Bir zamanlar bizde de öğretmenlik saygınlığı olan bir meslekti. Çünkü bilgiye ve eğitime önem verilirdi. Düşünün: Kurtuluş savaşının en yoğun günlerinde (15-21 Temmuz 1921) Mustafa Kemal eğitimin sorunlarının ve çözümlerin tartışıldığı Maarif Kongresi’ni Ankara’da toplamıştı. Cepheden gelerek kongrenin açış konuşmasını yapmıştı. Dünya tarihinde başka bir örneği var mı bilmiyorum. Eğitime verilen önemi göstermek açısından bu bile tek başına güzel bir örnektir. Çünkü kendisi de iyi bir eğitim almıştı ve kendisini çok iyi yetiştirmişti; güçlü bir vizyonu vardı. Bir ulusun kaderinde eğitimin ne denli önemli olduğunu biliyordu.
*****
Dr. Uğur TANDOĞAN
Öğretmen maaşları yükü
Oflu Hoca şöyle çıkışmış cemaate “Uşaklar, inancınızı kaybediyorsunuz. Yağmur duasına geliyorsunuz; hiç birinizin şemsiyesi yok”.
Geçen hafta bir basın toplantısında bu ülkenin Milli Eğitim Bakanı da şöyle konuşmuş: “Eğitimde asıl yük, öğretmenlerin maaşı ile ilgilidir. MEB’in bütçesine bakarsanız, yatırım bütçesinin çok çok küçük olduğunu görürsünüz…”
İletişimde sözcükler önemlidir. Eğer belli bir göreviniz, ağır bir sorumluluğunuz varsa iletişimde sözcükleri dikkatli seçmelisiniz. Bakanın kullandığı “Yük”, sözcüğü talihsiz bir seçimdir. Bu sözcüğü bütçe görüşmeleri sırasında belki Hazine ve Maliye Bakanı kullanabilir, hatta Cumhurbaşkanı kullanabilir. Ama en son kullanacak olan Milli Eğitim Bakanı’dır. O zaman bu sözcüğü kullanan Bakan’a Oflu Hoca ağzı ile denir ki, “Siz öğretmenin değerine inancınızı kaybediyorsunuz.”.
Öğretmen ne kadar önemli?
Öğretmenlerin maaşını yük olarak görmenin bilinçaltındaki dayanağı öğretmenin değerini bilmemektir. İşletmelerin başarısında insan kaynağı önemli değil, çok önemlidir. Hele de eğitim sektöründe öğretmen çok, ama çok önemli bir yere sahiptir. OECD’nin 2000 yılından beri üç yılda bir yaptığı PISA (Programme for International Student Assesment) araştırması vardır. OECD ülkelerindeki (Türkiye dahil) 15 yaşındaki öğrencileri matematik, fen ve okuma konularında sınava tabi tutarlar. İlk PISA araştırmasında Finlandiya birinci gelmişti. Dünyanın dört bir yanından araştırmacılar bu başarının sırrını çözmek için Finlandiya’ya akın etmişti. Merak etmişlerdi acaba hangi sistemi, hangi teknolojiyi kullanıyorlar ki, öğrenciler bu kadar başarılı. Ama gözlemlediler ki, bırakın bilgisayarı bazı sınıflarda tepegöz bile yok. İyi bir sistem kurmuşlardı. Örneğin, okul yöneticileri bıyıklarına ve mensup oldukları cemaate göre seçilmiyordu. Temel bazı ilkeler çerçevesinde her okul yöneticisi bağımsız davranıyordu. Gördüler ki, eğitim sistemi içindeki en büyük katkı öğretmenden geliyordu. Öğretmenlerin en az bir master derecesi vardı. Toplumda öğretmenlik prestijli bir meslek olarak görüyordu. Bu nedenle iyi beyinler de öğretmen olmak istiyordu. Böyle bir öğretmen kadrosunun yetiştirdiği öğrenciler de başarılı oluyordu.
Öğretmen değerli idi
Bir zamanlar bizde de öğretmenlik saygınlığı olan bir meslekti. Çünkü bilgiye ve eğitime önem verilirdi. Düşünün: Kurtuluş savaşının en yoğun günlerinde (15-21 Temmuz 1921) Mustafa Kemal eğitimin sorunlarının ve çözümlerin tartışıldığı Maarif Kongresi’ni Ankara’da toplamıştı. Cepheden gelerek kongrenin açış konuşmasını yapmıştı. Dünya tarihinde başka bir örneği var mı bilmiyorum. Eğitime verilen önemi göstermek açısından bu bile tek başına güzel bir örnektir. Çünkü kendisi de iyi bir eğitim almıştı ve kendisini çok iyi yetiştirmişti; güçlü bir vizyonu vardı. Bir ulusun kaderinde eğitimin ne denli önemli olduğunu biliyordu.
Öğretmenlerden bekleneni de 1924 yılında yaptığı bir konuşmada Mustafa Kemal şöyle dile getirmişti: “Arkadaşlar, yeni Türkiye’nin birkaç yıla sığdırdığı askeri, siyasi, idari inkılâplar sizin, sayın öğretmenler, sizin sosyal ve fikri inkılâptaki başarınızla pekiştirilecektir. Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” Bizler şanslı bir nesildik. Bu ülküye gönül vermiş, öğretmenlerden eğitim aldık. Öğrenim hayatımda ders aldığım öğretmenlerimin tümü mesleğini severek yapan, kendini çok iyi yetiştirmiş profesyonellerdi.
Öğretmene verilen değerde erozyon
Yıl 1923. Meclis’te vekil maaşları görüşülüyor. Devrin Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey (Ataç), Mustafa Kemâl’e sormuş: “Paşam vekil maaşlarını düzenleyeceğiz; ne kadar verelim?” Paşa düşünmüş ve şöyle cevap vermiş: “Öğretmen maaşlarını geçmesin!”.
Ben o devre yetişmedim. Ancak bu anlayışın yansımasına yaşamımda tanık oldum. Babam ilkokul öğretmeni idi. Atatürk devrinde 1930 yılında öğretmen olmuştu ve 41 yıl öğretmenlik yaptı. Mesleğini severek yapardı. Kendisine neden öğretmenliği seçtiğini sormuştum. “Öğretmenlik itibarlı bir meslek idi ve maaşı güzeldi” demişti.
Öğretmenin itibarı ve maaş güzelliği zaman içinde kayboldu. Çünkü bilgiye ve öğretmene verilen değer bu ülkede erozyona uğradı. Ben de 1985-2018 yılları arasında önce kısmi zamanlı ve son dönemde de tam zamanlı olarak üniversitelerde dersler verdim. Bu süre içinde maaşlardaki ve hocaya verilen değerdeki erozyona bizzat tanık oldum. Bir vakıf üniversitesinde yaptığım arama konferansında bir öğretim üyesi bu acı gerçeği şöyle dile getirmişti “Bu kampüste bahçeye, öğretim üyelerinden daha fazla değer veriliyor”.
Sonuç
Maaş, kişiye verilen değeri gösterir. Eğer iyi maaş vermezseniz, eğitim sektörüne iyi beyinleri çekemezsiniz. O zaman şu deyişi çok duyarsınız “İyi bir yeri kazanamadı, hiç olmazsa öğretmen olsun”.
“Babalar gibi” satıla satıla hâlâ tüketilemeyen eserleri, Cumhuriyetin iyi yetişmiş, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesilleri yarattı. Eğer muradınız böyle nesiller yetiştirmek ise, iyi beyinleri öğretmenlik mesleğine çekmelisiniz. İyi öğretmenleriniz yoksa iyi öğrenci yetiştirmeniz zordur. Öğrencilerinizi iyi yetiştiremezseniz iyi doktorunuz, iyi mühendisiniz, iyi hukukçunuz, iyi hiçbir meslek erbabınız olmaz. Sadece diplomalı, yarı pişmiş cahiller ordunuz olur. Böyle bir ordu ile de uygarlık savaşında yenilgi kaçınılmazdır.
———————————————-
Kaynak:
https://www.dunya.com/kose-yazisi/ogretmen-maaslari-meselesi/481025