Ölüm Hayat ve Öteler

Her şey ne kadar da gizli ve her şey nasıl da birbirinin sebebi. Bazı sebepler nasıl da sırlarla dolu! Günlerce hayat ve ölümü düşündüm, okudum ve tekrar tekrar düşündüm. Düşündüm: Yüce Rabbimin kader ve kaza tayinini, Kur’an-ı Kerimde buyurulan “her nefis ölümü tadacaktır” hükmünü, zamanın nasıl da hızlı geçtiğini, aslında ne çok zaman olduğunu, yani nisbî zamanları düşündüm. 

Verilen ömür ile birlikte kainâtın zamanını ve dürülen, bükülen, asla düz çizgide olmayan, uzayın bükülmesiyle değişen rölatif zamanları… 

Zaman…” Ne kadar da önemli bir hazine” diye düşünürken birden karşımıza çıkıveren “kime göre, neye göre” sorusu… Ardından eğer hazine ise – ki öyle olduğuna kesinlikle inanıyorum- nasıl değerlendirilecekti ve bu değerlendirmenin kul hakkı ile bağlantısı… Bize verilen zamanı mutlak iyilik, gerçek güzellik, ebedi mutluluk adına ve kötülüklerden kaçınarak kullanmak… Ve… Algıladığımız bizim zamanımızla birlikte bizim hissettiğimiz, değdiğimiz, bize ait olduğunu sandığımız mekânı, yani üç boyutu, o boyuta yerleştirilen varlığı, varlığın mahiyetini… 

Sahi varlık dediğimiz kavram neydi? Sicim Teorisine göre her şey ve “şey” neticede bir dalga fonksiyonundan ibaretti. Yani geçici bir menzil! Ve…. Zamanın, mekânın, varlığın, düşüncenin, gerçeğin, hayalin, velhasıl her şeyin mutlak sahibi ve yaratıcısı Yüce Allah’ın taktir ettiği nefes sayısıyla belirlenmiş hayat denen gizem ve ölüm denen sırlı hakikat… 

Sağ iken Yüce Allah ile sırlarla dolu yakınlaşma: Sevgili Peygamberimizin (s.a.s) miracı… Bu vadide canını ortaya koyanlar Hallac-ı Mansur ve diğer ilahi aşkın aziz yolcuları… Tartışmalar: İbni Sina, Farabi ve onu şiddetle tenkit eden karşı taraf… Maktuller: İşrakî Sühreverdi… 

Ve… Gerçeğin cephelerinden birkaçını fark edip yansımalar içinde çırpınanlar. Sokrat, Aristo, Eflatun… İslam dinini Antik Yunan düşüncesi, Hint felsefesi ve İran’ın pagan inanışının tesirleri ile anlatma gayretleri… Tasavvuf düşüncesinden panteist felsefeye, oradan da mistik felsefeye, natüralizme, ateizme savrulup yokluktan medet umanlar… Kendilerinin arka sokak karanlıklarında dönüp dönüp duran, ayaklarının sapkınlığa dolandığı, nurlu meydanlardaki açık hakikati göstermemek için nefislerinin o tarafa adım attırmadığı hırsız Batı Filozofları… 

Öyle hırsızlar ki ünlü Descartes Gazali’den sayfa sayfa çalıyor ve kendi fikirleriymiş gibi eserler yazıyor. 

Çok düşündüm: Ölüm, hayat ve öteler… Var oluş, hayat ve öteler… Varlığın hakikatini duyularla, akıl yürütme, sezgi ve vahye inanıp ilahi bilgi ile elde etme yolunda müthiş kapılar açan İmam Maturidî… Tasavvuf ummanının muhteşem seyyahları İbni Arabi ve Gazali, İmam Rabbani… Bütün bu zirveler ölümü, hayatı algılamaları ve değerlendirmeleri kendi inanç sistemlerine ve felsefelerine göre ne kadar da farklı. 

Düşündüm: İnsan olmak ne kadar da zor. Hele kâmil insan mertebesine ulaşmak zorun da zoru. Zira her peygamber geldiğinde paganların şiddetle itiraz etmedi… İman sahiplerinin bir müddet hüküm sürmesi… Ancak gönderilen dini akidelerin ve kutsal kitapların çok da uzun olmayan bir süre sonra tahrif edilmesi ve politeizme kaymalar… 

Yüce Rabbimin merhameti sonsuz. Bütün bu isyanlara karşı tekrar tekrar peygamber gönderip insanlığa yeniden ve durmadan fırsat tanıyor. En güzeli de bu fırsatların içinde bulunan ve durmadan çoğalan hikmetli hediyelerin olması… 

Düşündüm… Ve…. Kendi kendimi sorguladım: Gerçekten bu muhteşem hediyelerin farkına varabildim mi ve kıymetini bilebildim mi? 

 
Yazar
Suzan ÇATALOLUK

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen