenin motorları olan eleştirellik ve özgürlük söz konusu değildir. Eleştirinin yerini polemik ve kavga, düşünmenin yerini şüphe alır, farklılık ise sapkınlıkla karşılık bulur. Böyle bir yaşam alanında felsefenin ve felsefî öznenin varlığına yer yoktur.
*****
Mustafa ÇAKIROĞLU
Kendine ait bir zaman
Felsefe doğayla ve doğal olanla bütünleşmiş kent ortamları için mümkündür. Köylüleşen kent ortamları ve köylü bir dile angaje olan siyasi ve kültürel hayatımız felsefeyi de imkânsız kılmaktadır. Mekânın ötesinde zaman da felsefe için önemlidir: felsefe için özgür zaman gerekir; schole. İngilizce’de “okul” school kelimesiyle karşılanır. “School” da Grekçe schole’den gelir. Anlamı “boş / özgür zaman” demektir. Nitekim Aristoteles’in kurduğu “Okul”un adı: Lyceum’dur. Yani günümüzdeki LİSE. Hocası Platon’un “Okul”unun adı ise: Academy (Academia) dir. Günümüzdeki AKADEMİ.
İtalyanların “dolce far niente!” (hiçbir şey yapmamanın güzelliği) dediği, Taoculukta Wu-Wei olarak karşılık bulan “çabasızlık öğretisi”… Kant’ın dost sohbetleriyle ünlü uzun öğle yemekleri… Kültürel iktidar meselesine biraz da bu yönden bakmak gerekir; Virginia’ya atıfla söylersek “kendine ait bir zaman”ın yoksa kültürel iktidarını, “kendine özgü”lüğünü inşâ edemezsin.
Aslında “kültürel iktidar” diye bir şey de yoktur. Yalnızca iktidar vardır, bir de iktidar ilişkileri içinde belirlenen kültürel alanlar. İktidar’ın retoriği ve paradigması seni özgürleştirmiyorsa yine kültürel iktidar yoktur. Belki “iktidar kültürü” vardır, denilebilir.
İletişim çılgınlığının ortasında “kendine ait bir zaman”ın var mı? Kendi telos’una vakit ayırabiliyor musun? Sanat, bilim ve felsefe… Özgür/boş zaman olmadan olmaz. Kimin zamanı var “dolce far niente” için, wu-wei için?
Köylüleşen bir hayat tarzında schole’ler olmaz ve schole olmadan da bir düşünce üretimi de olmaz. İnsan kendinde doğuştan içkin olan telos’u (amaç – hayat amacı) uyandırmak için uğraşır durur. Bu da fiziksel bir çabadan ziyade düşünsel bir çabayı gerektirir. Tarım toplumları felsefeden uzak toplumlardır. Kırsalda ve köylüleşen toplumlarda düşüncenin kendisi homojendir ve felsefenin motorları olan eleştirellik ve özgürlük söz konusu değildir. Eleştirinin yerini polemik ve kavga, düşünmenin yerini şüphe alır, farklılık ise sapkınlıkla karşılık bulur. Böyle bir yaşam alanında felsefenin ve felsefî öznenin varlığına yer yoktur. İnsanın kendinde varolan telos’u bilme, ona ulaşma arzusu aynı zamanda dinî arayışların da bir orijinidir. Varoluş orijini. Ve her insan doğuştan bir telos’a sahiptir. Ve Şeyhül Ekber bu bağlamda “istidad en gizli duadır” der. Telaşlı bir kent hayatında telos’ arayışına, istidad arayışına yer kalmıyor doğrusu. Her ne kadar Dücane Cündioğlu “Tanrıyı Şehre Çağırmalıyız!” dese de.
***
Yavaş Bilim Akademisi
Günümüz akademik ortamları için de benzer sorunlar var. Akademik özgürlükler alanındaki grilik, teşvik çılgınlığı, hızlı yayın yapma ve yükselme baskısı (mobbingden kaçış yolu olarak akademik unvanları yükseltmek tavsiye ediliyor, akademide!), Epistemik Cemaat’in bir tür köylüleşmesi… Zaman baskısı altındayız.
2010 yılında Almanya Berlin’de bir akademi kuruldu: Yavaş Bilim Akademisi (Slow Science Academy; slow-science.org ). Akademi tek sayfalık sitesinde bir manifesto yayınladı. Özetle şunu diyorlar;
“Biz bilim insanıyız. Blog yazmıyoruz, tweet atmıyoruz. Zamanımızı kendimize ayırmak istiyoruz. Düşünmek için, özümsemek için vakte ihtiyacımız var. Size sürekli yaptığımızın ne anlama geldiğini, ne işe yarayacağını anlatamayız çünkü belki de henüz bilmiyoruzdur. Bilimin zamana ihtiyacı var… “
Yalın bir dille yazılmış bildiri. Meramı net. Düşünmek için, okumak ve yazmak için zamana ihtiyacımız var diyor. Bilimin doğasında var olan yavaşlığı yeniden geri kazanmalıyız diyor.
Twitter’ı çok iyi kullanan akademisyenlerimiz ve akademik kurumlarımız var. Yine de bunun iyi bir tercih olup olmadığını düşünmek için zamana ihtiyacımız var sanırım.
Çok yayın her zaman iyi yayın demek değildir!
CERN deneylerinin merkezinde olan Hadron çarpıştırıcısında detekte edilen ve atom altı parçacıkların kütlesinin kaynağı olarak gösterilen Higgs parçacığını doğru bir şekilde teorik olarak öngören Nobel Ödüllü fizikçi Peter Higgs de The Guardian’a verdiği bir röportajda “Günümüz akademi dünyasında kimse bana iş vermek istemezdi” diyor. Az sayıda makalesiyle tarihe damga vurmuş büyük bir fizikçi, “şimdi olsa az yayın yaptığım için bana iş vermezler” diyor. Einstein da öyle, az sayıdaki makalelerinin her biri 3-4 sayfayı geçmiyor. Düşündürücü doğrusu.
Sıkılmaya Övgü
Özgün bir şeyler yazmak için biraz “sıkılmaya” ihtiyacımız var. Fazla eğlence ve oyalanma, savsaklama odaklı bir iletişim-bilgi ağının pençesindeyiz. Sıkılmak neden önemli? Uzunca anlatmadan, Nil Karaibrahimgil’in son TEDx konuşmasını izlemenizi öneririm: “Tavşan deliğinden aşağı!”
Akademik dostlara; bol sıkılmalar, dolce far nienteler, FOMO (FearOfMissingOut; eksik, geride kalma korkusu)’dan uzak JOMO (JoyOfMissingOut; habersiz olmanın mutluluğu)’lar diliyorum.
***
Chartesli Bernard (ö. yak. 1130)’ın bir sözüyle yazıyı bitirelim.
İşte bizim reçetemiz dostlar:
“Mens humilis, studium quaerendi, vita quieta, Scrutinium tacitum, paupertas, terra aliena.”
“Haddini bilen bir zekâ, öğrenme şevki, sakin bir hayat, Sükûnet içinde yapılan araştırma, ihtiyaç ve gurbet.”
***
Hoşça bakın zatınıza.
———————–
Kaynak:
http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-cakiroglu/kendine-ait-bir-zaman-6243