Öcalan’ın Çağrısını Doğru Değerlendirmeliyiz

Abdullah Öcalan’ın PKK’nın silah bırakmasını ve kendisini feshetmesini isteyen açıklaması doğal olarak farklı yorumlara ve tepkilere yol açtı. Açıklamanın örgütün bileşenleri Kandil, Irak, Suriye ve Avrupa’daki yapılanmalar tarafından nasıl karşılanacağı merak ediliyordu. İlk olarak Kandil’den beklenen mesaj geldi. “Tek taraflı ateşkes ilan ettiklerini”  belirttikten sonra, “örgütün kendini feshetmesi amacıyla kongrenin toplanacağını, ancak bunun için uygun güvenlikli ortamın oluşması ve kongrenin başarısı için de Apo’nun bizzat yönlendirmesi, yürütmesi gerekiyor; savaş yönetimini biz yaptık, ancak barış ve demokratik toplum yönetimini sadece önder Apo yapabilir” şartı öne sürülüyor. Devamında “Türkiye‘nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi ve küresel demokrasi hareketinin önünün açılması için önder Abdullah Öcalan’ın fiziki, özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşması, arkadaşları dahil istediği herkesle ilişki kurabilmesi gerekiyor. Bunun gereğinin devletin ilgili kurumları tarafından yerine getirileceğini umut ediyoruz. “

Hani tarihi dönüm noktası diye övgüler alan, kutlu bir dönemin başlangıcı ilan edilen Öcalan’ın açıklamasında hiçbir ön şart yoktu? Alkışlamakta yarışan “âkillerimizin“  bu ifadelere anlam vermekte zorlanan kamuoyumuza aydınlatıcı bir açıklama yapmaları gerekmiyor mu?

Kimse hayal kurmasın; 41 yıldır sürüp gelen terör yöntemiyle siyasal ve idari statü elde etmeye çalışan etnikçi-ayrılıkçı isyan hareketinin yeni bir manevrasıyla karşı karşıyayız. Örgüt terör yöntemiyle Türkiye‘de amacına ulaşamayacağını yıllarca denedikten sonra fark etti. PKK’nın bu noktaya gelmesi kolay olmadı. Ayaklanma girişimi düz bir çizgi halinde seyretmedi. Eylemlerin arttığı-azaldığı dönemler yalandı. 1984’ten 92’ye kadar Türkiye teşhis koymakta zorlanmış, Özal “basit bir zabıta olayı” diyerek hafife almıştı. NATO standartlarına uygun silahlarla kırsalda mücadele edilemeyeceğini sekiz yıl sonra anlayabildik ve ihtiyaç duyulan çap ve cinsten silahları satın alarak özel eğitimle oluşturulan birliklere dağıttık.

1992 yılına gelindiğinde bölgede havanın kararmasıyla birlikte şehirlerarasında ulaşım yapılamıyordu. PKK dağda yüz-yüz elli kişilik gruplar halinde dolaşıyor, karakolları basıyordu. En fazla şehidi bu dönemde verdik. Sayın Ünal Erkan’dan dinlemiştim, 92 yılı başlarında Bölge Valisi olur. Sorunlar yaşanan Şırnak’ı görmek ister. Tugay Komutanıyla birlikte bindikleri helikopter kentin üzerine geldiğinde yoğun ateşle karşılaşırlar, zorlukla inebilirler. PKK çok sayıda eve girmiş kenti kontrolüne alarak bir süreliğine de olsa özerklik ilan etmeyi istiyordu. Sabaha kadar çatışmalar sürer. Asker, Bölge valisi ve Komutanı yanı başlarında görmenin moraliyle durumu kontrolüne alır. Sabahleyin Ünal Erkan kaymakamdan kentin en geniş salonunda halka hitap edeceğini söyler. Kaymakam bunu sakıncalı olacağını ifade etse de dinlemez, salona yürüyerek gider ve konuşur. Devlet şuuruna sahip bir insan olan Ünal Erkan halka Devletin kararlılığını, dimdik ayakta olduğunu, teröristlerin başarısının mümkün olmadığını bilfiil göstererek etkili olmuştur. Bu tarihten sonra mücadelenin tarzını değiştirdik. Terör örgütünün gelmesini beklemeden kırsalda üzerlerine gittik, kovaladık. Irak içlerine kadar operasyonlar yapıldı, PKK sindirildi. Öcalan‘ın Suriye’den çıkmak zorunda kalması uğradığı yenilginin sonucudur.

