“Kânûnî Sultân Süleymân’ın ünlü şeyhülislâmı olan Ebûssuûd Efendi hakkında Türkiye’de ilk bilimsel çalışmayı “Ebussuud Bibliyografyası” adıyla Atsız Hoca yapmıştır.
Bu eserde de Atsız Hoca, bu büyük Türk âliminin seceresini ortaya koymuştur. Buna göre Ebûssuûd Efendi’nin annesi, doğrudan Türkistânlı büyük âlim Ali Kuşçu’nun torunudur. Babası da Ali Kuşçu’nun kardeşinin torunudur. Dolayısıyla öz be öz Türktür. Dînî-siyâsî yorumları, elbette etkili olmuştur. Ancak onun ayrıca ve dönemin şartlarına göre ele alınması gerekir. Söz konusu ulemânın Türk olmasının önemidir. Gerek Memlûkler, gerek Osmanlılar için ulemânın Hanefî Sünnî mezhebinden olması siyâsî bir gerekliliktir.
Memlûk devrinin ünlü âlimi Necmeddîn et-Tartûsî, “Tuhfetü’t Türk” adlı eserinde, Şafiîler başta olmak üzere Hanefîlik dışında olan mezhebler için “… onların iddiasına göre hükümdarlık Kureyşîlerin hakkıdır. Türklerin hükümdarlık hakkı yoktur ve onlar güç sahibi olup hilafete itaat etmeyenlerdir. Sultan, Şâfiîlere görev verir ve onlar da kabul etmeleri durumunda görev almak adına Ebû Hanife’nin mezhebini taklit etmiş olurlar. Halbuki fürû ile usûl alanında ona muhalefet eder ve görüşlerini hatalı bulurlar. Bu sebeple Şâfiîlerin Müslümanların işlerinden bir şeyi üstlenmeleri câiz olmaz” demektedir.
Hatırlanacak olursa, Sâfevîler gibi bir Türk hânedânı, Kureyşîlik iddiâ etmek zorunda kalmıştır. Bilindiği üzere Osmanlılar için hâkimiyet, en önemli konudur. Dolayısıyla Osmanlı hâkimiyeti açısından, saltanata Kureyşî olmak gibi bir şart sunan kişilerin ulemâ içinde yükselmesi mümkün değildir. Bu yüzden de Osmanlılar, ulemânın, tamâmen Türklerin elinde olmasını istemiştir ve öyle olmuştur. Özellikle bu konuda çok katı olan Arapların, ulemâ içinde etkili olmasına izin verilmemiştir.”