“Mao ve onun izinden giden Kamboçyalı komünist diktatör Pol Pot’un ortak özelliği, eğitimli kişilerden nefret etmeleriydi. Mao, akademik eğitim alan doktorlardan nefret edip, hepsini Batı ajanı olarak suçlamış, hastâneleri, akupunktur denilen ilkel yöntemle tedâvi etmeye çalışan eğitimsiz kişilerle doldurmuştu. Dolayısıyla, kısa sürede milyonlarca kişi ölünce, geri adım atmıştı. Ama yine de eğitimli kişileri aşağılamaktan geri durmamıştı.
Pol Pot’un yaptıkları ise daha da uç boyutlardaydı. Bütün üniversite me’zûnlarını tarlalarda çalışmak zorunda bırakmış ve milyonlarca insanı öldürmüştü. Öyle ki, kot pantolon giymek bile Batı ajanı olarak suçlanıp, öldürülmeniz için yeterliydi.
Maâlesef, Türkiye’de de son yıllarda eğitimli olmaya yönelik benzeri bir bakış yükseliyor. Kimisi adâlet (!) adı altında, ülkede herkesin aynı ücreti alması gerektiğini savunurken, kimisi öğretmen, mühendis ya da doktorla, asgârî ücretle çalışan biri arasında ne fark olduğunu sorabiliyor. Kimisi hemşîrelerin ya da sağlık çalışanlarının da kısa süreli bir eğitimin ardından doktor yapılabileceğini savunurken; kimisi de öğretmenlerin yan gelip yatarak para kazandığını söyleyebiliyor.
Bugün Türkiye’de 90 bin öğretmen, kadro sâhibi olmadan, “ücretli” sınıfında ve aşağı yukarı asgârî ücretin yarısı kadar ücret alıyor. Ödenen sigorta primleri ise 180 günü bile bulmuyor. Özel okullardaki, dershânelerdeki durumlar ortada. Asgârî ücretin az biraz üzerinde çalışan on binlerce öğretmen. Sanki birileri, ülkenin genelinde çalışan insanların ücretlerini asgârî ücrete çekmek istiyor. Bunu eşitlik ya da adâlet sanan birçok geri zekâlı da buna çanak tutuyor. Ülke, hiçbir iş güvencesi olmayan, yarınını düşünemeyen, planlayamayan milyonların ülkesi olmaya doğru gidiyor.
Bunun tehlikeleri üzerinde konuşmak, Türkiye açısından en önemli konu olmalı.”