İnsanın mesleği bir zaman sonra onun meşrebine dönüşüyor. Ömrümüz boyunca yaptığımız şeyler bir müddet sonra hayatı algılama ve yaşama şeklimiz oluyor. Bu yüzden bir insanın bir mesleği seçmesi hayatı nasıl yaşayacağını da tercih etmesi anlamına gelir.
Meslekler içerisinde meşrebe dönüşenlerin başında öğretmenliğin olduğunu söyleyebilirim. Çocukluk yıllarımdan beri en çok öğretmen olmayı istedim. Bu da bize nasip oldu.
Sonuçta çoğu zaman insan mesleği üzerine düşünüyor. İçinde ona dâir yorumlar ve emeller geliştiriyor. Gayretlerinin semeresini istiyor. Bu mümkün olmayınca da karşılaştığı şeylerin sebepleri üzerinde düşünüyor. “Öğretmenliğimi nasıl daha verimli hâle getirebilirim?” diye sayısız öğretmenin düşündüğünü, bu mesele üzerinde zihin yorduğunu söyleyebiliriz. Fakat bunların birçoğu düşündüklerini, yaşadıklarını yazmadılar. Eğer öğretmenlik mesleği üzerinde zihin yoranlar bunları satırlara dökseydi bugün büyük bir külliyatın meydana geleceği şüphesizdi. Fakat yazmaya karşı tutum yüzünden Türkiyemiz bu tecrübeden mahrum edildi.
Biz bir yanımızla mesleğimizle ilgili her şeyden sorumluyuz. Hayat hızla akıp gidiyor. Her şey değişiyor. Geleneksel kalıplar içerisinde kalan kavramlar da öyle. Onların çoğunun eski değerlerinin kalmadığını esefle izliyoruz. Hâliyle öğretmenlik mesleği de bu değişimden nasibini alıyor. Artık sınıflarda sıralarda oturan insanlar eskisinden daha farklı. İhtiyaçları değişik. Geleneksel metotlar bir yerden sonra işe yaramıyor. Dersi sadece anlatmanın bir işe yaramadığı zamanlarla daha fazla karşı karşıyayız.
İnsanlar daha çok sorguluyor. Mezun olan öğrencilerin bu hayatta neyi yapmak istediğini, ne işle meşgul olmak istediğini sormayan bir sistemin tam içindeyiz. Mevcut eğitim anlayışları ihtiyacı karşılamıyor. Bir amaç için ortaya kondukları çok belli. Çoğu zamanda bu amacı kestirmek mümkün değil. Çünkü söylemlerle eğitimin sonuçları arasında kapatılması mümkün olmayan bir uçurum var.
Eğitim insanı tek tip olarak görür. Eğitimde fert değil topluluk esastır. Mevcut eğitim anlayışları insanın duygu yönüne, kabiliyetlerine pek hitap etmez. O kadar yıllık maratonun sonunda insanı alır, bir sınava tabi tutar. Eğer başarılı olmuşsa öğrenciyi talep ettiği bir üniversiteye yerleştirir. Yerleştirmese dahi bunun için ısrar eder. Bunu yaparken ülkenin bu alandaki ihtiyacı pek önemsenmez. Ortaya üniversiteden mezun olduğu hâlde işsiz, hayata küsmüş mezunlar ordusu çıkar.
Çoğu öğrenci hayatının en verimli yıllarını lise yıllarında geçirmiş, yaşamı boyunca hangi mesleği icra edeceğine dâir henüz net bir fikre erişememiştir. Bu genç, üniversiteye yerleşmemiş olsa bile liseden mezun olduğunda on sekiz yaşındadır. Önünde yürüyeceği uzun bir yol bulunsa da bu hayatın hazırlık safhası sayılan o kritik yılları boş hevesler peşinde, amaçsız, gününü gün ederek, hiçbir entelektüel birikim yapmadan, bir beceri geliştirmeden geçirmiş olabilir. Bugün dünyada eğitimi önemsemeyen milletlerde aynen bu durum yaşanıyor.
Öğretmen işte bu noktada bir gence hayatı boyunca rehberlik yapabilecek güçte bir kahraman olarak sahneye çıkar. Her yıl içinde bulunduğumuz dönem “Eğitim-Öğretim Dönemi” olarak ifade edilir. Öğretmen bilir ki, onun işi sadece öğretim değildir. Öğretimden daha önde ve gerekli olan eğitim yıl içinde öğretmenden ısrarla beklenen bir şeydir. Onun her hâli öğrenciye tesir eder. Bir iltifatı nice açılımlara vesile olur genç bir gönülde. Bir sözü karşısındakini yıkabilir. Öyleyse her şekilde, gecesinde ve gündüzünde öğretmen bir eğitim hâli içindedir. Okuduklarıyla, yaşadıklarıyla, düşündükleriyle öğretmen bu eğitimci yanını beslemeyi hiçbir zaman bırakmaz. Eğer bu böyle olmuyorsa öğretmenin eğitimci yönü zayıflar. Artık o, sadece mesleğindeki bilgiler aktaran, mutsuz ve isteksiz biri olur.