Öcalan İmralı’da yargılanırken PKK kendini feshetti, KCK adıyla yeni bir örgüt kuruldu. Terör eylemleri 2004 yılına kadar durmuştu. Devlet bunu örgütün çökertildiği şeklinde yorumladı. Yeni konsepte geçilmesi gerekirken rehavete kapılıp dört yıl boşa geçirildi. PKK yeniden dirilip eylemlere başladığı dönemde başka bir yanlış daha yapıldı. Terör örgütü değişik adlarla 2009’dan 2015 Haziran ayına kadar sürdürülen açılım politikalarını devletin zaafı olarak algıladı. Bu süreçte güvenlik faktörünün askıya alınmasından yararlanarak bölgede çok sayıda kent merkezinde örgütlediği militanlarıyla güvenlik güçleriyle rekabete kalkıştı; silah yığınağı yaptı.

Suriye’nin kuzeyinde belli bölgelerde ABD’nin desteğiyle özerklik ilan edince aynı uygulamaları Türkiye’de de yapmaya kalkıştılar. Bu dönemde Hükümet ve Öcalan üzerinden açılım politikasını ısrarla sürdürüyor, İmralı‘da görüşmeler oluyor, Dolmabahçe mutabakatı diye anılan vahim bir yanlış yapılıyordu. Neyse ki bir ay kadar sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girerek bu mutabakatın önü kesildi. Çok geçmeden Haziran ayında Kandil’deki iki elebaşı Cemil Bayık ve Bese Hozat Türkiye’ye “devrimci halk savaşı” açtıklarını ilan ettiler; ondan fazla il ve ilçede güvenlik güçleriyle PKK’lılar arasında çatışmalar başladı. Güvenlik güçlerimiz bir yıla yakın süren bu çatışmalarda dört yüz kadar şehit verdi. PKK bir kere daha ezilip etkisiz hale getirildi. Bölge halkını kendi yanlarına çekerek kitlesel bir ayaklanma çıkarmayı plânlamışlardı. Halkımız bu tuzağa düşmedi, PKK bir kere daha çok yönlü ağır bir yenilgiye uğradı.

Bu kadar kritik bir dönem yaşanırken Öcalan’ın suskun kalmasını nasıl yorumlayacağız? Samimi olarak silahların susmasını, sorunların siyasi kanallar üzerinden çözümlenmesini isteyen bir insan aylarca süren çatışmalara nasıl suskun kalır? On yıl önce ve öncesinde yaşananları hafızalardan silerek, bunlar hiç olmamış gibi Öcalan’ı yeniden çözümün baş aktörü konumuna getirmek aşırı iyimserlik değilse nedir?

Gerçekleri görerek adım atmalıyız:

1) PKK Türkiye‘de silahlı eylem yapamaz hale getirilmiştir, bu açıdan kesinlikle yenilmiştir. TSK, Özel Kuvvetler, Komandolar ve SİHALAR bunu başarmışlar, MİT nokta hedeflere son derece başarılı operasyonlarla çok sayıda elebaşını etkisiz hale getirmiştir.

2) Öcalan’ın ayrı devlet, federasyon, özerk yönetim gibi tasavvurların geçerli olmayacağını belirtmesi bu gerçeğin yansımasıdır.

3) Sorunun düğümü artık kuzeydoğu Suriye’de çözülecektir. YPG’nin başı Mazlum Abdi’nin silah bırakılmasının Türkiye‘nin iç meselesi olduğunu, örgütünün bunu kesinlikle yapmayacağını açıklaması Öcalan’ın çağrısını kötürüm haline getiriyor.

4) Muhtemelen Ankara’ya PKK’yı veriyoruz siz de YPG’ye ilişmeyin, rahat bırakın diyeceklerdir. Türkiye Şam yönetimi ve silahlı kuvvetleriyle, desteklediğimiz SMO ile her türlü baskıyı yaparak YPG ve SDG’nin merkezi yönetime katılmalarını, Kandil ve ülkemizden giden PKK’lıların bölgeden ayrılmalarını sağlamalıdır. Terörsüz Türkiye hedefinin başarısı Suriye üzerinden yürütülecek politikaya bağlıdır.

02.03.2025

[i] Türk Ocakları Eski Genel Başkanı, ATO Meclisi Eski Başkanı

Yazar
Nuri GÜRGÜR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen