Hasip SAYGILI
Sosyal medyada Kurban Bayramı sabahı sosyal medyada iç güvenlik görevinde bir tepe üzerinde askerlerimizin bir tankın dibinde bayram namazı kılarken görüntülendiği yukarıdaki fotoğraf paylaşıldı. Bu fotoğrafı koyan kişi hizmet başındaki tertemiz yürekli Mehmetçiklerimizi saygıyla andı. Ancak bu güzel fotoğrafın altına bir şahsın yazdığı yorumlar ise sınır tanımayan asker nefretinin ülkemizde nerelere kadar yaygınlaştığını da göstermiştir.
Yorum yazan şahsa göre bayram namazı kılan askerlerin yarısı cenabettir. Bu ücra kuş uçmaz kervan geçmez dağ başında, hiçbirinin kimliğinin belli olmadığı riya ve gösterişten uzak, bayram sabahı eda edilen namaz, muhtemel bir darbeye karşı halkın mukavemetini zayıflatmaya yönelik sinsi bir taktiktir. Bunlara uyanık olmak gerekir. Dahası facebook yorumcusu asker ailelerine müptezel bir dil ile ağır hakaretler etmektedir. Bunların buraya alıntılanması basın kanununa göre suçtur ve infial yaratabilir. Bazı dostlarımızın bu iftiracının bir meczup olduğu ciddiye alınmaması gerektiği kanaatine katılmıyoruz. Bizce değerlerimize yapılan ağır saldırıların pek de sağlam olmayan gerekçelerle görmemezliğe getirilmesinin ağır sonuçlar doğuracağı açıktır. Sadece birkaç yıl önce Diyarbakır’da Taktik Hava Üssü Kışlasında bayrağımızın eşkıya tarafından indirilmesine müdahale edilmemesinin nasıl ağır sonuçlar doğurduğu hatırlanmalıdır. Ülkenin varlığının timsali olan bayrağa hakaretin yaptırımsız kalması fitnenin teşviki ile çoluk çocuğun gönderden bayrak indirmesi furyası yaratmıştı… Bu ihmal tıpkı Balkan Harbi’nde firara teşebbüs eden subay ve neferlere amirlerinin yaptırım uygulayacak dirayetten yoksun kalmasının bozgunu tetiklemesi gibi bir şeydi. Değerlerimize sabah akşam pervasızca saldırıların devam etmesini hoş görecek bir mide ve mezhep genişliğinin telafisi imkânsız hasarlar yaratacağını söylemek gerekir. Bu çerçevede Mehmetçik ile onun eş ve annelerine yapılan hakareti bir vatandaş olarak e-devlet üzerinden en yüksek makama şikâyet ettik. Dikkate alınacağını ümit ediyoruz.
Diğer taraftan askerin uğradığı aşağılama ve hakaretlerin maalesef sosyal medya kullanıcıları ile sınırlı olmadığına ilişkin çeşitli duyumlar da vakidir. Hatırlatalım, 15 Temmuz 2016 darbe kalkışmasının failleri mahkemelerde cürümlerinin hesabını veriyorlar. Ancak darbenin başarısızlığında ordunun ana gövdesinin FETÖ illetinin kanlı girişimine destek vermemesi kayda alınması gereken önemli bir faktördür. Durum bu olmasına rağmen suçluluklarına ilişkin hiçbir karine bulunmayan askerlerin sabah akşam FETÖ mensubu ama delil yetersizliğinden şimdilik hakkında işlem yapılmamış potansiyel suçlu olarak görülmesi doğru değildir. Suçlular ucu nereye, hangi makama dayanırsa dayansın elbette yargılanmalı ve hak ettikleri yaptırıma uğratılmalıdır. Fakat örgüt bağlantı ve etkisi altında olduğuna ilişkin elde hiçbir emare bulunmayan muvazzaf askerlerin her ortamda küçük düşürülmesi gereken şahıslar olarak muamele görmeleri acı vericidir. Bazı makam sahiplerinin kendilerine yüksek siyasi makamlar nezdinde olumlu puan kazandıracağı beklentisiyle askerlerin temsil ettikleri makam ve memuriyet nüfuzunu yok sayan tavırlar takınmayı tercih ettikleri bilinmektedir. Türkiye’nin 20 yıla yakın büyük fedakârlıklarla ilgi gösterdiği bir Balkan ülkesinde Zafer Bayramı resepsiyonuna ilişkin Büyükelçilik resmi facebook hesabından yayınlanan görüntüler endişelerimizin abartılmış vehim olmadığını göstermiştir. Büyükelçiliğimiz 18 fotoğraf ile resepsiyona katılan ev sahibi ülke ve diğer ülke subaylarını sayfasına koyarken, davete 60’a yakın muvazzaf askerimiz katılmasına rağmen bunları görüntüye yansıtmamıştır.
(https://www.facebook.com/tcpristinebe/) Bunun bilinçli bir tercih olması dışında başka bir izah tarzı yoktur. Devletimizi temsil eden Sn. Büyükelçinin Zafer Bayramı resepsiyonunda kendi askerini istiskal anlamı taşıyan tercihinin uygun olmadığını söylememiz gerekir. Bahsettiğimiz diplomatik misyon şefinin devletin makam ve memuriyet vererek tayin ettiği subaya görev, rütbe ve nüfuzu ile bağdaştırılması mümkün olmayan bir tarzda muamele etmeyi alışkanlık haline getirmesi o ülkedeki soydaşlarımız arasında da maalesef konuşulur olmuştur. Siyasi karar vericiler diplomatik misyon şefinin tavır ve uygulamasını doğru buluyorsa mağduriyete uğradığını sandığımız subay vakit kaybetmeden görevden alınmalı, Sn. Büyükelçinin istiskal etmeyeceği başka bir subaya görev verilmelidir. Devletin hariciyesi ile askeriyesini temsil eden personelin bu konumda aylarca tutulması Türkiye’nin Balkanlardaki itibarını, soydaşlarımız, diğer mahalli halk, ev sahibi ülke makamları ve diğer diplomatik misyonlar gözünde aşındırmaktadır.
Diğer taraftan geçtiğimiz aylarda İzmit şehir merkezinde bir grup askerlik mükellefi neferin topluca darp edildiklerini ilişkin haberler asker karşıtı havanın vatandaşlarımız arasında ne kadar yaygınlaştığının da anlayabilenler için uğursuz habercisi olmuştur. Çok yakın zamanlara kadar askerlik yükümlüsü er ve erbaşlar kışlanın dışına çıkınca toplumun her kesimi tarafından hürmet ve itibar görürdü. Askerlerimiz de bu sıcak alakayı vatan hizmeti yapmalarını toplum tarafından takdir edilmesi olarak anlarlar idi. Çok değil çeyrek yüzyıl önce er ve erbaşlarımız kışla dışına üniformaları ile çıkarlardı. Yüksek askeri makamlar terörü gerekçe göstererek askerlerimizin kışla dışında üniforma giymelerini yasaklamışlardı. Fikrimizce, bu önü arkası etraflıca düşünülerek verilmiş bir karar değildi. Ülkemizin hemen her yöresinde asker üniformalı yavrularımızın mevcudiyeti ve bunlar arasında olabilecek askerliğe yakışmayacak davranışların askeri inzibat tarafından önleneceği düşüncesi topluma moral ve güvenlik duygusu telkin etmekteydi. Kanaatimizce askerin üniformasını kendi toplumundan saklamasının sakıncaları daha ağır basmaktadır. Daha acısını söyleyelim. Bulunduğu topraklarda üniforma ile gezememek o topraklara aidiyetimizin sorgulanması anlamına da gelir. Afganistan’da kendi üniformalarıyla gezemeyen diğer ülke askerlerinin kendi kıyafetlerini Türk askerininkine benzetmeye çabaladıkları hatırlanmalıdır. Afganistan’da Türk askeri üniforması ile kendini güvenlik açısından riskli görmezken Türkiye Cumhuriyeti hudutlarında terör riski gerekçe gösterilerek askerlerimizin üniformalarından soğutulmasının makul olmadığı fikrindeyiz. Dahası kısa bir zaman öncesine kadar etnik fitne örgütünün neredeyse fiili hâkimiyetinde bulunan bazı merkezlerde zorunlu olarak çarşıya çıkan birçok rütbeli personelin üzerlerinde üniforma yokken katledilmeleri üniforma risk getirir sakat anlayışının zaten bir şeye yaramadığını göstermiştir.
Yurtdışında üniformanın görünürlüğüne ilişkin bir örnek ve tespiti okurlarımızın dikkatine sunmak istiyoruz: ABD’deyken bir gün akaryakıt istasyonunda benden önce arabasına yakıt almış olan üniformalı bir Astsb. Üçvş. gördüm. Askere hemen herkes tarafından kolayca anlaşılabilecek bir hayranlık ve ilgi gösteriliyordu. Fikrimce bu hayranlık ve ilgi, vatandaşların Silahlı Kuvvetlerine duyduğu güvenin göstergesiydi. Bizde ise artık günümüzde çarşıda, sokakta, bankada, vergi dairesinde, belediye’de, PTT’de, akaryakıt İstasyonunda subay, astsubay, uzman erbaş ve diğer erlerimizi üniformalarıyla göremiyoruz. (Ali Aras)
Yukarıda somut örneklerini sunduğumuz bazı makam sahiplerince rütbeli personelin ağır istiskale maruz bırakılmaları, zor şartlarda iç güvenlik hizmetindeki Mehmetçiklerimizin kendilerini siyasetin korumasında gördüklerini sandığımız bazı şahıslarca gıyaplarında ağır hakaretlere uğramaları, çarşı izninde askerlerimizin topluca darp edilmeleri gibi asker itibarını mahveden uygulamalar ve benzerlerine karşı ivedi tedbirler alınması gerekir.
Bu tedbirler alınmazsa ordunun personel kaynağı dumura uğrar. Çok yakın bir gelecekte yurt savunması için erbaş ve erleri ancak polis ve jandarma marifetiyle toplamak zorunda kalırız. Zaten hâlihazırda askerlik mükellefi olmasına rağmen bu hizmete yaklaşmayan erkek sayımız ordularımızın bozguna uğradığı payitahtımızın işgal edildiği 1918 yılındaki firari sayımızdan fazladır. Seferberlik yıllarındaki firarilerimizin esas gerekçesi karınlarını doyuramayışımızdı. Allah korusun, acil ihtiyaç halinde asker toplayamazsak, çağrıya icabet etmeyen asker mükellefleri ordunun kamuoyu nezdinde itibar kaybını gerekçe olarak gösterebilirler…
Muvazzaf personele gelince; asker ocağının itibar kaybı giderilemez, halk arasındaki ifadeyle ibişleşme generalden uzman erbaşa her kademede rütbelilere sirayet ederse ordu bitmiş demektir. Bu durumda zorunlu hizmet süresini tamamlayan askerlerin bir an evvel üniformayı çıkarmaları eğilimi artar. Genç subay ve astsubayların meslekte hizmet etmeleri için motivasyonu yok olur. Muvazzaf subay ve astsubay yetiştirmek için açılan okullara ihtiyaç duyulan sayı ve seviyede aday bulunamaz olur. Siyasi karar vericiler askerin itibar kaybının yarattığı net tabloyu görmek istiyorlarsa istifa, erken emeklilik, istirahat ve hava değişimi sayılarında artış, muharip sınıflardan yardımcı sınıflara sınıf değişikliği, hatta firar sayısı ile askeri mekteplere başvuranların sayı ve seviyeleri gibi somut verileri değerlendirmeleri gerekir. Milli Savunma Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünün tecrübe ve formasyonu ordunun ağır personel problemlerini karar vericilere bütün vahameti ile aktarmasına yetmeyebilir. Bu yüzden yüksek askeri makamları işgal edenler de kurumun görevini tam yapmasını engelleyerek itibar kaybına sebep olan zaaf ve arızalarını açık, net ve doğrudan siyasi makamlara sunmalıdır. Tespit edilen problem sahalarının, uygulanabilir, maksada hizmet edecek hal çaresi tekliflerle beraber takdim edilmesi gerekir. Susma ve ağzını açmama tercihi yani bizim sıfır risk yaklaşımı dediğimiz dilsiz şeytan rolünü oynayanlar kısa dönemde kendi ikballerini kurtarsalar da kurumun batmasının vebalini taşırlar.
*Bu makale Karar gazetesinde yayınlanmıştır.