Oryantalist Sosyolojisi

Sait BAŞER

Yıllardan beri Türk insanının tarihi boyunca itibar ettiği “üç ontoloji” konusuna değiniriz. Varlığın mahiyetine dair bu üç kabulün sebepleri üzerinde epeyce durduk. Siyasi ve medeniyet tarihimiz bağlamındaki trajik sonuçlarına da zaman zaman değindik. (http://www.kirmizilar.com/…/255-kimlik,-kişilik,-ontik-kiml…)
Ancak Türk kültür tarihindeki Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Şuhud ve pozitivist/materyalist ontolojileri ile ilgili, sonuçlarının analizlerine dair yapılacak daha pek çok çalışmaya ihtiyaç var.

Siyasilerimizce “tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet” sloganı etrafında öne sürülen hedef ve teşhisin isabeti hakkında da aynı türden analizlere ihtiyacımızın büyüklüğü gibi…
*
Millî karakter ve yeteneklerle toplumun inançları arasında direkt bir ilişki var. Bu kural bizim için de geçerlidir. Medeniyetimizin nüvesi inanma üslûbumuz çözülmeden anlaşılamaz.

Ancak, dinî meselelere fıkıh penceresinden bakmak mensubiyetlerin metanetini, kitlelere kazandırılan kimlikleri yeterince anlamaya kâfi değil.
Şeriat zeminine indirgenen kimlikler, mensupları üzerinde çok kolay ve kıyıcı operasyonlar yapılmasına açık hale gelmeye yol açııyor. Yakın geçmiş ve etrafta olup bitenlere kuşbakışı bakıvermek bu hükmümüzü teyide yeter. Nitekim “cemaatleş/tir/me” olaylarında da şeriate indirgenen Müceddidî yaklaşımın kolaylaştırıcı rolü açık.

Fıkha indirgenmiş din ve ona bağlılık temelli toplumsallaşmalarda gevşek bir algı, düşük seviyede bir bilinç, emir almaya, sembol dilinin sevkiyle davranmaya uygun bir tipoloji yaratılmaktadır…
Tasavvufun ruha dokunan inşacılığı ile haricî yaptırımlar ve sosyal düzenin temin ve sürdürülmesi esaslı fıkıh İslamcılığının kazandırdığı mensubiyet duyuşları arasında dağlar kadar fark var.

Vahdet-i Vücut ontolojisinin mensupları, evvel emirde, baştan beri Türkmen/Yörük kitledir. Şehir halkımızın epeyce önemli bir kısmı da bu varlık kabulüne sahiptir. Bilhassa Alevî zümreler, Hz. Ali mahreçli silsilelerden gelen tarikat zümrelerinde istisnasız bu ontoloji hüküm sürmektedir. Hoca Ahmet Yesevî- Hacı Bektaş Velî hattı, Halvetiliğin bütün dalları, Sâdîler, Rıfaîler, Kadirîler, Müceddidiye dışında kalan Nakşî topluluklar, Cerrahîler, Mevlevîler… bu ontoloji bağlamında yaşaya geldiler. Bütün sanat ve fikir etkinliklerini o düzlemde yürüttüler, eserleri o anlayışın vücut bağlaması oldu… Dolayısıyle şehirlerdeki muhtelif farklı kavim mensuplarında da bu tasavvuf anlayışındaki buluşma ve aynı ontolojiyi benimsemenin getirdiği bir azamî müşterek paydası oluştu.

Vahdet-i Vücud temelli tasavvufî zümrelerin sosyolojisine, psikolojisine, mensubiyetleriyle siyasî tercihleri arasındaki bağlantılara yeterince eğilinmedi. Kezâ Vahdet-i Vücut kabulünden kaynaklanan değer yaratma mekanizmaları, kavramlaştırmalar, karakter inşâ teknik ve yöntemlerine de sosyolojik açıdan bakılmadı. Aynı bilgisizlik Vahdet-i Şühud eksenli zümreler için de materyalist zümreler adına da geçerli…
Halbuki şimdi, bu kabil konular üzerinde yapılmış yüzlerce doktora tezi, araştırmalar, kitaplık raflarımızda bulunmalıydı.
Aynı perspektifle hukuk tarihimiz, eğitim geçmişimiz, meslekî gruplaşmalar, sanat tarihimiz, estetik kabul türlerimiz, edebiyat türleri ve tarihleri de ele alınmamıştır.

Neden bestekarlarımız arasında, divan şiirimizde Vahdet-i Şühud ve materyalist ontolojisi mensupları yoktur? Neden övünç kaynağı olarak kullandığımız halde, klasik devrimizin yaratıcısı Vahdet-i Vücud ontolojisine ve ürettiği değerler manzumesine diğer iki zihniyetin reaksiyonları şaşılacak kadar birbirlerine benzemektedir?

Merhum üstad Yahyâ Kemal’in Avrupa’da okuyup ülkemize geri dönen aydınları, aldıkları eğitim ve yöntemle bizim meselelerimize eğilmeye davet ettiği, “Mektepten Memlekete” adlı bir yazısı vardır, Edebiyat’a Dâir adlı eserinde.
Hâlâ aynı yerde duruyor olmak acıdır.

Bir Mevlevî veyâ Rıfâî dervişindeki tevekkül, istikamet, vatan ve devlet şuuru, ticarî ahlâk, askerlik anlayışı, insan ilişkilerindeki tercih hiyerarşileri… incelenmedi. Bu topluluklardan çıkmış bozguncu fikir veya elemanlar var mıdır? Varsa hangi ilkesel aksamalardan tecelli etmiştir? Ahlakında, metafizik kabullerinde, iman veya fedakarlık konularındaki duruşları nasıldır bu insanların? Bilmiyoruz.
Hep beraber “değerli ve övünç sebebi” saydığımız bu anlayışın hüküm sürdüğü devirlere rağmen, bu anlayışa duyduğumuz reaksiyonun inşacıları kimlerdir? Bu reaksiyonla hedeflenen nedir? Eserlerine sahip çıkarken düşünüş ve yaratış tarzına duyduğumuz tepkisel psikoloji, sosyal psikologlarımızın ilgisini neden çekmiyor?(https://www.facebook.com/photo.php?fbid=1935361546479159&set=pb.100000159987803.-2207520000.1503674324.&type=3&theater)
Ancak “cemaat”lerden ve ateist anarşik unsurlardan kaynaklanan sıkıntılar medyadan hiç eksik olmazken, bunlardan kaynaklanan olumsuz vukuâttan söz edildiğini neden hemen hemen hiç görmüyoruz.
Halbuki son yüzyılımızdaki sosyal fâciâlara bakıldığında ya materyalist/pozitivist veyâ Müceddidî/Eş’arî anlayış mensupları arasından çıkan suç toplulukları görüyoruz. Hem de bu iki anlayışın uzun mücadelesi toplumun enerjisini tüketiyor… (http://www.kirmizilar.com/…/1502-kemalizme-karsi-muceddidiy…)
Aralarındaki mücadele bir kan dâvâsına dönüştüğü halde, bunların klasik kültürümüzü reddetme tutumları neden bu kadar tek yumurta ikizi gibidir?

Gazetecilerin bile zaman zaman ilgisini çeken bu meseleler, sosyologlarımız için çok mu teferruat, çok mu boşa zahmet sayılmaktadır?..

 

Yazar
Sait BAŞER

Aralık 1957 tarihinde Isparta-Yalvaç’ın İleği köyünde doğdu. İstanbul Sağmalcılar Lisesini bitirdi. Üç yıl Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde yüksek öğren... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen