Mehmet MAKSUDOĞLU
Birçokları zanneder ki oryantalistler, kendi alanlarında otoritedirler, konularını iyi bilirler, olaylara objektif olarak bakarlar, konuları objektif olarak incelerler.
Çin, Japonya, Moğolistan, Avustralya … ile ilgili araştırmalarını, yayınlarını bir yana bırakalım da, bizi yakından ilgilendiren İslâm ile ilgili durumlarına bakalım:
Konu İslâm olunca; oryantalistin, İslâm hakkında otorite kabul edilen kişinin;
*Kur’ân-ı Kerîmi, aslından, orijinalinden birkaç defa okumuş, âyetlerin tefsirini öğrenmiş, âyetlerin iniş sebeblerini öğrenmiş, nâsih ve mensûhu bilen,
*Hadîs-i Şerîflerin başlıcalarını bilen, hiç olmazsa Buhârî, Muslim, İbn Mâce, Neseî, İbn Dâvûd’un kitaplarını okumuş
olması, Şîî hadîs geleneğine de âşinâ olması,
*İslâm’ın târihini (ilk vahiyden başlayarak safhalarını) ve Müslümanların, ilk zamanlardan itibaren yaptıklarını biliyor olması farzolunmaktadır.
Öyle ya! Otorite kabul edilen kişide bu nitelikler olmalıdır.
***
Ankara’da iken, hocamız Profesör (rahmetli) Hüseyin Yurdaydın, bir ara, Islamic Jurisprudence (Fıkıh) adlı kitabı, biz asistanlara, ilgililere okuyup tercüme ediyordu. Oryantalistlerin belli bir kültür yüküyle olaylara baktığı zehâbına kapılmıştım, insana öyle geliyordu. Encyclopaedia of Islam’danhaberdar olmuştuk, o ansiklopediyi edinmek için ciddî arzu duyar olmuştuk.
Bu arada, belli konularda, oryantalistlerin ne yazdıklarına bakıyorduk. Oryantalist, profesörlerimizin gözünde, ciddî araştırmalar yapan, makamı pek yüksek otorite idi.
Liseyi bitirdiğim, Fakülteye gireceğim 1956 yılında, Brockelman’ın yazdığı, Profesör (rahmetli) Neş’et Çağatay’ın Türkçeye çevirdiğiİslâm Milletleri ve Devletleri Tarihi çıkmıştı. (Rahmetli) Refi Cevad Ulunay tenkîd etmiş, Neş’et Çağatay cevap vermişti. Hemen belirtmeliyim ki, öğretim üyelerimizdeki bu oryantalist saygısı, birkaç neslin mîrâsıdır, yeni bir şey değildir, Osmanlı’nın son yüzyılından kalan mîrâsdır. Cumhûriyet aydınları, normal olarak, onu devâm ettirmişlerdir.
Öğrencisi olmakla şeref duyduğum ve iftihâr ettiğim (rahmetli) Profesör M. Tayyib Okiç, üçüncü ve dördüncü sınıflarda Hadîs öğretti; oryantalistler hakkında Türkiye’de ilk şuur kıvılcımı çakan bu zâttır. Pek çok kişinin ayağının kaymasını önlemiştir. Allah ganî ganî rahmet eylesin. Yarım düzine dil bilen bu öğretim üyesi, Avrupa’yı da iyi biliyor ve anlatıyordu. (Tunus’ta iken, birlikte olduğumuz bir asistanına yazdığı Arapça mektubu görmüştüm: Arap gibi rahat bir uslûbu vardı; anadilinden başka bir dilde yazmak, öğrenimin son merhalesidir.) Konya Yüksek İslâm Enstitüsünde ve Erzurumda da öğretim üyeliği yaptığı sırada, onun öğrencisi olmak bahtiyarlığına eren arkadaşlar, yazdığımda abartma olmadığını bilirler.
