Türk kültüründe lider vasıflı, alanındaki öncülüğü takdir edilen, değer verilen, saygı duyulan kişilerin ailenin bir ferdi gibi görüldüğü ve “baba”, “abi”, “abla”, “kardeş”, “dayı” gibi akrabalık terimleriyle hitap edildiği örnekler yaygındır.
Daha önce kaleme aldığım bu sayfadaki iki yazımda sevenlerinin yakın zamanda aramızdan ayrılan Ferdi Tavfur’a “Ferdi Baba”; Edip Akbayram’a ise “Edip Ağabey” demeleri üzerinde durmuş, konuyu bu açıdan yorumlamaya çalışmıştım.
Benzer ünvanlar verilen diğerleriyle birlikte bu iki isme akrabalık terimleriyle hitap edilmesinin arkasında sevgi, hayranlık, yakınlık gibi “içsel” ve “öznel” duyguların daha egemen olduğunu düşünüyorum. Bu hitapları kullananlar onları daha çok kendi hissiyatlarına tercüman olan “yakınları” olarak görüyor olmalılar.
Sinema gibi farklı ve yeni bir sanat alanında onlar gibi geniş kitlelerle buluşan ve yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde yapımcısı, yönetmeni veya senaristi olduğu film ve dizilerle büyük ilgi gören Osman Sınav’a çevresindekilerin, sevenlerinin, sayanlarının nasıl hitap ettiklerini merak ettim.
Gerek yaşarken, gerekse yakın zamandaki ölümünden sonra yazılanları, söylenenleri şöyle bir gözden geçirdim ve onun daha çok “usta” ve ardından “hoca” olarak tanımlandığını gördüm. Mesela Kenan İmirzalıoğlu gibi “tek ustam” Peker Açıkalın gibi “hocam” diyen sanatçıların yanında, “usta yönetmen”, “sinemanın profesörü”, “ustam-hocam” ve “üstat” gibi sıfatların ve hitapların sayısız kullanımıyla karşılaştım.
Yaptığı filmler ve diziler, yarattığı karakterler, ele aldığı konular, keşfettiği ve yetiştirdiği oyuncular, senaristler, yönetmenlerle oldukça geniş bir “aile” oluşturan Osman Sınav’a neden “baba” veya “abi” gibi bir akrabalık teriminin değil de “usta” gibi “öğreticiliği” ve “uzmanlığı” çağrıştıran bir geleneksel meslek teriminin yakıştırıldığının üzerinde durulması gereken bir konu olduğunu düşündüm.
Bilindiği üzere kökeni binlerce yıl ötelere giden sözlü gelenekte ve bin yıllık ahilik kültüründe “usta” terimi kullanıldığında eş zamanlı olarak “çırak” da akla gelir. Alanında bireysel çabasıyla başarılı ve rol-model olan biri için sevgi ve saygıyla kullanılan “baba” veya “abi” gibi akrabalık içeren hitapların aksine “usta” denildiğinde bilgi ve birikimin “çırak” denilen genç ve gelecek kuşaklara aktarımı da söz konusu olur.
Dolayısıyla “usta”, belki yakın akraba değildir veya akraba gibi yakın değildir ama yaptığı işi başkalarına da öğreten, insan yetiştiren bir hocadır, öğretmendir. “Baba” ve “abi” alanlarında kendileri birey olarak “iyi” iken; “usta” iyi olduğu konuda çırak yetiştiren, mesleğinin inceliklerini kendinden sonrakilere aktaran ve bu özelliği ile takdir edilen kişidir.
“Baba” ve “abi” iyi olduğu alanda hep tekil kalırken, “usta” yetiştirdiği ve yerini alacak çıraklarla çoğalmayı, bir tarzı ve ekolü akla getirir. Nitekim ahilikte ve halk arasında bir çırağın iyi bir ustadan el alması, yetişip “kuşak kuşanması”, o mesleğin geleceğinin teminatı olarak görülür.
Böylesine güçlü bir “usta-çırak ilişkisi” kültürün, geleneğin ve mesleğin devamı açısından asla unutulmaz; çıraklar iz bırakan ustalardan “ustam, ustamın ustası, onun ustası” diye asırlar boyu gururla söz ederler.
Gelenekte çocuğunu çırak verecek olanlar, ustanın ahlaklı ve erdemli olmasının yanında becerikli, yetenekli, işinin ehli ve tabii iyi öğretici olmasına da dikkat ederdi. Çırağına sabırla mesleğinin “püf noktası”nı öğreten usta günü gelince “boynuzun kulağı geçmesi”ni hem kendi başarısı hem de çırağının yeteneği olarak görürdü.
Bu anlayışla mesleğinde zirveye çıkmış usta, çırağının başarısından gurur duyardı. Zaten çırağını kıskanan ve onu yetiştirmeyen ustanın “ustam” diyecek çırağı olmazdı; ustasını geçince böbürlenen çırak da toplum tarafından hoş görülmezdi. Öte yandan halk, tecrübeli ustayı takdir eder, sever sayar ama iş iyiyi aramak olunca kulağı geçen boynuza, yani liyakate önem verirdi ve bilirdi ki liyakatsizin er veya geç “pabucu dama atılır”dı.
Osman Sınav’a benim çok iyi anlamadığım ama uzmanlarının yazdıklarına göre sinema tekniğine getirdiği pek çok yeniliğe, herkesi ekran başına toplayan konular etrafında yarattığı çarpıcı karakterlere, keşfettiği ve yetiştirdiği sanatçılara, senaristlere, yönetmenlere bakılarak “usta” diye hitap edilmiş olmalıdır.
Türk toplumu Osman Sınav’ı kendini, acılarını, duygularını iyi ifade eden bir yakın akrabası olarak görmek yerine; kamerasını çevresine, olaylara, durumlara ve kurumlara tutarak elde ettiği birikimi meslekî etkileşim içinde “çırak” olarak adlandırabileceğimiz çevresindekilere ustaca aktaran bir “yaşayan insan hazinesi” olarak algılamayı tercih etmiştir.
Osman Sınav’a “usta” denilmesinin nedenleri, alanında iyi olmasının yanında, elindeki imkân ve fırsatları paylaşmasında ve zamanı gelince de çıraklarına cesaret vererek “sen oldun” diyebilmesinde aranmalıdır. Bence “ustalık” buradadır ve bu nedenle Osman Sınav “usta” olarak anılmaktadır.
Allah rahmet eylesin!..
[i] Prof.Dr., Ankara Hacı Bayram-ı Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi