Mehmet MAKSUDOĞLU
İslâm’da hâkimiyet alâmeti hutbedir. Cuma namâzında hutbe, o ülkenin hükümdârı adına okunur. Diğer namazlar tek başına kılınabildiği hâlde, Cuma Namazı cemaatle kılınır. Cuma namazının kılınması için, o beldede ikamet etmekte olan hür, belli sayıda Müslümanlardan kurulu bir cemaatin bulunması ve belde yöneticisinden izin alınmış olması gerekir. Hür olmayana (köleye), mukim olmayana (o bölgede oturmayana, yolcuya) Cuma Namazı farz değildir. Cuma Namazı kılınmakta olan bir beldeden geçen yolcu, kendisine farz olmadığı hâlde, isterse cemaate katılarak Cuma Namazı kılabilir. Cuma vaktinde meselâ alışveriş haramdır, Müslüman, o sırada başka işle uğraşamaz.
TBMM tarafından daha sonra, isabetli olarak kahraman ünvânı verilen, işgal altındaki Maraş’ta, Cuma Namazı kılınacağı sırada, kaledeki Fransız bayrağından dolayı, Cuma Namazı kılamayacaklarını bilen Müslümanlar, o bayrağı indirerek Cuma kılmışlardır.
Allahın Elçisi Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), ilk Cuma Namazını, Hicret sırasında, Rânûna Vâdisinde kılmıştır. (Ibn Hişâm, es Siyratun Nebewiyyetu, c. I, s.494, Kahire 1375/1955.) Çünkü, artık Mekke’deki müşriklerin baskısından âzâde idi, başına buyruktu.
Müslümanlar, fethettikleri, İslâm’a açtıkları beldelerde, ilk iş olarak artık orada İslâmın hâkim olduğunu ilân etmek üzere ezân okumuşlardır. Cuma günü de Cuma Namazını kılmışlar, hutbede, İslâm Devleti’nin başında kim varsa, onun adına hutbe okumuşlardır.
İkinci hâkimiyet alâmeti sikkedir. (Sikke, mâdenî paradır, kâğıt para, çok sonraları çıkmıştır.) Bir ülke, bir belde hangi devletin hâkimiyetinde ise, orada o devletin parası geçer.
Bu ikinci alâmet, pek mühim değildir; nitekim Müslümanlar, Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında, Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali (radiyallahu anhum) zamanlarında, sonra Umeyye oğulları devrinde, tâ Mervân oğlu Abdulmelik (Kudüs-i Şerîfteki, Hz. Muhammed Aleyhis Selâm’ın Mirâca yükseldiği kayanın üzerindeki Kaya Kubbesini yâni kubbetus sahra’yı [sahrâ değil] o yaptırmıştır) zamanına kadar Sâsânî (İran) ve Doğu Roma paralarını kullanmışlardır. Mervan oğlu Abdulmelik ilk İslâm sikkesini kestirendir.
Gelelim Osmanlı Devletinin kuruluşuna
Osman Gâzi, 1284 yılında, Anadolu Selçuklu Devleti’nin uç beyi olmuştur. Yine biliyoruz ki, Osman Gazi, Karacahisarı Hicrî 687/Mîlâdî 1288 yılında fethetti. (Neşrî, Kitâb-ı Cihân-Nümâ. C.I, s.86, T.T.K. yayını, Ankara 1949.) Erken Osmanlı tarihçilerinden Neşrî, anlatmağa devam ediyor : “Ve Osman Gâzi Eskişehirde ılıca yöresinde bâzâr turgurub etrâfun kâfirleri hafta pazarına gelüb maslahatların (işlerini, ihtiyaçlarını) görüb giderlerdi.”(Neşrî, I, 88). (turgurmak: ayağa kaldırmak, ikaame etmek, kurmak M.M.)
Bu arada şunu belirtelim : Eskişehir’in Pazar günü, Çarşamba’dır. Neşrî’nin “Ilıca Yöresi” dediği yer, sıcak suyu olan hamamların bulunduğu, günümüzde “hamam yolu” denilen yerdir. “Eskişehir” denilen yer de, Odunpazarı civarı ve yukarı mahalledir; aynen, Bursa’daki gibi, yerleşim merkezi yukarıda kurulmuştur.
Eskişehir’de, sonradan Salı pazarı … gibi başka günlerde de kurulan pazarlar ihdâs edilmiştir. 1950 li yıllarda, Eskişehir’de yalnız bir yerde ve Çarşamba günü pazar kurulurdu: yeri Hamam Yolu (ılıca yöresi) idi. O zaman adı Eskişehir Lisesi olan Atatürk Lisesi’nde çıkıp Porsuk ırmağının kuzeyindeki evlerimize dönerken Çarşamba günleri kendimizi Pazar kalabalığı içinde bulurduk. Esas Eskişehir ile aşağı mahalle arasında, başlıca iki cadde vardı : Hamam Yolu ve o zamanki adı Salhane (Selkh Hâne = mezbaha) caddesi olan Yunus Emre Caddesi. Yunus Emre Caddesi ile Hamam Yolu arasındaki Deliklitaş, sonradan şenlendi (imar edildi) oraları bahçe ve tarla idi. (O yıllarda, Eskişehir’de Lise’den başka ortaöğretim kurumu olarak sâdece Ticaret Lisesi ve San’at Enstitüsü vardı).
Değerli arkadaşım, azîz dost, Eskişehir’in yerlisi Sâdık Hoşgör’den öğrendiğim, Eskişehir’in takvim günleri de bu çarrşamba geleneğini anlatmaktadır. Yâni, Eskişehir’de Pazar, Osman Gâzi zamânındanberi Çarşamba günleri kurulmaktadır. Eskişehir’in aslî hafta günleri şunlar imiş :
Bazar (Çarşamba), bazar ertesi (Perşembe), Cume (Cuma), Cume ertesi (cumartesi), Girey (Pazar), Girey ertesi (pazartesi,) Dernek (salı).
Sâdık Hoşgör’den öğrendiğim bu aslî (şimdi ‘orijinal’ diyorlar) gün isimlerini, yine Eskişehir’in yerlisi, Mustafa Seçkin Bey’e naklettiğimde, dinlemekte olan eşi Muazzez Hanım da, aynen hatırladı, söyledi. Bu isimlerin unutulmaması, yaşatılması çok iyi olur. Milleti millet yapan, bir bakıma geleneklerdir.
İmdi … Karacahisar şenleniyor, çevreden gelip yerleşenlerle nüfusu artıyor. Osman Gâzi’nin kurduğu pazara, çevrenin insanları, henüz fethedilmemiş olan Bilecik’te yaşayan kâfirler dahî geliyor, Karacahisar bir merkez oluyor. Neşrî, Bilecik kâfirinin bardağını alıp bedelini ödemeyen Germiyanlıyı Osman Gâzi’nin ‘let urup’ cezâlandırdığını naklediyor (Cihân-Nümâ, I, 88). (Hatırlamak gerekir ki, Anadolu Beyliklerinin en büyükleri, Karamanoğlu ve Germiyan idi.)
Bu, oldukça büyük yerleşim yerinde artık Cuma Namazı kılınması gerekmektedir; orası, fıkıh deyimiyle ‘mısr’ olmuştur. Cuma namazı kılınmasının şartlarından biri izn-i âmm’dır, namaz kılınacak yerin herkese açık olması ve beldenin hükümdarından izin gerekir, hutbede onun adı okunacaktır.
Şeyh Edebali ile Tursun Fakıyh izn-i âmm konusunu görüşürlerken Osman Gâzi meselenin ne olduğunu sorar, konuyu öğrenince; kendisinin, kimsenin that-ı hükûmetinde (buyruğu altında) olmadığını, bu yöreyi kendi kılıcıyla fethettiğini, kendisinin kimseye bağlı olmadığını söylüyor. “Siz, ‘devrin sultanı / hükümdârı’ sözüyle Anadolu hâkimini kasdediyorsanız; onun, benim hâkim olduğum yerde ne yetkisi olabilir? Kimdir o? Ne halkımın ona ihtiyacı var, ne de benim hâkimiyetim ona bağlı. Benim soyum da onunkinden aşağı değil” der. (İbn Kemâl, Tevârîh-i Âl-i Osmân,Şerafettin Turan ed. TTK yayını, birinci defter, s.112.) Osman Gâzi Tursun Fakıyh’e izin verir ve ilk Cuma hutbesi Osman Gâzi adına Karacahisar’da Hicrî 688/Mîlâdî 1289 yılında okunur.
Selçuklu Sultânı’nın Osman Gâzi’ye gönderdiği tabl u ‘alem (davul ve bayrak: Mehter’in ilk şekli) de 1289 yılında gelmiştir. Neşri, “Karacahisar alındığı vakit ganimetin beşte birini hediyelerle getiren, Osman Gâzi’nin yeğeni Ak Timur’la tabl u alem göndermiş” olduğunu nakleder. (Neşrî, I, 110).
Neşrî, devam ediyor : “Çünki hutbe ve sikke Osman Gâzi adına mukarrer olub (kararlaştırılıp) kadı ve subaşı dikildi (tâyin edildi), Germiyân Vilâyetinden bir kişi Osman Gâzi’ye gelüb ayıtdı (dedi) : “bu bâzârın bâcını bana satın”. (Neşrî, I, 110).
Hâkimiyet alâmeti olan hutbe, Osman Gâzi adına kararlaştırılmış; kadı (hâkim) ve subaşı (âsâyiş koruyucusu görevli subay) tâyin ediliyor : tâyin eden : Selçuklu Sultânı değil, Osman Gâzi. Yâni, Devlet (Beylik) (artık uç beyliği değil) kurulmuş oluyor. Öyle ki, uç Beyliği olmayan Germiyan Beyliği’nden gelen kişi, Pazar vergisini kendisine satmasını Osman Gâzi’den istiyor. Germiyan, Uç Beyliği değil, kendi başına buyruk, bağımsız Beylik. Oradaki uygulamayı bilen bu Germiyan’lı kişi gelip, Devlet’in koyması gereken vergiyi kendisinin toplamasını istiyor.
Yine Neşrî belirtir ki “…Osman Gâzi dahî Sultân Alâeddîn Zamânında nev’an (bir çeşit, bir bakıma) istiklâl bulmışdı, lîkin (fakat) edebe riâyet idüben hutbei ve sikkei yine Sultân Alâeddîn adına kılmışdı (yapmıştı)”. (Cihân-Nümâ, I, 108.)
Demek oluyor ki:
Osmanlı Devleti, Tursun Fakıyh’in, Karacahisar’da 1289 yılında Osman Gâzi adına Cuma Hutbesi okuduğu DAKİKADA KURULMUŞTUR.
Bayram Hutbesi, Osman Gâzi adına, Eskişehir’deki Alâeddîn Câmiinde okunmuştur. Şimdiki Câmi o zamandan kalmamış olsa da, yeri, orası olmalıdır.
İki konuya açıklık getirilmesi gerekir
1. Rahmetli Üstâd İ.H. Uzunçarşılı, Osman Gâzi’nin, Mongol Hakanı Gazan Han’ın isteği üzerine 1302 yılında, Sûriye seferi için Han’a askerler gönderdiğini belirtir (Osmanlı Tarihi, I, 108).
Osmanlı’nın o sırada tam bağımsız olmadığı doğrudur. Hattâ Orhan Gâzi devrinde bile Mongollara vergi vermişlerdir. Osmanlı Beyliği, o sırada tam bağımsız değil, fakat Karaman oğulları, Germiyan oğulları, Menteşe Beyliği gibi, Devlet durumundadır, Selçuklu’nun Uç Beyliği (valiliği) değildir.
2. Osmanlı Devleti’nin 1302 yılındaki Koyunhisarı savaşında Rumları (Doğu Roma İmparatorunun gönderdiği nu) (kesinlikle Bizans değil) yenmesinden sonra, Rum târihçilerin bu devletten söz etmeleriyle kurulmuş olacağı görüşüne gelince:
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhûriyeti’ni Türkiye’den başka pek tanıyan yok.
Zamanla, ABD, AB, Rusya, Çin, … keyifleri gelip veya çıkarları emredip 2050 yılında tanısalar, KKTC 2050 yılında mı kurulmuş olacaktır? Tabiî ki hayır! O DEVLET, kendisini Devlet olarak ilân ettiği, devlet teşkilâtını kurduğu tarihte kurulmuştur.