Esat ARSLAN
Evet, Sevgili Okurlar, neden önce Münbic Harekâtı? Herkesin düşündüğünün aksine Münbic Operasyonu neden önce yapılmalıdır, diyorum. Buna hemen bir açıklık getirmek istiyorum. Çünkü Münbic Operasyonu “Cerablus-El Bab-Azez” harekâtının ikinci kısmıdır. Bu bakımdan yarım kalmış bir harekâttır. ABD ulusal savunma belgesi mertebesindeki bir ABD dolarının üzerinde yazan “Bitmemişin Tamamlanması” anlamında bir “Annuit Coetis”tir. Büyük Amerikan Ulusal Mührü’nün simgelerinden biridir. “Tanrı Başlangıcı Destekler” anlamına da gelir.
Münbic bölgesi kuzeyden güneye doğru Fırat kıyısını bünyesinde bulunduran Münbic’in yüzölçümü TSK-OSÖ güçlerinin hedeflediği 5 bin kilometrekarelik alanın yarısı kadardır. Dolayısıyla Münbic’siz Fırat Kalkanı yarım harekât olarak kalmıştır. Gelin hep birlikte bu konuyu biraz derinlemesine inceleyelim ve irdeleyelim.
Anımsayalım, Fırat Kalkanı harekâtın amacı çok güzel bir şekilde ortaya konulmuş, ABD ve koalisyon güçleri Türkiye’nin bu haklı eylemine destek vermemesine karşın dünya kamuoyu sessizliğini muhafaza ederek 5.000 km. karelik bu alandaki Türk Silahlı Kuvvetlerinin harekâtını bir anlamda onaylamıştır. Kilis-Öncüpınar arasındaki 120 km hat boyunca başlayan harekâtın öncelikli askerî hedefi PKK ile iş birliği içinde olan PYD/YPG ayrılıkçılarını Fırat Nehri doğusuna itmek ve Gaziantep ile hemhudut olan “Afrin” ilçesi ile irtibatım kesmek olarak ortaya konulmuştur. Münbic’i de içine alan harekâtın maksadı Mart 2011’den beri kan gölüne dönen Suriye’de otorite boşluğundan faydalanarak sınırlarımız boyunca işgal hareketinde bulunup ülke derinliklerine sarkan DAİŞ ve etnik temele dayanan PKK-PYD-YPG gibi terörist unsurları temizlemek ve sınırlarımızı güven altına almak olarak betimlenmiştir. Bu durum bu konuda aynı amaçlarla Suriye’ye geldiğini ifade eden ABD ve koalisyon güçlerinden farklı bir durumu dikte ettirmektedir. Her şeye karşın Türkiye-Rusya-İran garantörlüğü altında Fırat Kalkanı sakin başlamış ve başlangıçta koalisyon güçleri isteksizliklerini bile gizlemiş ve harekâtın zamanlaması hususunda çok akıllı bir yol izlenmiştir. 95. yılına giren cumhuriyet tarihimizde, TSK’nın 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ ndan 42 yıl sonra, 24 Ağustos 2016 tarihinde, “Özgür Suriye Ordusu” ile başladığı harekât, ikinci sınır ötesi askerî harekât olarak ayırıcı bir özelliği bulunmaktadır. Kıbrıs Barış Harekâtı garantörlük anlaşmasına dayanırken, Türkiye Cumhuriyetinin Suriye müdahalesi Türkiye’nin kendini koruması için BM Sözleşmesi 51. maddeye dayanmaktadır. Yasaldır. Diğer bir yasal dayanağımız YPG/YPJ’nin başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası örgütlerin ortaya koydukları “Savaş Suçu İddiaları”na isnat etmektedir. Nasıl mı? İşte şöyle:
5 Haziran 2015 tarihinde BM Genel Sekreteri Ban Ki-mu’nun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne sunduğu “Çocuklar ve Silahlı Çatışmalar” adlı raporun Suriye İç Savaşı kısmında, 15 yaşından küçük kız ve erkek çocukların YPG/YPJ tarafından silahaltına alındığının tespit edildiği ve çocukların savaş bölgelerinde kullanıldığı açıklanmıştır. Raporda, 13 yaşındaki bir kız çocuğunun örgüt tarafından askeri eğitim amacıyla Resulayn şehrine götürüldüğü ve ailesinin kızlarını görme isteğinin reddedildiğine dair ifadelere yer verilmiştir. 13 Ekim 2015’te Uluslararası Af Örgütü, Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile askeri kanadı YPG’nin Suriye’nin kuzeyinde Arap ve Türkmen sivillerin yaşadığı bölgeleri kullanılamaz hale getirdiğini, bölge sakinlerini zorla yerlerinden ederek insan haklarını ihlal ettiği ve savaş suçu işlediğini bildiren bir rapor daha yayımlanmıştır. Bu çocukların aileleri sınıra yakın yerlerdeki konteynır kamplarda yaşamakta, Türkiye’ye sığınmalarının nedenlerinden birisi budur. Türkiye Cumhuriyeti bu önemli konunu takipçisi olmalıdır. Münbic harekâtı yapılmasının önemli dayanak noktalarından birisi de budur.
En çok irdelenmesi gereken ikinci konu ise bizzat askerlik mesleğinin kendisidir. Askerlik mesleği öyle kolay öğrenilen bir meslek değildir. Unutmayalım askerlik, hem bilim hem de sanattır. Yasa ve kurallar içinde bilim ve teknolojiden yararlanarak savaş sanatını öğrenme ve uygulamaktır. Usta çırak usulüyle öğrenilen bir meslektir. 15 Temmuz Kalkışmasından önce özenle seçilen subay adayları dokuz yıllık meşakkatli bir eğitimden sonra askerlik sanatını öğrenerek kıtalara gönderilirlerdi. Televizyon ekranlarında eline bir çubuk geçiren, 21 günlük “yavrukurt”, ya da “dekont” askerliğine bakmaksızın kendisini harita önünde bulanlar şimdilerde üniformasız generalliğe heves etmektedirler. Bazıları da eline golf sopası almayı yeğliyor ya hadi neyse. Sanki kendileri Nizam-ı Cedit askeri… Selam ver deseniz, şapkasının viziyerine iki parmağını değdirecek, yavrukurtlar gibi. Sorsanız, durum değerlendirme (Estimate of Situation)’niz nedir diye? Tekemmül etmiş bir durum muhakemesinden haberinin olmadığı da çık seçik belli. Saldırganın olanak ve yeteneklerinin kabul ihtimal derecesi diye sorsan o ne ki, diyecek, araziyi bilmiyor, manzara krokisinden, tankın motor gücünden haberi yok. Tankın motorunu Murat 124 motoru ile karşılaştırma gayreti var. Motorun egzoz genişliğini görmeden vatandaş atletini egzoza sokup durduracağını zannediyor. Hadi askerlikten bihaber olduğunu varsayalım, adama Bilad-ı Şam’ı soruyorsun. Adam diyor ki, Suriye’nin başkenti. Hoppala!!!! Sevgili okurlar, Bilad-ı Şam yaygın adıyla “Sûriyyetü’l-Kübrâ (Greater Syria)” Suriye-Lübnan-Filistin-Kuzey Ürdün ve Hatay içine alan geniş bir coğrafi alandır. Yani,“Bilâd-ı Şam” “Büyük Suriye” anlamındadır. Ancak şimdi bölgeye gelen büyük güçler “Büyük Suriye”yi “Butik Suriye” yapmak peşindedirler. Ülkeyi “Küçük Devletçik”lere bölerek, özellikle “Nusayriler”in nüfus yoğunluğunun bulunduğu batı ve sahil bölgelerinde, Rusya ve İran açısından “kullanışlı” yüzde 15’lik küçük bir Suriye’nin kurulması Sûriyye Musaggara (Lesser Syria) istemektedirler. Bütün bunlardan sonra demem o ki, alanı bilmeyen, Suriye halkına elini sürmemiş ve de üzerinden kurşun geçmemiş bu ulusal kanallarda boy gösteren sözde uzmancıklarımızı sizler de yakından görüyorsunuz öyle değil mi? Sevgili Okurlar. Evet, anlıyorsunuz ki, bu adamların ne tarihten haberleri var, ne de araziden, hadi bu günlerde moda olduğu için söyleyelim, sahadan bile haberleri yok.
Biz bütün bunları etraflıca düşünerek sağlıklı bir değerlendirme yapalım. Mustafa Kemal Atatürk dâhil, bütün büyük askerlerin en önemli yetenekleri “Örtü ve Aldatma” planlarını detaylandırıp bu planı zaman ve mekân içerisinde büyük bir beceriyle uygulamalarıdır. Bu planın başarısı hemen her seviyedeki komutanın stratejik, operatif ve taktik seviyedeki planlarını eş güdüm içerisinde uygulayabilmesidir. Sağ gösterip sol vurmaktır. Yani “Afrin, Afrin”, “Bir gece ansızın gelebilirim” deyip, hiç beklenmeyen yer ve zamanda harekâtı başlatabilmektir. Hatırlayın Kıbrıs Barış Harekâtı öncesi Başbakan Bülent Ecevit ile Dışişleri Bakanı Turan Güneş’in kurguladıkları “Stratejik düzeydeki Örtü ve Aldatma Planı’nı… Harekât “Ayşe tatile çıksın” parolasıyla başlamıştı. Kıbrıslı Rumların Zeki Müren’in “Beklenen Şarkı”sıyla Kıbrıs Türküyle dalga geçmeye başladıkları bir anda “Bir gece sabaha karşı” daha doğrusu şafak vakti Türk Ordusu adaya çıkmıştı. Türk Barış Kuvvetleri “Amfibi, Uçarbirlik ve Hava İndirme ve Atma Harekâtı” hem de aynı anda icra etmişti.
Münbic’in demografik durumu hakkında Türk devlet adamları bile yanlış beyanlarda bulunmaktadır. Oysa tarih boyunca ilçe hudutları içinde en az nüfus Kürtler, en fazlası ise Araplar değil, Türkmenlerdir.[1] 1324 (Miladi 1908) tarihli Osmanlı salnamesinde hemen hemen başta Musabeyli ve diğer nahiyeler olmak üzere Türkmen olduğu açık seçik köy isimlerinden belli olmaktadır.[2] Münbic Halep kadar çok eski ve tarihî bir yerleşim merkezidir; anılan salnameye göre 93 Harbi’nden sonra buraya Kafkas unsurları buraya yerleştirilmiş ve bu halk en büyük nüfus haline gelmiştir. Aşağıdaki Türkçe köy isimleri bu savı doğrulamaktadır:
Kara Yakup, Koyunlu, Karataşlı, Kadılar, Çörten, Baltacık, Eşekçi, Kubbe Türkmen, Kantara, Mirza Şehit, Memik, Öküz Öldüren, Kara Göz, Hanefi Solak, Acar, Kındıra, Boz Hüyük, Bel Viran, Çukur Viran, Gollü, Sabuncu, Ala Baş, Mahzenli, Songur, Yaşlı, Taşlı, Hüyük, Kerpiçli, Çatal Viran, Aktaş, Yılanlı, Kurt Viran, Aşağı Çakal, Yu¬karı Çakal, Çoraklı, Ak Viran, Osman Geldi, Küçük Medene, Büyük Medene, Şeyh Yahya, Ballı, Bey Viran, Ziyaret, Ca- mus Viran, Denden Oğlu, Nafak, Halvacı, Boz Geyik Ziyareti, Aşağı Kuru Dere, Orta Kuru Dere ve Yukarı Kuru Dere, İsmail Efendi, Ömer Bey, Ak Çukur, Yalnız Dam, Küçük Köy, Öküz Gözü, Katma, Sıçan, Kazıklı, Çene, Küçük, Elbeyi, Küçük ve Büyük Karatepe.
Aslında Süleyman Şah Türbesi’nin de bu ilçe hudutları dâhilinde Fırat kıyısında bulunması da Münbic’in tarihî Türk yurdu olduğunun açık bir delilidir. Fakat ne yazık ki türbe çevresi DAİŞ ve ÖSO’nun çatışma bölgesine çok yakın olduğu için, 21 Şubat 2015 gecesi, türbe sınırlarımıza yakın yere taşınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti üzerine 8797 metrekarelik tapusu bulunan Süleyman Şah Türbesi’nin kontrol altına alınmasına yönelik yapılacak “harekâtın gerekçesi” Birleşmiş Milletler Kuruluş Antlaşmasının 51. Maddesinin rahatlıkla işletileceğine amil bulunmaktadır.
Önce “Afrin” derseniz, yanlıştır. Askerliğin icabatına uymaz, savaşın manevra ilkesinden “İç Hat Manevrası” ilkesine aykırıdır. Neden? Nedeni açık, seçik ortada. Siz zaten bu bölgeyi dört koldan kuşatmışsınız, bir müddet sonra sizin hiçbir şey yapmanıza gerek yok, kendisi bu bölgeyi terk edecek, meraklar buyurmayınız. “Afrin Afrin” diye ısrar ederseniz, başkasının toprağında gözü olan “irredendist” bir ülke görünümü çizerseniz. Oysa yasal yönden Münbic’e müdahalede bulunma için öylesine hukuki gerekçeleriniz var ki, gelin şimdi bunlara bir bakalım. Bilmek de, yarar var, Münbic operasyonu 31 Mayıs 2016 tarihinde ABD Merkezi Komutanlık (CENTCOM) koordinasyonu, komutası ve desteğiyle ABD’nin desteklediği PKK uzantısı Kürtçe “Partiya Yekîtiya Demokrat Türkçede Demokratik Birlik Partisi (Suriye).anlamına gelen Suriye Demokratik Güçleri (SDG) isimli cephe örgütü tarafından başlatılmıştı. SDG aslında CENTCOM’un Türkiye’yi daha fazla çileden çıkarmamak için icat eetmiş olduğu bir isimdir. Harekât bu cephe örgütünün askeri kanadı, daha doğrusu PKK’nın Suriye’de konuşlanan kolu Kürtçe “Yekineyen Parastina Gel”, Türkçede “Halkçı Koruma Birlikleri” anlamına gelen YPG ve YPJ (Kadın Koruma Birlikleri) ile başlatılmıştı. Asıl kara desteğini PYD / YPG ‘den aldıklarını perdelemek için bazı Arap aşiretlerini de işe katarak oluşturduklarını da bir yerlere not edelim. Burada yeri gelmişken bir önemli hususu büyük harflerle ifade etmek istiyorum. Siz, ister İngilizce, ister Türkçe olarak PYD/YPG deyin, örgütün tam ismini ortaya koyduğunuz için, zımnen bir anlamda bu örgütü meşrulaştırıyorsunuz, demektir. Bu yanlıştır. Bir de telaffuza dikkat etmek lazım. PKK’yı “PeKeKe” şeklinde okursanız, örgütü meşrulaştırırsanız, ama mevcut jargon gibi “PeKaKa” biçiminde okur ve okumaya devam ederseniz, bu örgütü o kadar da meşrulaştırmazsınız. Zaten onlar ve destekçileri de kendilerine bu şekilde ifade edildiğinde bayağı bozulmaktadırlar. Bunun için YPG örgütüne -doğrusu bence bu- “PKK uzantısı AB(D) desteğindeki Suriye’deki ayrılıkçı silahlı Kürt Terör örgütü / PYD’ye de aynı şekilde “PKK uzantısı AB(D) desteğindeki Suriye’deki ayrılıkçı Kürt Terör Cephe Örgütü” denilmesi uygun bir uluslararası ifade şeklidir.
Bütün bunlardan sonra demem odur ki, çerçevesi güzel bir şekilde çizilmiş, yasal gerekçeleri iyi bir biçimde ortaya konulmuş ve dünya kamuoyunda kabul görmüş El Bab Operasyonunun ikinci kısmı Münbic Harekâtı, Afrin operasyonundan önce yapılmalıdır. Bu harekâtla koordineli olarak 1974 Kıbrıs Barış Harekâtından sonra ABD’nin uygulamış olduğu ambargoya karşı Süleyman Demirel’in Başbakan olduğu 1975 yılının 25 Temmuz’unda ABD’ye ait Türkiye’deki 21 üs ve tesisin kapattığı gibi aynı eylem kuvveden fiile geçirilmelidir. Aman dikkat, benden söylemesi.
[1] Kilisli Kadri, Kilis Tarihi, Burhaneddin Matbaası, İstanbul 1933, s. 135; Cengiz Orhonlu, Suriye Türkleri, Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1976, s. 1133 Aktaran Ali Bademci, Suriye Sendromu, İstanbul, Eylül 2017, s 328.
[2] Ali Bademci, age, s328