Yıl 1518. Oruç Reis, Kuzey Afrika’da, Fas’a yakın Tlemsen kalesinde 16. Yüzyılın en büyük emperyalist iki Hristiyan gücünden biri olan İspanyollar tarafından kuşatılmıştı (diğeri Osmanlı’nın “Portakal kâfiri” dediği Portekiz’dir).
Oruç Reis, kuşatmadan bir huruç hareketi ile kurtulur ve yanındaki leventlerle hâkimi olduğu Cezâyir yoluna düşer. Peşinden kalabalık İspanyol ordusu gelmektedir. Yolda bir ırmağı geçerler, köprüyü uçurunca kurtulmuş olacaklardı. Ancak, Oruç Reis’in bazı leventleri yaralıdır, kimi kolunu, kimi bacağını gazâ yolunda kaybetmiş olan bu leventler biraz geridedir ve kâfirler onlara yetişmek üzeredir! Bu yaralı gaziler : “Baba!” diye seslenirler. Oruç Reis, köprüyü uçurup yanındaki sağlam gazilerle Cezâyir şehrine ulaşarak, oradaki leventleriyle dönüp gelerek İspanyol kâfirinden, geride bırakacağı leventlerinin intikamını alabilirdi. ÖYLE YAPMADI! Yanındaki leventlerle köprüyü geriye doğru geçip İspanyol kâfirine dalkılıç girdi ve hep birlikte şehid oldular! (bastıbacak Napolyon’un 1812 de Moskova’da donmak üzere olan ordusunu bırakıp arabayla kaçışını hatırlayalım: Diplomalılarımızın milyonda yarımı bile bu iki olayı BİLME ve KARŞILAŞTIRMA durumunda mıdır? 1839 ve 1856 felâketlerinin devam edegelen ürünü olan zeminde, Avrupa’lı emperyalistlerin istediği ‘biçimde’ yetiştirilmiş olanlardan bunu beklemek yersizdir tabii.)
Oruç Reis ve yanındaki, köprüyü geriye geçip yaralı arkadaşlarına yardıma koşarak hep birlikte şehid olanların karakteri budur.
Günümüze gelelim:
Geçen haftaki Ayasofya ile ilgili yazımda belirtmiştim. Cuma namazı kılmak üzere Câminin içine kabûl edilmiş olan ‘seçilmiş’ kişilerin bâzıları, bu birçok bakımdan mânâlı açılışta, Allah’ın huzuruna çıkma durumunda, Cuma namazını kılmak üzere bulunduğunun FARKINDA BİLE OLMAYARAK kendini ‘orada’ gösterme çabasında idi! Fotoğraflarda görülebilir. Câmiye giren ‘seçilmiş’ bayanlar da Emine Hanım’a yaklaşma savaşında kendilerini uyarmak zorunda kalan hanım görevlilere HAKARET ETMİŞLER!
Bu, ne korkunç karakter sefaletidir!
İktidar Partisindeki dirâyet sâhibi yetkililer (mevcutsa) her işi bırakıp, öncelikle bu çürük elmaları ayıklamalıdırlar. Bayan çürük elmaları da tabii. Yoksa, millet, içinde bu çürük elmaları barındıran o partiyi ayıklar!
Ne sefalettir! Câmiye, Yaradan’ın emrini, farz olan namazı kılmak için gir, sonra, orada, YARADILANın, kendin gibi FÂNİ olanın gözüne görünmek, etrafa, diğer fânilere caka satmak için görünmeğe çalış!
Hiç şüpheniz olmasın; bu ‘tip’ler, ikbâl gördüğü anda, ‘bir oturuşta şu kadar domuz eti yediğiyle öğünen’, ‘ezan ve salâ sesinden rahatsız olan’, ‘Sultanahmed Câmiinin de müze olmasını uygun gören’ aydınların(!) yanında yer alır ve aynı işgüzarlıkla, ‘aynı kare içinde görünme’ savaşı verirler.
Onbeşinci yüzyılda, vergi vermemek için derviş kılığına girenleri ayıklayan, Sultan İkinci Murad’a: “iki dervişim varmış” diyen Hacı Bayram Veli’inin anlayışına, tutumuna ne kadar muhtacız!.
İçinde pek çok samimî Müslüman olan, Allah’ın buyruklarına uyanların da olduğu bir zümre, topluluk, böyle çürük elmalar yüzünden başkaları tarafından “dîni istismar” etmekle suçlanmaktadır. BU çürük elmalar, onlara koz vermektedir. Çürük elmaların ayıklanması, -kendileri dâhil: belki bundan sonra akılları başlarına gelir de adam olurlar- herkes için, Türkiye için faydalı olacaktır.
08/08/2020