Necdet BAYRAKTAROĞLU
Örf ve adetleler yazılı olmayan yerleşik kurallardır. Bir toplulukta benimsenmiş ortak alışkanlık ve usullerin tamamına örf ve adetler denir. Toplum ve insan davranışlarının bir kısmı, dini davranışların yanında örf ve adetlere de dayalıdır. Bu nedenle örf ve adetler din ile doğrudan birbiri ile ilgilidir. Türk örf ve adetleri İslam’ ters ve aykırı düşmeyip, çok yakın uyumluluk vardır. Türklerin İslam’ı kabul etmelerinden sonra, bazı örf ve adetler dinin etkisi ile de oluşmuştur. Ama bunun yanında İslam öncesinden gelen ve dine ters düşmeyen bir çok Türk örf ve adetleri, Orta Asya’da günümüze kadar uygulamaları görülmektedir. Hz. Peygamberimiz bu konuda: “Müslümanları güzel gördüğü her şey, Allah katında güzel”demiştir. İşte Türk-İslam kültüründen oluşmuş bu örf ve adetlerimizi korumalıyız, yaşatmalıyız ve bu hususta devlet ve millet olarak elimizden gelen her türlü katkı ve yardımı yapmalıyız. Bu bizim en büyük yardımseverlik görevimizdir.
Kültür, her millete kendi özelliğini veren, ona milli damgasını vuran maddi ve manevi değerlerin adıdır. Türk-İslam kültürü içinde yer alan örf ve adetler, Türk Milletinin en büyük zenginliğidir. Bu kültür ile Türkler, yüzyıllardır hakim olduğu coğrafyalarda farklı dil, din, ırklara mensup çeşitli toplumlar arasında sağlam bir ahenk ve düzen tesis etmiştir.
İslam öncesi hayatlarında Türklerin örf ve adetleri, yardımlaşma ve dayanışmaya dayalı halde idi. Türk tarihinin ilk devirleri daha çok Orta Asya bozkırlarında geçmiştir. Yaşadıkları coğrafyanın imkanları, onların hayat tarzları, düşünceleri, örf ve adetleri kendi öz kültürlerini oluşturmuştur. Toylar aracılığıyla yardımlaşma ve dayanışma, fakir ağırlama, konuk ağırlama, doğumlarda ve düğünlerde, yaslarda, askerlikte yardımlaşma ve dayanışma, tehlikelere karşı birleşme, barış zamanında uyum içinde yaşama şeklinde görülüyordu. Türk insanı zor coğrafya şartlarında yardımlaşma ve dayanışmayı örf ve adetler aracılığıyla yapmakta idi. Bu asil karakter, Türk Milletinin tarihi kaderinde her daim etkili olmuş, örf ve adetler şeklinde hayatında yerini almıştır.
Anavatan Orta Asya’dan göç edip, Anadolu topraklarına adım attıklarından itibaren Türkler, bu toprakları yurt edinmeye başlamışlar, örf ve adetlerin de beraberinde getirmişlerdir. İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra, kaç kıtada hakimiyetini sürdürürken örf ve adetlerini de götürmüşler, Türk-İslam kültürünün yaşadığı her yerde bu örf ve adetleri miras olarak bırakmışlardır.
Örf tarih öncesinde, insanların tutum ve davranışlarında tekrar edile edile benimsenen ve yerleşen, kuşaktan kuşağa geçen yaşantı halindeki uygulamalardır. Toplum hayatını tanzim eder ve düzene sokar. Bu değerler toplumsal yapının durumuna göre bir hukuk sistemi olarak uygulanmış, yasa maddelerine de gerekçe olmuştur. İnsanla insan arasında, insanla aile arsında, insanla akraba ve komşu arasında, insanla halk ve devlet arasındaki ilişkileri, davranışları belirleyen ve düzenleyen bir kurallar haline gelmiştir. Bu nedenle bazı kesimlerde ve toplumlarda örfe karşı çıkma, sanki yasaya karşı çıkmış gibi sayılır.
Adetler de, örfler gibi sosyal hayattaki ilişkiyi düzenlemekte ve yaşatmaktadır. Toplum hayatının düzenli, huzurlu ve güvenli gitmesinde etkili olmaktadır. Örnek olarak verirsek, kız isteme, nişanlılık ve evlenme usulleri, karşılama ve uğurlama, yemek ve sofra düzenleri, cinsler ve yaş gurupları arasındaki ilişkiler, selamlaşma ve hatır sormadaki uyulması gereken esaslar, bayramlar, mevsimler gibi önemli günlerde ki uygulama kuralları, cenaze, başsağlığı dilemede ki takınılacak tutumlar ve davranışlar adetlerin alanına girmektedir. Adetlerde çok eski zamanda ve kökenden kaynaklaşmış devam ede gelmiş kurallardır. Bu nedenle bu adetlerin içinde önceki zamanların yaşama biçimleri, olayları, dünya görüşleri, ilginç uygulamaları yer almaktadır.
Kimi adetler oldukça kalıcı ve sürekli iken, kimisi de zamanla değişebilen nitelikte olmuştur. Gelişen dünyanın değişimine ayak uydurarak özlerinde ve biçimlerinde değişim yaşamış, kimisi de varlığını zamanla yitirmiştir. Kimisi de benliklerini korumuş ve ayakta durmaya çalışmıştır. Bir toplumda bütününü ilgilendiren adetler olduğu gibi, çeşitli mesleklerin, gurupların, cemaatlerin, cemiyet ve derneklerin de kendilerine özgü adetleri oluşmuştur.
Örf ve adetler zamanla cins, yaş, sınıf, meslek, grup, cemaat ve toplumlara göre belirlenmiş ve uygulamaya konulmuş çeşitli örf ve adetler oluşmuştur. Bu tür örf ve adetler, kişiyi ve üyesini sürekli baskı altında tutar şeklinde uygulanmaya başlamış, zorlayıcı ve yasaklayıcı bir sorumluk yükleme esasına dayanmıştır. Kollama ve denetleme amacı taşımıştır.
Türk milleti olarak törelerimize, geleneklerimize, örf ve adetlerimize aldığımız inanç, ahlak ve terbiye gereği, sevgi, saygı hoşgörü içinde hayatımızı her alanında yer almış bulunmaktadır. Tarihi birçok deneme, uygulama ve tecrübeler sonucu hayata geçen bu değerlerimize sahip çıkmalıyız. İlgilenmez isek hızla yo olup gitmeye mahkum olacaktır. Türk Milletini ayakta tutan bu kültürümüzü unutmayalım ve geçmişle geleceği birbirine bağlayan temel değerlerimizin yaşaması için gayretlerimizi sunalım. Ülkemizde ve Türk topraklarında, örf ve adetlerimizi daim kılmak bizim için en önemli amaç olmalıdır. Bu şuurun gelecek nesillere aktarılmasında bizlere büyük görevler düşüyor. Bu nedenle bu kültürümüzün devamını sağlamada, korunması ve yaşanmasında gereken yardımlarımızı, azim ve kararlığımızı sergilemeliyiz.
KAYNAKLAR
De M. D’ohsson – 18. Yüzyıl Türkiye’sinde Örf ve Adetler – Tercüman Yay.- İst. 1977
Gelenekten Geleceğe Örf ve adetler – Türk Kültürüne Hizmet Vakfı – İst. 2009
Örf ve Adetlerimiz – Devlet Bakanlığı Aile Araştırma Kurumu Yay.- Ank. 1997