Bir öğretmenin söyledikleri gibi yaptıkları da ders niteliği taşır. Öğretmen anlattıklarını hayatıyla desteklemiyorsa onun söyledikleri, dersleri verim itibariyle yarım ve eksik kalmaya mahkûm gibidir. Öyleyse bir öğretmen, kendilerine adeta teslim ve emanet edilmiş, hayatlarına derin dokunuşlar yapacağı çocuklarla, gençlerle muhatap olurken ilk önce mümkün olduğu kadar donanım sahibi olmalıdır.
Bir öğretmen hayatı anlamlı yaşamalıdır. Bununla öğrenmenin, bilme aşkının, okuma sevgisinin, bir şeyler öğrenme isteğinin daima canlı tutulması gerektiğini ifade ediyorum. Öğretmenlik mesleğinin anlamı da burada yatar. Hayatı anlamsız yaşayan bir insanların mesleği öğretmenlik olsa bile bunların memlekete faydadan çok zararlarının olduğunu söyleyebiliriz.
Öyleyse devletimiz her şeyden önce öğretmenlik mesleği üzerinde durmalıdır. Kimlerin öğretmen olacağına çok erken yaşlarda karar verilmelidir. Bu iş öyle rast gele yapılmamalı, öğretmenleri yetiştiren fakültelerdeki hocalar da titizlikle seçilmelidir. Öğretmenlik mesleği çok şerefli bir meslektir. Bu şerefe zarar verici kişiler, kurumlar, ideolojiler tümden tasfiye edilmelidir. Ülkenin geleceğini şekillendiren öğretmenlerdir. Öğretmenliği küçümseyen milletlerin acı sonlarını tarihlerden bulup okumak daima mümkün. Öğretmene verilen değer insana, öğrenciye, ülkenin geleceğine, yarınlarına verilen değerdir.
Öğretmen çoğu zaman bir rehber, bir yol göstericidir. Zaman geçtikçe öğretmenin rehberlik yapması daha büyük önem arz edecektir. Dediğimiz gibi bilgiyi canlı kılan öğretmendir. Aslında bir bakıma öğretmen hayatı da anlamlı kılar. Bu yüzden her şeyden önce öğretmenin yetiştirilmesi meselesi bir ülkenin bütün meselelerinden daha büyük önem arz eder. Öğretmen meselesi bir vatanı savunmak gibi algılanmalı, böyle değerlendirilmelidir.
Kabul etmek gerekir ki, öğretmen de bir insandır. Onun da zaafları vardır. Fakat bence bu zaaflar okuldan içeriye girildiği andan itibaren bırakılmalıdır. Tıpkı siyasi ve ideolojik kimliklerin kapının dışında bırakılması gerektiği gibi… Öğretmenlik karakteri icabı siyasetle uyuşamaz. Öğretmen ilmin, tekniğin, sanatın, edebiyatın telkinini yapan; bilgiyi insana aktaran, onu sevdiren, bununla beraber bütün bunların hayatta ne işe yaradığını öğrenciye gösterendir. Öğretmenlik mesleğine siyaset bulaştıranlar ona en büyük kötülüğü yapmışlardır.
Sınıfa girdiğiniz zaman karşınızdaki insanın hangi siyasi görüşte olduğunu, hayatında nelerle karşılaştığını bilemezsiniz. Dersinizi sınıfa anlatırsınız. En iyi şekilde anlatır, mesleğin gerekleri neyse onu yerine getirirsiniz. Öğretmen sınıfta dersini tüm dünya onu dinliyormuş gibi anlatmalıdır. Bu durum onun motivasyonunu besler, alanında derinleştirir ve öğrenciyi de dersi dinlemese bile öğretmenine ve derse saygı duymaya sevk eder. Böyle bir saygı hâlinden bir müddet sonra kesinlikle sevgi doğar.
Öğretmen, mesleğine aşkla bağlı olmalıdır. Onu sevmeli ve bu mesleğin nasıl büyük bir nimet olduğunu düşünmeli, hayal etmelidir. Öğretmen, her türlü entelektüel beceri, kitap okuma, sanat ve spor faaliyetleriyle hayatını zevkli hâle getirmeyi bilmelidir. Öğretmenlik mesleği bunları lüzumlu kılar. Böyle bir öğretmene öğrenci doğal olarak saygı ve sevgi besler. İşte bu saygı ve sevgi eğitimin temel dinamiğidir. Eğitimdeki başarı büyük oranda bununla ilgilidir.
Mesleğini sevmeyen öğretmenlerin, derse saygısı ve sevgisi olamayan öğrencilerin bulunduğu yerlerde başarıdan söz edilebilir mi?
Sevgi her şeyin olduğu gibi eğitimin de temelidir. Öğrencide var olan kabiliyeti, başarıyı ancak sevgiyle ortaya çıkarabilirsiniz. Sevginin olmadığı yerde başarıdan söz etseniz bile bu uzun soluklu bir şey olmaz. Her insan bir kabiliyetle dünyaya gelir, eğitimin bunu ortaya çıkarıcı ve geliştirici işlevde olması gerekir. Öğretmen gençlerin özünde yer edinmiş, onun bu dünyaya neden geldiğini izah eden gizli kalmış kabiliyetlere hitap eden, bunları gün yüzüne çıkaran insandır.