***
Doktoramı, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde, İslâm Tarihi kürsüsünde 1966 yılında tamamladıktan sonra, Allah nasîb etti, ne kadar hamd etsem azdır, 3 yıl, İngiltere’nin Cambridge Üniversitesinde, Faculty of Oriental Studies’de Türkçe öğrettim. Arapça ve Farsça öğreten Mısırlı Abdulhalîm ve İranlı Ferheng, öğretim üyelerinin çay – kahve içtikleri combination room’a pek uğramazlardı ama, ben devamlı giderdim; haftanın 5 günü dersim olduğu için her gün fakültede idim ve sabah kahve, öğleden sonra çay içilen salona hep giderdim. Birçok dâvetlere de katıldım, kısacası, bu otoriteleri oldukça yakından tanıma fırsatım oldu.
***
Cambridge’de benim Türkçe öğrettiğim öğrencilerin çoğu, Arapça da öğreniyordu. Bu arada, İslâm’la ilgili, yine oryantalistlerin yazdığıbackground books denilebilecek kitapları okuyor, İslâmla âşinâlık peydâ ediyor, daha başlarken, konulmuş olan yörüngeye giriyorlardı.
Ne demek istiyorum, açayım:
İslâm hakkında, objektif olarak, ilmî yaklaşımla bilgi edinmek isteyen NE YAPMALIDIR?
-Fasîh Arapçayı çok iyi bilmeli, Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîfleri, Müslümanların Târihini yine Müslümanların yazdıklarından öğrenmelidir.
EN AZINDAN, bu Kur’ân’da ne var acaba? diye başlamalıdır, değil mi?
Ne gezer!Daha başlarken, kafasına rehberlerininyazdıklarından, camel driver (deve çobanı) Mahomet diye yerleştirilen yolda devâm eder, gider.
Daha yetişme çağında Müslümanların yaşadıkları ülkelere gitme imkânı bulur; oralardaki insanların, maddî bakımdan Avrupa’dan ne kadar geri olduklarını görür, ‘İslâm budur’ algısı kafasında yerleşir.
İslâmla ilgili bir konuda araştırma yaparken, önce, Müslümanların o konuda ne yazdığına değil (onlar, gelişmemiş, dikkate almağa değmez kişiler (!) olduğu için) oryantalistlerin yazmış olduğu ciddî görünüşlü, dipnotlu kitaplara bakar, sonra fihristlerden âyet ve hadîsler bularak devâm eder.
Şu kanâatteyim ki : oryantalistlerin YÜZDE BİRİ BİLE Kur’ân-ı Kerîmi, Arapçasından, başından sonuna kadarokumamıştır! Zâten, okumuş olsa, kalbi de mühürlü değilse, Kur’ân’da kendini bulur, Müslüman olur. Nitekim, öyle yapıp Müslüman olanları vardır.
Mezhepler Târihi hocamız rahmetli Profesör Muhammed Tancî’den dinlemiştik ki:
Kur’ân-ı Kerîm’den başka hangi kitabı bir defadan fazla okusanız bıkkınlık gelir; ancak birkaç defa okuyabilirsiniz. Ama Kur’ân-ı Kerîmi ne kadar çok okursanız okuyun, yorulmazsınız, bıkmazsınız, zevkle okursunuz.
***
Oryantalistlerin yetişme şartları da çok iyidir :
Biz Tunus’ta iken, 1964 yazında, Burgiba Yaşayan Diller Enstitüsü’nde Arapça yaz kursu vardı. Haftada 5 gün, sabahları 4 saat olmak üzere, haftada 20 saat, 6 haftalık kurs müddetince 120 saat ders görülüyordu. Sâdece 1 yıl Arapça okumuş olarak bu kursa gelen oryantalist öğrenciler vardı. Böyle, daha öğrenciliklerinde, öğrenmekte olduğu dilin konuştuğu ülkelere, belki defalarca gidebiliyorlar. Öğretim üyesi olunca, üzerinde öyle pek fazla ders yükü olmaz, haftada 6 saat kadardır. İngiltere’de, bizim Fransa’dan aldığımız anlaşılan sömestr yerine 3 termvardır: İlki güzün başlar, Christmas (Noel)da bir aydan fazla tatile girer. İkinci Term, bizdeki Hristiyanların Paskalya dediği tatille, bahara doğru sona erer. Üçüncüsü de yazın ilk aylarında sona bulur. Anlayacağınız, bizdeki Medrese usulü gibi, dînî duraklara göredir. Nitekim, bizdeki Medreseler’de tâtil, Ramazanayında imiş. Onlar, geleneklerini sürdürüyor, yeniliği, içeride, muhtevâda yapıyor, biz ise, kendimizi inkâr edercesine, sıfırdan başlayıp onları körükörüne taklîd ediyoruz.
Evet, oryantalist, kaynak dilini öğrenme imkânına böyle sâhiptir, anadili zâten Latinceden türemiştir, diğer Avrupa dillerini öğrenmesi, bizim Kazakça, Özbekçe öğrenmemiz gibidir, kolaydır.
Oryantalist, 6 term’de 1 term, izinlidir; derse girmez. İsterse odasında, kitaplıkta çalışır, vakıfların birinden tahsisat bulmuşsa, yurt dışına giderek araştırmasına devam eder.
***
Böylesine imkânlara sâhip oryantalistten ne beklenir? Doğu’da (Orient) bulduğu iyi, faydalı unsurları, ülkesine aktarması, ülkesinin daha iyi olması için çalışması, değil mi? Ne gezer!O zavallı da, daha yetişme çağında, öncekilerin kurduğu, yerleştirdiği YÖRÜNGE’ye yerleştirilir, İslâm ve Müslümanlarla ilgili bilgi edinmek için, kendisine verilen background mahiyetindeki, yine oryantalistlerin yazdığı kitapları okur, kafa yapısı öyle şekillenir. Objektif zihniyete sâhip olabilse, kalbi de mühürlü değilse, İslâmı kaynaklarından okuyacak olursa, Müslüman olur, küfürde kalmaz. Nitekim, böyle Müslüman olanlar vardır. Hâmid Algarbunlardan biridir.
Batı Avrupa’da, K. Amerika’da, kapitalizmin mârifeti olarak, bir yanda servet yığılması, öbür yanda, çöp bidonlarını karıştıranlar, sokakta geceleyen evsizler var. İslâmın 5 temel unsurundan zekât ile ilgilenip bu korkunç ve tehlikeli duruma çözüm düşünmek, oryantalistin aklına bile gelmez; onun hedefi, Batı için potansiyel tehlike gördüğü İslâmı, türlü oyunlarla, ‘objektif görünerek’ eleştirmek, vatandaşlarını uyarmak, Müslümanları, dinlerinden soğutmaktır.
Batı Avrupa’da doğan 3 çocuktan 2 si, babası BELİRSİZ olarak dünyaya gelmekte. K. Amerika’da, yıllık –şimdilik- yılda b i r m i l y o n olduğu belirtiliyor. Bu gidişle, 20 yıl sonra, bâzı ülkelerde “eskiden nikâh diye bir olay varmış” denilecek, çoğunluk, dünyaya ‘böyle’ gelenlerde olacak. Peki, İslâm’da, evliliğin teşvîk edildiğini, nikâh’ın çok kolay olduğunuöğrenip, bilerek, bu konuda ülkelerine yol göstermeleri gerekmez mi? Gerekir amma, bunun için, doğru dürüst ‘adam’ olmak gerekir; zavallı oryantalism öğrencisini kendi hâline bırakmazlar ki! Background bookslarla, daha ilk sınıfta iken, onu yörüngeye oturturlar; böylece yurtseverlik yaptıklarını sanırlar.
Allah nasîb etti, 3 yıl aralarında bulundum, oryantalistleri mekânlarında tanıdım, nasıl yetiştirildiklerini yakından gördüm. Söylediğim, yazdığım her kelimenin arkasındayım, herkesle, her zeminde tartışmağa hazırım.
İlim adına maskaralıklar yapan bu zavallıları ciddiye alan yerli zavallılar da mârifet yaptıklarını zanneder. Oryantalistlerin 2 maskaralığınıbelirtelim:
1.Osmanlı Devleti İslâm adına hareket ediyordu da, Pâdişahlar niçin hacca gitmedi? derler ciddî ciddî!
El Cevâb:
a.Hacca gidiş-dönüş, 20. Yüzyıla gelinceyedek en az 4 ay sürerdi.
Devlet ve Hükûmet Başkanı bu kadar müddet İstanbul’dan uzakta kalamazdı.
(Devlet cihâd üzre kurulmuştur; (1922-1288 =) 634 yılda sâdece 1740-1768 arasında 28 yıl cihâd olmamıştır.)
(1969 yılında Libya Meliki Sunûsî yurt dışında iken, – iletişim çağında – Kaddâfî darbe yapmıştı. Taht kavgaları yalnız Avrupa’da olmuyordu; Osmanlı’da da fesad ehli vardı.)
b.Hicâz Bölgesi ve Bilâduş Şâm (Sûriye, Ürdün, Lübnân, Filistin) başka bir devletin Memlûkların hâkimiyetindedir (1516-1517 ye kadar). Başka bir devletin arâzisinden, 3000-5000 kişilik maiyetiyle Osmanlı Sultânı geçip hacca gidecek! Bunu diyen oryantaliste ‘aklın yerinde mi?’ demek gerek.
16 yüzyılın 2 büyük Hristiyan İmparatorluğundan biri olan Portekiz, Kızıldeniz’e girip Cidde’ye saldırmıştı! Mekke’yi alıp Osmanlı’nın elindeki Kudüs’le değişmek için; yıl : 1537. Şerîf Ebû Numey, zamanında yetişip püskürtmüştü.
Osmanlı Pâdişâhı da Mekke’ye, hacca gidecek, Avrupa’lı emperyalistler hep birden saldırmayacaklardı!
c.Kaldı ki, Osmanlı Devlet Başkanları, Çelebi Mehemmed zamânındanberi, her yıl (Birinci Dünyâ Harbi içinde de) Haremeyniş Şerîfeyn’e surre gönderirlerdi: Mekke ve Medîne’deki Müslümanlara hediyeler. Surre heyetinin, kafilesinin başındaki Surre Emîni, oraya varınca, oturup daha icad edilmemiş olan Amerikan filimlerini seyretmezdi, Pâdişâh’a bedel olarak HACCEDERDİ. Hem Padişâh adına haccederdi, hem de kendisi Hacı olurdu. Nitekim, günümüzde de, kendisi gidemeyen Müslüman, BEDEL göndermektedir.
2.Osmanlı, İslâm lideriydi de, Endelüs’ü niçin kurtarmadı? derler utanmadan maskaralar.
a.Osmanlı, karadan bütün Avrupa’yı çiğneyerek Avrupa’nın öteki ucundaki İspanya’ya gidemezdi.
b.Akdenizde üstünlük, Osmanlı’ya, 28 Eylül 1538 Preveze deniz savaşında Hızır Hayreddîn Paşa’nın Andrea Dorya’nın başında olduğu Birleşik Avrupa Haçlı Donanmasını yenmesiyle geçti. (Üstünlük; tam hâkimiyet değil. Akdeniz’in, bir tek gücün yalnız başına hâkim olamayacağı kadar geniş olduğunu kendileri bilir, yazarlar.) Endelüs’de son İslâm merkezi Gırnata ise 1492 yılında (54 yıl önce) kâfirlerin eline düşmüştü. Buna, târihi, tersinden okumak derler; okuyanları ahmak yerine koymaktır.
Oryantalistler, daha doğmamış bir çocuğun, orta yaşlı denizcileri yenip Endelüs’ü kurtarması gerektiğini (!) utanmadan ciddî ciddîortaya atarlar. Şaka gibi, değil mi?
c.Kaldı ki Kemâl Reis, İkinci Bâyezîd devrinde Müslümanları ve Yahûdîleri Endelüsten alıp Osmanlı toprağına getirmiştir.
Hızır Hayreddin Paşa, 70 000 Endelüslü Müslümanı Cezâyir’e taşımıştır. Gücümüz ancak buna yetmiştir.
Evet, inanılır gibi değil ama, bu âlim, üstâd, otorite kabul edilen oryantalistler, bu maskaralıkları yapmışlardır!
08 Eylûl 2019